AB'ye üyelik süreci uzun yıllardan beri süregeliyor. Diyebiliriz ki, iktidar olmuş bütün partilerin yaşanan bu süreçte gayretleri vardır. Mevcut AKP hükümeti döneminde ise, AB konusu ana gündem haline geldi. Ne akla gelirse, hepsi AB'ye endekslenmeye çalışıldı. Adeta platonik bir aşk yaşanıyor, 'sonuç ne olursa olsun yolculuğumuz birlikte devam etsin' düşüncesi uygulanıyor. AB ise 'madem öyle' deyip, askeri olarak elde edemediklerini, siyasi olarak gerçekleştirmenin huzurunu yaşıyor. Bu arada halk ezilmiş, devletin varlığı tehlikeye girmiş, topraklar ayağımızın altından kaymış, hükümetin umurunda bile değil.Ve nihayet hükümet politikası başını taşa vurdu. AB, kendi isteklerinden zerre kadar taviz vermiyor ve sürekli istiyor. Son olarak Kıbrıs'ı istiyor ve vermezseniz olmaz' diyor. Aslında, AKP hükümeti imzaladığı ek protokolle, bütün Kıbrıs adasının sahibi olarak Rum kesimini zaten kabul etmişti. Fakat bunu milletimize izah etmekte zorlanıyor. AB ise, 'isteriz' diye bastırıyor. Genel seçime bir yıldan az zaman kaldığı için, hükümet çok rahat davranamıyor. AB Komisyonu oy birliği ile, AB sürecindeki bazı başlıklarda Türkiye'yi askıya alma kararı alınca dananın kuyruğu kopmuş oldu. AB, Kıbrıs konusunda hükümetten, daha önce Ek Protokol'e attığı imzanın gereğini istemektedir. Burada suçlu olan hükümettir. Avrupa sahtekârlık yapmıyor, açık oynuyor. Gözü kapalı oyuna iştirak eden ise AKP hükümetidir. Aslında hükümet attığı imzanın arkasındadır. Açmak için teklif ettiği limanların sayısı hiç önemli değildir. Önemli olan, Rum tarafının Kıbrıs Cumhuriyeti olarak kabul edilmesidir. AB de bunu bildiği için, Tayip Erdoğan'ın bu önerisini resmi ve yazılı olarak istemektedir. Niçin yazılı, çünkü: açılan bu yolda adım adım yürümek için. AB'nin amacı Türkiye'yi birliğe almak değil, ülke topraklarımıza sahip olmaktır. Üyelik süreci boyunca yaşananlar bunun en büyük ispatıdır. Türkiye'yi süreç koridorunda bekletmelerinin temel sebebi, dünya siyasetine uzun yüzyıllar baş olmuş ve baş olma potansiyeli olan Türkleri ortadan kaldırmak içindir. Yani kendi ulusal çıkarları içindir. AB bu tutumu ile kendi içine kapanmıyor, bilakis bize karşı gardını tam alıyor. AB'nin talimatları ile yapılanlara bakıldığı zaman elimizin nasıl zayıflatıldığı görülecektir. Fazla ileri gitmeye gerek yok, son ilerleme raporundaki bazı başlıklara baktığımızda bile, bize takdir edilen akıbet görülecektir. İşte bazı başlıklar:"TSK'NIN SİYASETİ ETKİLEDİ?İ İFADE EDİLMEKTEDİR"Herkesin konuşmasının serbest olduğu, hatta dış ülkelerin bile, iç politikamız hakkında istediğini konuştuğu günümüzde, Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamakla yükümlü olan askerin fikrini söylemesi hazmedilmiyor.'TOPRAKLARIMIZDA YENİ AZINLIK GRUPLAR ORTAYA ÇIKARILMAK İSTENMEKTEDİR'Lozan Anlaşmasında ifade edilen Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar'dan başka Türkiye'de yeni azınlıklar ortaya çıkarılmak isteniyor. Oluşturulmak istenen bu azınlık gruplara bir takım haklar sağlanarak, birliğimiz bozulmaya, ayağımızın altı oyulmaya çalışılıyor."301'NCİ MADDEDEN