O gece evde yalnız kalacaktı. Annesi, babası ve küçük kardeşi bir aile dostunu ziyarete gitmişlerdi, gece geç geleceklerdi. Ertesi günkü mühim sınavına çalışmak üzere genç kız evde kalmayı tercih etmişti.
Akşam olmadan tüm perdeleri kapadı. Şehrin bir hayli dışında bir kaç apartmandan oluşan küçük bir sitede oturuyorlardı. Sessiz ve sakin bir yer olması bütün bir günün yorgunluğunu atmak için çok iyi geliyordu. Ama evde hiç kimse olmayınca bu sessizlik çok rahat bir ürpertiye dönebiliyordu.
Karışık düşüncelerle çalışma masasına yeni oturmuştu ki ardı ardınca kapı zili çalmaya başladı. Israrlı bu çalışlara pek mana verememekle beraber, aklındaki "kim olabilir" sorusuyla kapıya doğru yöneldi.
-Kim o, kim o? cevap gelmiyordu
-Cevap verir misiniz kimsiniz?
Kapı zili kesilmişti. Kapıdakiden hiç bir ses gelmemiş olmasını aceleci şahsın gidişi olarak yorumlamıştı.
İnsanın kendiyle başbaşa kaldığı vakitlerde içinden gelen iki sesin karşılıklı konuşmaları olur ya, işte öylece kendi kendiyle konuşuyordu.
Daha doğrusu konşulanları dinliyordu. "O kadar ısrarlar kapıyı çaldığı halde niye hemen gitti?" "Olabilir canım, ne kadar da abartıyorsun. Akşam iyice çöktükçe korkmaya mı başlıyorsun yoksa?"
Akşamın karanlığı tam demine gelmeden kara bulutlarla ikinci bir örtü daha serilmişti sanki gökyüzüne. Gökgürültüleri şimşeklerin çakışından hemen sonra duyuluyordu, belli ki şiddetli bir yağmur yağacaktı. Annesi küçükken gökgürültülerini göğün kızması olarak anlatmıştı, demek ki bu sefer çok kızgındı. Evdeki sessizliği delercesine duyulan bu müthiş gürültü, nasıl olsun da yalnızlığını korkuya bırakmasındı. Kulaklarını elleriyle kapadı, gökgürültüsünü bir nebze az duyabilmek için.
Saatler ilerliyordu ama yamur bir türlü dinmek bilmiyordu. İçindekilerle konuşmaktan dersine çalışamamıştı. Tekrar çalan kapı zilini duyunca masadan kalktı. Önceki gibi ısrarlı çalışlar vardı. Bu sefer hızlıca gitti, geleni kaçırmamak için. Ancak önceki gibi yine "kim o" sesine cevap bulamamıştı. Peki niye kapıya gidince kapı zilinin çalınması bitiyordu?
Tekrar yerine oturdu. Korkusu biraz daha artmıştı. Ders çalışmaktan vazgeçmişti artık. Tek istediği uykusunun çabucak gelmesiyle geceyi çabucak bitirmekti. Ya kapı tekrar çalarsa, o yabancı tekrar gelirse... Uyumalıyım, hemen uyumalıyım diyerek kanepeye uzandı. Uykusunun gelmesi için kendi kendine öyküler anlatıyordu. Güzel şeyler düşünüp rahatlamak istiyordu. Ama düşünceleri korkularını azaltma konusunda hiç ondan tarafta gibi değildi. Ortaokul yıllarında ölümcül bir hastalığa yakalanan arkadaşı geldi aklına. Son zamanlarına yakın birilerinin onu almaya geldiğini anlatmıştı. Bu misafirleri kimse görmediği için, hiç kimse inanmıyor, hastalığı sebepli hayal gördüğünü söylüyorlardı. Genç kızın son ziyaretinde "biliyorum, çok yakında öleceğim, seni bir daha göremeyeceğim. Hakkını helal et" diye veda etmişti.
