Şems'in vazîfesi, muhatabının idrâkini, kalbî derinliğini, zâhirî ilimle ulaşılamayacak olan işte bu mertebeye yükseltmekti. Bunun için aldığı cevapla ulvî gayeye ulaşmış insanların büyük coşkunluğunu hissederek bir neş'e çığlığı atar. Kendinden geçer. Böylece bu iki maneviyat yıldızının arasında hayat boyu devam edecek olan nuranî bir şerare vücuda gelmiş olur. Bundan sonra Mevlânâ Hazretleri'nin rûhunda meknuz olan manevî okyanus daimî bir surette dalgalanmaya başlar. O anda sanki bir kibrit çakılmışçasına Mevlânâ'nın; gönlü, bir petrol denizi gibi alev alır. Tebrizli Şems, Mevlânâ'nın gönlünü böylece ateşlemiş olur, fakat öyle bir infilak karşısında kalır ki, onun alevleri içinde kendisi de yanar. Artık idrâkler ve nasîbler aynileşir. Bu hadiseden sonra, daha evvel tamamiyle zühdî bir ibadet içinde sakin bir müderris olan Hazret-i Mevlânâ'nın, birdenbire içi içine sığamayarak samîmî coşkun bir heyecan içinde yaşadığını görürüz. Tebrizli Şems'in me'mûriyeti de, bu mana okyanusunu tutuşturmaktı. Nitekim Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- aşk, vecd ve istiğrâk dolu hayatını üç kelime ile ve üç merhale olarak şöyle ifade eder: "Hamdım, piştim, yandım!.."İnsan nedir?.. Beşerî idrâkin ancak sebep ve bahânelerine yapışarak kavramaya çalıştığı Rabbin ihtişamlı hakîkatlerinden bu kesret alemine tenezzül etmiş bir tecellî zübdesi... Değişik tecellîde bir kainat!.. Canlı bir Kur'an... Lakin kendi hakîkatine kıyasen ancak yok sayılabilecek derecede küçük bir parçasının keşf ve idrâk olunabildiği bir varlık. Rabbin müstesna lütuflarından biridir ki, nev'-i beşerden bazılarına kendi varlık ve azametinin ufkuna doğru açılma selahiyet ve iktidarı verilir ve böyle kimselere bu yolculukta rehberler bahşedilir. Bunlar, insanlık aleminin yüzyılları dolduran adî vak'alarının örtemediği zirvelerdir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.