RAHATSIZ OLDUKLARI HER FIRSATTA DİLE GETİRİLMEKTEDİR" TCK 301. madde Türklüğü, Türkiye Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin aşağılanmasına müsaade etmemektedir. AB bundan rahatsız olmaktadır. Yani kendi ülkemizde parya olmamız istenmektedir. Azınlıklara her türlü taviz istenirken, milletten yasal hakkı bile gasp edilmeye çalışılıyor"Dİ?ER DİN MENSUPLARINA, KANUN ÜSTÜ HAKLAR TALEP EDİLMEKTEDİR"Heybeliada Ruhban okulunun açılması, misyonerlik çalışmalarının aleyhine konuşmanın bile yasaklanması, azınlık vakıflarına mal edinme hakkının verilmesi gibi tavizler isteniyor.Görüldüğü gibi AB'nin hedefi açık ve nettir. Açık ve net olmayan AB'ye taraf olan siyasilerdir.Kıbrıs bir kırılma noktasıdır. Limanlarımızı açarak, Kıbrıs Rum kesimini Kıbrıs'ın sahibi kabul edilerek, KKTC tasfiye edilmekte, bir başka ifade ile topraklarımız fiili olarak elimizden çıkmaktadır. Bunun arkasından, diğer vatan topraklarımızın elimizden çıkması hiç de zor olmayacaktır. Artık gelinen bu noktada AB politikası iflas etmiştir. Yıllar sonrasını göremeyebilirsiniz, hükümetin AB politikasında görüldüğü gibi, ayaklarının ucunu dahi göremeyebilirler. Bugün yapılması gereken haklıya hakkını vermektir. BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, 20 yıldan beri "Bizi AB'ye almazlar, AB devletleri ile aramızda kan uyuşmazlığı var", "AB bizi değil topraklarımızı elimizden almak istiyor", "AB'ye girelim demek, benim hiçbir milli çözümüm yok demektir. AB'nin kendi menfaatlerine teslim olmak, devleti ve milletimizi tasfiye etmek demektir" demiştir. Gelişmeler dün olduğu gibi bugün de Sayın Baş'ı haklı çıkarmıştır. O halde yapılması gereken, bize ait projeleri olan Milli Ekonomi Modeli, Sosyal Devlet Projesi sahibi Haydar Baş'ın liderliğinde milli bir mutabakat sağlanmasıdır. Aksi halde ileriyi görememekten ziyade doğrunun ve haklının yanında olmamak daha büyük kabahat olacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ahmet H. Kepekçi / diğer yazıları
- Dış politikanın kırılma noktası: Kıbrıs / 22.04.2025
- Algı yönetimi gölgesinde Suriye ve bölgesel tehditler / 20.04.2025
- Trump, Netanyahu ve Türkiye: Bölgedeki yeni denge / 15.04.2025
- Hoş Geldin Atatürk penceresinden Haydar Baş / 14.04.2025
- O’nun ışığı her geçen gün daha parlıyor / 13.04.2025
- Ekonomik buhrana karşı çözümümüz var / 09.04.2025
- Adalet mi dediniz hakkaniyet mi? / 05.04.2025
- Yunan bayramı, Türk dersi / 29.03.2025
- Asıl rakip ne İmamoğlu ne Yavaş: Hükümetin en büyük sınavı geçim krizi / 24.03.2025
- Bozduğun kantar seni de tartacak / 23.03.2025
- Algı yönetimi gölgesinde Suriye ve bölgesel tehditler / 20.04.2025
- Trump, Netanyahu ve Türkiye: Bölgedeki yeni denge / 15.04.2025
- Hoş Geldin Atatürk penceresinden Haydar Baş / 14.04.2025
- O’nun ışığı her geçen gün daha parlıyor / 13.04.2025
- Ekonomik buhrana karşı çözümümüz var / 09.04.2025
- Adalet mi dediniz hakkaniyet mi? / 05.04.2025
- Yunan bayramı, Türk dersi / 29.03.2025
- Asıl rakip ne İmamoğlu ne Yavaş: Hükümetin en büyük sınavı geçim krizi / 24.03.2025
- Bozduğun kantar seni de tartacak / 23.03.2025