Ve söylediği gibi iki gün sonra Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu. Bu acı olay, o bilinmeyen misafirler... Nerden gelmişti şimdi aklına. "Kapımı ardı ardınca çalan ölüm meleği miydi yoksa?" "Böyle mi gelir, neler saçmalıyorsun" diyerek içindeki sesi susturdu genç kız. Ancak içinden gelen ses durmuyordu, haykırıyordu: "Ölüm her an ve her şekilde gelebilir!"
İşte yine kapı zili... Genç kız korkudan titremeye başlamıştı. Kanepeden kalktı. Titrek sesiyle bağırdı;
-Kim o, kim o?! Lütfen cevap verin!
Kapı zili yine ısrarla ardı ardınca çalınıyor ve yine hiç bir cevap gelmiyordu. İyice yaklaşınca tekrar sordu;
-Kimsiniz? Lütfen cevap verin! Allah'ım!..
Ne olacaksa görmeliydi, bir hışımla kapıyı açtı. Az önce ısrarla çalınan kapının önünde şimdi kimsecikler yoktu. Tuhaf olan ise, yerde ikiye katlanmış bir kağıdın olmasıydı. Tüm bu olanlarla takadi iyiden iyiye azalan genç kız büyük bir güçlükle eğildi yere doğru ve kağıdı aldı.
Kağıdı açıp üstündeki büyük harflerle yazılmış yazıyı kekeleyerek okumuştu.
"ÖLÜME HAZIR MISIN?"
Bir çığlık koptu. Anne hızlıca mutfaktan salona girdi ve kanepede uzanmakta olan kızına doğru eğildi.
-Ne oldu kızım, kötü bir rüya mı gördün?
Genç kız "anne" diye yalvarmaklı sesle annesine sıkıca sarıldı. Kollarından ayrılınca korkulu gözlerle bakmaya başladı.
-Siz, siz ne zaman geldiniz anne? Ben kanepeye ne zaman geldim?... Aaa, sabah olmuş...
-Çok fazla oturmadık yavrum, onbirlere doğru eve geldik. Işık açık olduğu için uyumadın diye zili çaldık uzun müddet ama açmayınca babandaki anahtarla girdik eve. Sen masada uyuya kalmışsın, yatağına geçmen için ısrar edince sen de kanepeye geçtin, orda uyumuşsun.
-Ah anne, gördüklerim hep rüyaymış demek. Aslında kapı zilini duydum, ama kalktığımı biliyordum. Çok korktum... Ölüm meleği geliyormuş anne... Bir kağıt bırakılmıştı kapının önüne, "ölüme hazır mısın" yazıyordu.
Anne kızını sakinleştirmek için alnına öpücük kondurdu ve sarıldı.
-Güzel kızım benim, Hak Teala kimi kullarına ikaz için böyle rüyalar gösterir. Sevinmeli ve gerekli hisseyi almalısın. Tamam mı? Kul ölüme daim hazır olmalı...
Bu sırada küçük kardeşi hızla yetişti.
-Abla, baksana, senin ismine yazılmış bir kağıt buldum kapının önünde.
Genç kız hemencecik kağıdı açtı. Yazı şekli ve düzeni aynıydı. Kağıtta büyük harflerle "ÖLÜME HAZIR MISIN" yazıyordu.
Fatıma LEYLA
Akşam olmadan tüm perdeleri kapadı. Şehrin bir hayli dışında bir kaç apartmandan oluşan küçük bir sitede oturuyorlardı. Sessiz ve sakin bir yer olması bütün bir günün yorgunluğunu atmak için çok iyi geliyordu. Ama evde hiç kimse olmayınca bu sessizlik çok rahat bir ürpertiye dönebiliyordu.
Karışık düşüncelerle çalışma masasına yeni oturmuştu ki ardı ardınca kapı zili çalmaya başladı. Israrlı bu çalışlara pek mana verememekle beraber, aklındaki "kim olabilir" sorusuyla kapıya doğru yöneldi.
-Kim o, kim o? cevap gelmiyordu
-Cevap verir misiniz kimsiniz?
Kapı zili kesilmişti. Kapıdakiden hiç bir ses gelmemiş olmasını aceleci şahsın gidişi olarak yorumlamıştı.
İnsanın kendiyle başbaşa kaldığı vakitlerde içinden gelen iki sesin karşılıklı konuşmaları olur ya, işte öylece kendi kendiyle konuşuyordu.
