İşte bu görüş, akıllı, ferasetli ve gönül ehli bir müslümanın ufkudur. Zîra, II. Bayezid'in ardından İslam toprakları nasıl yirmi milyon kilometre kareye ulaştıysa, aynı şekilde İslam san'atı da zirveye tırmanmıştır. Bu anlayış sayesinde İslam'ın ruhu hendeseye nakşedilmiş, değerini kıyamete kadar koruyabilecek Süleymaniye ve benzeri abideler silsilesi vücut bulmuştur. Osmanlı devleti, tarihe şan ve şeref katan, maddî ve manevî bakımdan insanlığa yön veren mümtaz şahsiyetlerle, 620 sene gibi uzun bir müddet ömür sürmüştü. İslam'ın ve İslam devletinin temadîsi için Osmanlı'da, şahsiyetli insan yetiştirmek ön plana alınmıştı. Daima zaferlere, idrak sahibi ve mümtaz insanlarla ulaşılmıştı.Aynı şekilde Yavuz Sultan Selim, aklî ve kalbî gücünü son noktasına kadar kullanmak suretiyle, o zamanlar aşılması mümkün görülmeyen Sîna çölünü Allah'ın yardımı ve Resûlullah'ın (s.a.) ruhaniyyeti ile aşarak Mısır'ı fethetmişti. Fetih esnasında en yakın arkadaşı Sinan Paşa şehit düşünce, onun kaybını Mısır'ın fethine muadil görerek, mahzun ve kederli bir halde "Mısır'ı aldık, fakat Sinan Paşa'yı kaybettik" demiştir.Zaferden sonra ise akıllı ve güçlü kumandan Yavuz:"Gönül ister ki, Afrika'nın kuzeyinden Endülüs'e çıkayım ve sonra Balkanlar üzerinden tekrar İstanbul'a döneyim " diyerek arzusunu dile getirirken, gerçek bir müslümanın ufkunu ortaya koymuş, fakat şartlar bunu gerçekleştirmeye imkan vermemiştir.Evet, akıl Allah'ın sadece insana lutfettiği bir nimettir .Öyle ki, her şeyi yerli yerince kullanmak ve hadiselerin varacağı noktayı önceden keşfetmek, ancak onunla mümkün olabilir. Nitekim kudsî bir hadîste Hakk Teala Hazretleri :"Kulum öyle bir hale gelir ki, ben onun gören gözü, işiten kulağı olurum" buyurmuştur.