Türkiye'de seçim hukuku, "sınırlı" bir hukuktur. Yani belli bir süre içinde seçim yapılır, süreler içinde itiraz edilir. Süreler aşıldığında ise, "hukuka aykırı durum olsa bile" yapılan itirazlar dikkate alınmaz. Yüksek Seçim Kurulu (YSK), seçimlerin kesinleştiğini açıkladığında, "iş bitmiş" olur. Siirt seçimlerinde olduğu gibi, ancak süresi içinde yapılmış itirazlar "durum"u değiştirir.
Yargıtay'ın DEHAP kararı ise, "seçim suçu işleyen kişilerin aldığı cezanın onanması" anlamına geliyor. Burada hukuki sorun şu: Ceza Mahkemesinin verdiği bir karar, bir nevi mahkeme olan YSK'yı etkiler mi? Türkiye'deki mevcut hukukta bunun çözümü yok. Bu bir eksiklik. Maalesef ülkemizde mevzuat çok karışık ve yetersiz. Böyle olduğundan sorunlar bitmek bilmiyor.
Bugüne kadar da YSK, yapılıp bitmiş bir seçim için Ceza Mahkemesinin verdiği bir kararı dikkate almamış.
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın baştan savma kararı
YSK, seçimlerde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile bağlantılı çalışır. TBMM seçim kararı aldığında YSK, hangi partilerin seçime katılabileceğini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na sorar. Oradan gelen yazı uyarınca da, seçime girebilecek partileri ilan eder. Nitekim TBMM, 31 Temmuz'da 3 Kasım'da seçim yapılacağı yönünde karar almıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da, bunun üzerine 1 Ağustos'ta Yüksek Seçim Kurulu'na, -DEHAP'ın yaptığı bildirimleri esas alarak- bu partinin 63 ilde örgütlendiğini, seçime katılmasında bir sakınca olmadığını bildirmiştir. Bunun üzerine YSK da, 2 Ağustos'ta "bunu kabul ederek", seçim pusulalarını basmış.
Siyasi Partiler Yasası'nın hükmü yeteri kadar açık. Yasaya göre, bir partinin seçime katılabilmesi için Türkiye'deki 81 ilin yarıdan bir fazlasında, yani 41 ilde örgütlenmesini tamamlamış olması gerekiyor.
Yasanın 10 ve 31 ve 33. maddeleri de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na, partilerin örgütlenme durumlarını düzenli bir şekilde inceleme ve araştırma görevini yüklüyor. Demek ki, bu tam olarak yapılmamış. Burada Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, istendiği anda hangi partinin seçimlere girebileceğini verebilecek bir durumda olmalı. Ancak biz de mahkemelerin ve savcılıkların ne kadar "düzensiz" olduğunu ehli olan bilir. Halkımızın sürekli olarak "adalet, adalet" diye bağırması boşuna değil...
Jeton geç düşünce...
Daha sonra gelen duyumlar üzerine DEHAP'ın örgütlenmesini incelemeye alan dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 7 Ekim'de YSK'ya DEHAP'ın seçime katılması konusunda itirazda bulunmuş. Başsavcılık, bu itirazında, İçişleri Bakanlığı'na yaptırdığı araştırmadan yola çıkarak, DEHAP'ın yalnızca 22 ilde örgütünün bulunduğunu, dolayısıyla seçime katılma yeterliğini taşımadığını bildirmiş.
Yargıtay'ın önceki günkü kararının gerekçesi ile Başsavcılığın bir yıl önceki itirazını dayandırdığı gerekçe, ilginçtir, birbirinin tıpatıp aynısı.
Başsavcılık, bu incelemeyi ve uyarıyı daha erkenden yapamaz mıydı?
Kanadoğlu, ''Toplam 81 ilin valiliğine ve emniyete yazı gönderip sorduk, cevapları bekledik. Bu süreç zaman aldı'' savunmasını getiriyor.
Başsavcılık, 7 Ekim'de DEHAP için itirazda bulunduğunda seçim takvimi kesinleşmiş, hatta gümrüklerde oy verme işlemi 2 Ekim'de başlamıştı.
