Arapgirli Ömer Nurani Baba, Halifesi Ömer Hüdai'ye büyük ve kâmil mürşit Meşayıh-ı Kadriyye'den Dede Osman Avni Baba Urfevi'ye gitmesi gerektiğini, manevi tahsilinin geri kalan kısmını onun tarafından ikmal edileceğini işaret ve tavsiyede bulundu.Ömer Hüdai Baba bu emre istinaden Dede Osman Avni Baba'yı bulmak için derhal Urfa'ya gitti.Sokağın birinden geçerken bir evden zikir sesi duyar, bir süre sesi dinler ve içeri girer. Gözleri ağma bir veli zat zikri yönetmektedir. Zikir bittikten sonra "misafirimiz şöyle gelsin" der. Ömer Hüdai Baba'ya bir takım sualler sorar. Kendisinin imtihanda olduğunu hisseder ama sesini çıkarmaz. Bu yaşlı veli "Senin her şeyin tamam ama bir şeyin eksik"der. Hacı Ömer Hüdai Baba "Nedir o eksik olan?" diye sorar "Senin feyzin eksik"der. Hacı Ömer Hüdai Baba "Onu da sen ver" diyerek hiddetlenir. "Niye kızıyorsun Hacı Ömer? Senin nasibin Urfa'da, feyzini de Dede Osman'dan alacaksın demediler mi?" deyince Dede Osman Avni Baba'nın hemen eline sarılarak af diler. Dede Osman "Merak etme Hacı Ömer, feyzini tez alıp gideceksin" diyerek müjdeler.(Aydoğmuş, Günerkan "Harput Kültünde Din Alimleri" Manas Yay,S. Elazığ, s.204-205).Bir müddet sonra Dede Osman Avni Baba, Ömer Hüdai Baba'yı hacca gönderir. Borlu Kuddusi Baba ile Halep, Şam ve Hicaz yollarında Şeyh'inin teveccühüyle çok defalâr manevi fütuhatlara nail olur.Hacc farizası için Arafat'ta bulunduğu sırada bir gece rüyasında Hz. Fatıma anamızı gördü. "Ya Ömer, git de baban Resûlullah'ın kabristanından akan rahmet suyundan iç, ellerini yüzünü yıka" dedi. O da: "Ey Nebiy-yi Zi-şan'ın Kızı Resûlullah'ın kabristanında rahmet suyu yoktur ki içeyim" cevabını verir. Hacı Ömer Hüdai Baba'nın ellerinden tutan Hz. Fatıma Validemiz, onu doğruca babası Fahri-i Kainat Efendimizin Kabr-i Saadetlerine götürdü. Hüdai Baba, türbeye girince hayretler içinde kaldı. Çünkü Resûlullah (s.a.a.)'ın kabrinin ayak dibinde nurani bir su akıyor, bakanların gözlerini kamaştırıyordu. Fatıma Validemiz, eğilip avuçladığı suyu Hacı Ömer Hüdai Baba'ya içirdi. Onun ellerini ve yüzünü yıkadı. Sonra: "Yavrum, Ömer, nasibini aldın." der ve ortadan kaybolur, aynı anda uyanan Şeyh, vücudunun titrediğini, içinin ferahlamış olduğunu, dilinin "Allah" esmasını zikrettiğini gördü. (Ayten, Yunus, "Hacı Ömer Hüdai Babnın Hayatı", Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Şule Yayınları, İstanbul, 1996, IX, 270).Hüdai Baba, Şeyh'i için derdi ki: "Zahirden gözleri görmezdi ama manen mü'minlerin hallerini sezer, onların durumlarını bilirdi. O, devrinin Kutbu idi."Günlerden birgün bir âlimin Mekke'ye geldiğini, Kâbe'de halka vaaz ettiğini duydu. Akın akın o tarafa giden halkla Beytullah'a gitti. Gördü ki hakikaten çok büyük bir âlim o kadar güzel vaaz ediyor ki dinleyenler coşkunluk içindeler. Kimi ağlıyor, kimi baygınlık halinde, kimisi de kendinden geçmiş bir halde. Avam tabakasındaki halktan, yukarı doğru âlimler, şeyhler ve şehir eşrafı büyük âlimi dinlemek için Kâbe'de bulunuyorlardı. Yüzü yeşil bir nikapla örtülü olan âlim zat, gittikçe coştu, halkı da o derece coşturdu. Sohbetin ardından Beytullah'ta bulunanların cümlesi o kadri yüce zata intisap ettiler. Hacı Ömer Hüdai ise bir köşeye çekilmiş, hiç sesini çıkarmadan duruyordu. Onun bu hali sohbet eden zat tarafından anlaşılmış olacak ki, Hüdai Baba Hazretlerine yaklaşıp sordu:Devam edeceğiz inşallah?
Karani ARDA / diğer yazıları
- Manevi Mimar Hacı Ömer Hüdai Baba-IV / 14.08.2015