Ülkemizin aksakallısı, bilge insanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın uzun yıllarını vererek geliştirdiği ekonomik tezler, mesela Milli Paralarla Ticaret önerisi en tepedeki yetkililer tarafından her fırsatta dile getirilmeye başlayınca, yıllarca bilgisizce Haydar Baş'a yan bakan, yamuk bakan bazı tipler; "Gerçekten Haydar Hoca büyük adammış, adama yıllarca haksızlık yapmışız" demeye başladılar.
Onlar adına bu da bir gelişmedir, basiret adına bir ilerlemedir.
Bugüne kadar hep olduğu gibi, bundan sonra da Haydar Hoca'nın dediği çizgiye geleceklerinden hiç kuşkumuz yok ama, arzu ediyoruz ki iş işten geçmeden, ay bacayı savuşmadan gelsinler de ülke daha fazla kaybetmesin.
FETÖ konusunda yirmi sene öncesinden hem de en tepedeki isimleri uyarmış olmasına rağmen, toplumda saygın kabul edilen hacı-hoca, yazar-çizer, gazete-televizyon sahibi herkesi heyetler göndererek, belgeler göndererek uyarmasına rağmen koskoca ülke ancak 17-25 Aralık sürecinde "acaba Haydar Hoca haklı olabilir mi?" demeye başladı ve 15 Temmuz 2016'da tam uyandı ama bu uyanış, uzun süren bu gaflet oldukça pahalıya mâl oldu.
Daha önce bu gazetede yazılanlara, Meltem Medya gurubunda yapılan uyarılara burun kıvıranlar, dudak büküp geçenler 15 Temmuz felaketinden sonra; "gerçekten Haydar Hoca'ya kucak kucak özür borcumuz var" demeye başladılar.
Bekledik ki ülke olarak, millet olarak yaşadığımız bu çok acı tecrübeden sonra gerek ülkeyi yönetenler gerekse milletimiz Haydar Hoca'yı daha bir dikkatle dinler, daha bir özenle takip ederler ama, olmadı ta ki ekonomi duvara toslayana kadar.
Ne zaman ki dövizdeki fırıldaklar tavan yaptı, bir haftada milletin ve devletin hazinesi yarı yarıya döviz oyunları ile boşaltıldı, işte o zaman Haydar Hoca'nın tezleri hatırlandı ve akşam-sabah "Milli Paralarla Ticaret" tezi zikredilmeye başlandı.
Dünya çapında şöhretli ve de hürmetli doktor yanıbaşımızda, bir baba şefkati ile "şunu yapmayın mikrop kapacaksınız, şöyle davranın kazançlı çıkacaksınız, şu yolun sonu hüsrandır, şöyle giderseniz kurtuluştur" diye feryad ediyor ama biz onu dinlemiyoruz, anlamaya yanaşmıyoruz, reçetelerine asla önem vermiyoruz, ne zaman ki yatağa düşüyoruz "hele getirin Haydar Hoca'nın reçetelerini" demeye başlıyoruz o da, doktora duyurmadan, adını da millete duyurmadan ilaçları ile tedavi olmaya çalışıyoruz.
Böyle pansuman tedbirlerle nereye kadar?
Ele-ayağa düşmeden, yatak-yorgan yatar hale gelmeden doktorun kapısını çalsak daha akıllıca olmaz mı?
Onlar adına bu da bir gelişmedir, basiret adına bir ilerlemedir.
Bugüne kadar hep olduğu gibi, bundan sonra da Haydar Hoca'nın dediği çizgiye geleceklerinden hiç kuşkumuz yok ama, arzu ediyoruz ki iş işten geçmeden, ay bacayı savuşmadan gelsinler de ülke daha fazla kaybetmesin.
FETÖ konusunda yirmi sene öncesinden hem de en tepedeki isimleri uyarmış olmasına rağmen, toplumda saygın kabul edilen hacı-hoca, yazar-çizer, gazete-televizyon sahibi herkesi heyetler göndererek, belgeler göndererek uyarmasına rağmen koskoca ülke ancak 17-25 Aralık sürecinde "acaba Haydar Hoca haklı olabilir mi?" demeye başladı ve 15 Temmuz 2016'da tam uyandı ama bu uyanış, uzun süren bu gaflet oldukça pahalıya mâl oldu.
Daha önce bu gazetede yazılanlara, Meltem Medya gurubunda yapılan uyarılara burun kıvıranlar, dudak büküp geçenler 15 Temmuz felaketinden sonra; "gerçekten Haydar Hoca'ya kucak kucak özür borcumuz var" demeye başladılar.
Bekledik ki ülke olarak, millet olarak yaşadığımız bu çok acı tecrübeden sonra gerek ülkeyi yönetenler gerekse milletimiz Haydar Hoca'yı daha bir dikkatle dinler, daha bir özenle takip ederler ama, olmadı ta ki ekonomi duvara toslayana kadar.
Ne zaman ki dövizdeki fırıldaklar tavan yaptı, bir haftada milletin ve devletin hazinesi yarı yarıya döviz oyunları ile boşaltıldı, işte o zaman Haydar Hoca'nın tezleri hatırlandı ve akşam-sabah "Milli Paralarla Ticaret" tezi zikredilmeye başlandı.
Dünya çapında şöhretli ve de hürmetli doktor yanıbaşımızda, bir baba şefkati ile "şunu yapmayın mikrop kapacaksınız, şöyle davranın kazançlı çıkacaksınız, şu yolun sonu hüsrandır, şöyle giderseniz kurtuluştur" diye feryad ediyor ama biz onu dinlemiyoruz, anlamaya yanaşmıyoruz, reçetelerine asla önem vermiyoruz, ne zaman ki yatağa düşüyoruz "hele getirin Haydar Hoca'nın reçetelerini" demeye başlıyoruz o da, doktora duyurmadan, adını da millete duyurmadan ilaçları ile tedavi olmaya çalışıyoruz.
Böyle pansuman tedbirlerle nereye kadar?
Ele-ayağa düşmeden, yatak-yorgan yatar hale gelmeden doktorun kapısını çalsak daha akıllıca olmaz mı?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Gelsin / 25.04.2025
- İktidara düşen… / 22.04.2025
- Yaşadıklarımızın resmidir / 21.04.2025
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- İktidara düşen… / 22.04.2025
- Yaşadıklarımızın resmidir / 21.04.2025
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025