YSK, bir hafta sonra 15 Ekim tarihinde, seçim iş ve işlemlerinin kesinleştiği gerekçesiyle bu itirazı dikkate almaya gerek olmadığına karar vermiş ve DEHAP'ın seçime katılması kesinleşmiş.
YSK üyeleri, bu kararı alırken DEHAP'ın seçime katılma yeterliğinin olmadığını kanıtlayan resmi belgeleri pekálá okumuşlar.
Kanadoğlu, YSK'nın ret kararı üzerine, hemen ertesi günü yani 16 Ekim'de DEHAP yöneticileri hakkında ''resmi evrakta sahtecilik'' suçu işledikleri iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunmuş. Ve bu karar kesin. Haliyle "seçimlerin akıbeti etkilenmez" diyenlerin en önemli hukuki dayanağı da bu. Bir mahkeme "bir konuda karar vermişse, artık o konuda ikinci bir karar" verilmez. Hukukun temel ilkelerinden biridir bu.
Ancak burada yeni bir durum var: "Yargıtay'ın DEHAP kararı, yeni bir belge-durum anlamına gelir" diyen hukukçular var. Hukuk ve Ceza mahkemelerinde, zamanaşımı süresi içinde yeni delil bulunduğunda, "iade-i muhakeme yapılır". Dava yeniden açılır ve yeni delil bu davada dikkate alınır. Mesela sizin bir alacağınız var, bunun karşılığında ise elinizde senet bulunuyor. Seneti kaybettiğinizde, yapacağınız br şey yok. Elinizde senet olmadan dava da açmışsınız. Mahkeme çok büyük ihtimalle sizin alacaklı olduğunuza hükmetmez. Ama 10 yıl içinde seneti bulup, dava açarsanız; iade-i muhakeme yapılabilir.
Burada kimi Anayasa hukukçuları, YSK'nın "iade-i denetleme" yapabileceğine işaret ederek, itirazın sanki 5 Kasım 2002'de yapılmış gibi YSK'nin meseleyi ele alması gerektiğine işaret ediyorlar.
Sonuçta, Türkiye'deki kurumlar görevlerini zamanında ve layıkıyla yapsalardı, muhtemelen Yargıtay'ın dünkü kararının Türkiye'yi içine soktuğu büyük belirsizlikle karşılaşmamış olacaktık.
Ayıkla pirincin taşını. Tabii, ayıklayabilirsen...
Yargıtay'ın DEHAP kararı ise, "seçim suçu işleyen kişilerin aldığı cezanın onanması" anlamına geliyor. Burada hukuki sorun şu: Ceza Mahkemesinin verdiği bir karar, bir nevi mahkeme olan YSK'yı etkiler mi? Türkiye'deki mevcut hukukta bunun çözümü yok. Bu bir eksiklik. Maalesef ülkemizde mevzuat çok karışık ve yetersiz. Böyle olduğundan sorunlar bitmek bilmiyor.
Bugüne kadar da YSK, yapılıp bitmiş bir seçim için Ceza Mahkemesinin verdiği bir kararı dikkate almamış.
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın baştan savma kararı
YSK, seçimlerde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile bağlantılı çalışır. TBMM seçim kararı aldığında YSK, hangi partilerin seçime katılabileceğini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na sorar. Oradan gelen yazı uyarınca da, seçime girebilecek partileri ilan eder. Nitekim TBMM, 31 Temmuz'da 3 Kasım'da seçim yapılacağı yönünde karar almıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da, bunun üzerine 1 Ağustos'ta Yüksek Seçim Kurulu'na, -DEHAP'ın yaptığı bildirimleri esas alarak- bu partinin 63 ilde örgütlendiğini, seçime katılmasında bir sakınca olmadığını bildirmiştir. Bunun üzerine YSK da, 2 Ağustos'ta "bunu kabul ederek", seçim pusulalarını basmış.
Siyasi Partiler Yasası'nın hükmü yeteri kadar açık. Yasaya göre, bir partinin seçime katılabilmesi için Türkiye'deki 81 ilin yarıdan bir fazlasında, yani 41 ilde örgütlenmesini tamamlamış olması gerekiyor.
