İçinde yaşadığımız hayat şartları bizi sürükleyip götürüyor. Çoğunlukla da nereye doğru gittiğimizin farkında bile olmadan savrulup duruyoruz çarkın dişlileri arasında. Hele yaşadığınız yer birde İstanbul'sa bu dişliler sizi öyle bir öğütüyor ki bırakın anayı-babayı, çoluğu-çocuğu, kendini unutturuyor, Rabbını unutturuyor insana. Böylesine çözülmüş, kendine yabancılaşmış bir toplum içinde insanın herşeyi unutması mümkün. Allah bize kendisini, kendimizi, anamızı-babamızı, vatanımızı-milletimizi, memleketimizi unutturmasın. Bunlar olmadıktan sonra, biz kendimizden bihaber olduktan sonra yaşamanın ne kıymeti kalır ki? Hayatı kıymetli kılan, yaşamayı anlamlı hale getiren en önemli unsur sevgidir bence. Sevgiyi kaybetmiş bir gönül çorak bir tarlaya benzer. Canlıya üzerinde barınma imkanı bile tanımaz. Bu yüzden Allah'ın bir lütfu olarak doğuştan bize verilmiş olan bu paha biçilmez, yeryüzünde var olan her türlü ziynetten daha kıymetli hazinemize sahip çıkmamız, hayatımız için de, hayat sonrası için de bir zarurettir. Ana-babamıza bağlılığımızın, çoluk-çocuğumuza düşkünlüğümüzün, memleketimize hasretliğimizin, dostluklara ihtiyacımızın sebebi, sözün özü hayatın anlamıdır sevgi.
***
Nasıl her canlının hayatının devamı, gelişip büyümesi için beslenmeye ve ihtiyaçlarının karşılanmaya gereksinimi varsa, mekanı gönüller olan sevginin de beslenmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması bir zarurettir. Peki nedir sevgiyi besleyen şey? Sevginin de beslenmeye ihtiyacı mı olur? diye sorabilir, bu cevherin kendi kendine varlığını devam ettirebileceğini düşünebiliriz çoğu insan gibi. Alınıp satılamayan, tüketilemeyen, bize ait olduğunu düşündüğümüz müddetçe bizde kalabilecek bir servet zannedebiliriz. Hayır! sahip çıkmadığımız, besleyip büyütemediğimiz hiçbir varlık, maddi olsun manevi olsun, vasfı ne olursa olsun bizde kalıcı olamaz. Elimizin altından çıkar, parmaklarımızın arasından kayar giderde, hiç farkında bile olamayabiliriz. Bugün olduğu gibi.
***
Diyojen isminde bir filozof bir gün, gündüz vakti elinde yanan bir lüküs ile sokaklarda dolaşıyormuş. Onu bu halde görenler oldukça şaşırmışlar ve durdurup sormuşlar. Hayırdır üstad gündüzün bu vakti elinde lüküs ile ne yapıyorsun. Diyojen elindeki lüküsü kaldırıp insanlara tutarak "insan arıyorum, insan" demiş.Üstad gündüz vakti elde lüküs insan mı aranır? diye sormuşlar. "İnsanlığın kalmadığı yer karanlıktadır" bu yüzden lüküsü yaktım demiş. Evet sevgili dostlar, insana insanlık dediğimiz müsbet özellikleri veren birinci sıradaki zenginlik, sevgi dediğimiz o servettir. Sevginin olmadığı dünya, sevginin olmadığı gönül karanlıktadır, karanlıktır. ***Peki bu karanlıktan kurtulmak, bizi aydınlatan değerlerimize sahip çıkmak mümkün müdür? Mümkünse bu nasıl olabilir? Elbette mümkündür. Bir şeyin kaybedilmesini hazırlayan birtakım sebepler, yollar olduğu gibi, kazanılmasını sağlayan çözümler de vardır inancındayım. Bunları da dilerseniz daha sonraki sohbetlerimizde birlikte aramak temennisiyle hoşça kalın. Sevgiyle kalın.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- RESUL BALCI: Karlar düşerken / 22.02.2025
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012