Yasanın 10 ve 31 ve 33. maddeleri de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na, partilerin örgütlenme durumlarını düzenli bir şekilde inceleme ve araştırma görevini yüklüyor. Demek ki, bu tam olarak yapılmamış. Burada Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, istendiği anda hangi partinin seçimlere girebileceğini verebilecek bir durumda olmalı. Ancak biz de mahkemelerin ve savcılıkların ne kadar "düzensiz" olduğunu ehli olan bilir. Halkımızın sürekli olarak "adalet, adalet" diye bağırması boşuna değil...
Jeton geç düşünce...
Daha sonra gelen duyumlar üzerine DEHAP'ın örgütlenmesini incelemeye alan dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 7 Ekim'de YSK'ya DEHAP'ın seçime katılması konusunda itirazda bulunmuş. Başsavcılık, bu itirazında, İçişleri Bakanlığı'na yaptırdığı araştırmadan yola çıkarak, DEHAP'ın yalnızca 22 ilde örgütünün bulunduğunu, dolayısıyla seçime katılma yeterliğini taşımadığını bildirmiş.
Yargıtay'ın önceki günkü kararının gerekçesi ile Başsavcılığın bir yıl önceki itirazını dayandırdığı gerekçe, ilginçtir, birbirinin tıpatıp aynısı.
Başsavcılık, bu incelemeyi ve uyarıyı daha erkenden yapamaz mıydı?
Kanadoğlu, ''Toplam 81 ilin valiliğine ve emniyete yazı gönderip sorduk, cevapları bekledik. Bu süreç zaman aldı'' savunmasını getiriyor.
Başsavcılık, 7 Ekim'de DEHAP için itirazda bulunduğunda seçim takvimi kesinleşmiş, hatta gümrüklerde oy verme işlemi 2 Ekim'de başlamıştı.
YSK, bir hafta sonra 15 Ekim tarihinde, seçim iş ve işlemlerinin kesinleştiği gerekçesiyle bu itirazı dikkate almaya gerek olmadığına karar vermiş ve DEHAP'ın seçime katılması kesinleşmiş.
YSK üyeleri, bu kararı alırken DEHAP'ın seçime katılma yeterliğinin olmadığını kanıtlayan resmi belgeleri pekálá okumuşlar.
Kanadoğlu, YSK'nın ret kararı üzerine, hemen ertesi günü yani 16 Ekim'de DEHAP yöneticileri hakkında ''resmi evrakta sahtecilik'' suçu işledikleri iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunmuş. Ve bu karar kesin. Haliyle "seçimlerin akıbeti etkilenmez" diyenlerin en önemli hukuki dayanağı da bu. Bir mahkeme "bir konuda karar vermişse, artık o konuda ikinci bir karar" verilmez. Hukukun temel ilkelerinden biridir bu.
Ancak burada yeni bir durum var: "Yargıtay'ın DEHAP kararı, yeni bir belge-durum anlamına gelir" diyen hukukçular var. Hukuk ve Ceza mahkemelerinde, zamanaşımı süresi içinde yeni delil bulunduğunda, "iade-i muhakeme yapılır". Dava yeniden açılır ve yeni delil bu davada dikkate alınır. Mesela sizin bir alacağınız var, bunun karşılığında ise elinizde senet bulunuyor. Seneti kaybettiğinizde, yapacağınız br şey yok. Elinizde senet olmadan dava da açmışsınız. Mahkeme çok büyük ihtimalle sizin alacaklı olduğunuza hükmetmez. Ama 10 yıl içinde seneti bulup, dava açarsanız; iade-i muhakeme yapılabilir.
Burada kimi Anayasa hukukçuları, YSK'nın "iade-i denetleme" yapabileceğine işaret ederek, itirazın sanki 5 Kasım 2002'de yapılmış gibi YSK'nin meseleyi ele alması gerektiğine işaret ediyorlar.
Sonuçta, Türkiye'deki kurumlar görevlerini zamanında ve layıkıyla yapsalardı, muhtemelen Yargıtay'ın dünkü kararının Türkiye'yi içine soktuğu büyük belirsizlikle karşılaşmamış olacaktık.
Ayıkla pirincin taşını. Tabii, ayıklayabilirsen...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.