Daha doğrusu konşulanları dinliyordu. "O kadar ısrarlar kapıyı çaldığı halde niye hemen gitti?" "Olabilir canım, ne kadar da abartıyorsun. Akşam iyice çöktükçe korkmaya mı başlıyorsun yoksa?"
Akşamın karanlığı tam demine gelmeden kara bulutlarla ikinci bir örtü daha serilmişti sanki gökyüzüne. Gökgürültüleri şimşeklerin çakışından hemen sonra duyuluyordu, belli ki şiddetli bir yağmur yağacaktı. Annesi küçükken gökgürültülerini göğün kızması olarak anlatmıştı, demek ki bu sefer çok kızgındı. Evdeki sessizliği delercesine duyulan bu müthiş gürültü, nasıl olsun da yalnızlığını korkuya bırakmasındı. Kulaklarını elleriyle kapadı, gökgürültüsünü bir nebze az duyabilmek için.
Saatler ilerliyordu ama yamur bir türlü dinmek bilmiyordu. İçindekilerle konuşmaktan dersine çalışamamıştı. Tekrar çalan kapı zilini duyunca masadan kalktı. Önceki gibi ısrarlı çalışlar vardı. Bu sefer hızlıca gitti, geleni kaçırmamak için. Ancak önceki gibi yine "kim o" sesine cevap bulamamıştı. Peki niye kapıya gidince kapı zilinin çalınması bitiyordu?
Tekrar yerine oturdu. Korkusu biraz daha artmıştı. Ders çalışmaktan vazgeçmişti artık. Tek istediği uykusunun çabucak gelmesiyle geceyi çabucak bitirmekti. Ya kapı tekrar çalarsa, o yabancı tekrar gelirse... Uyumalıyım, hemen uyumalıyım diyerek kanepeye uzandı. Uykusunun gelmesi için kendi kendine öyküler anlatıyordu. Güzel şeyler düşünüp rahatlamak istiyordu. Ama düşünceleri korkularını azaltma konusunda hiç ondan tarafta gibi değildi. Ortaokul yıllarında ölümcül bir hastalığa yakalanan arkadaşı geldi aklına. Son zamanlarına yakın birilerinin onu almaya geldiğini anlatmıştı. Bu misafirleri kimse görmediği için, hiç kimse inanmıyor, hastalığı sebepli hayal gördüğünü söylüyorlardı. Genç kızın son ziyaretinde "biliyorum, çok yakında öleceğim, seni bir daha göremeyeceğim. Hakkını helal et" diye veda etmişti.
Ve söylediği gibi iki gün sonra Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu. Bu acı olay, o bilinmeyen misafirler... Nerden gelmişti şimdi aklına. "Kapımı ardı ardınca çalan ölüm meleği miydi yoksa?" "Böyle mi gelir, neler saçmalıyorsun" diyerek içindeki sesi susturdu genç kız. Ancak içinden gelen ses durmuyordu, haykırıyordu: "Ölüm her an ve her şekilde gelebilir!"
İşte yine kapı zili... Genç kız korkudan titremeye başlamıştı. Kanepeden kalktı. Titrek sesiyle bağırdı;
-Kim o, kim o?! Lütfen cevap verin!
Kapı zili yine ısrarla ardı ardınca çalınıyor ve yine hiç bir cevap gelmiyordu. İyice yaklaşınca tekrar sordu;
-Kimsiniz? Lütfen cevap verin! Allah'ım!..
Ne olacaksa görmeliydi, bir hışımla kapıyı açtı. Az önce ısrarla çalınan kapının önünde şimdi kimsecikler yoktu. Tuhaf olan ise, yerde ikiye katlanmış bir kağıdın olmasıydı. Tüm bu olanlarla takadi iyiden iyiye azalan genç kız büyük bir güçlükle eğildi yere doğru ve kağıdı aldı.
Kağıdı açıp üstündeki büyük harflerle yazılmış yazıyı kekeleyerek okumuştu.
"ÖLÜME HAZIR MISIN?"
Bir çığlık koptu. Anne hızlıca mutfaktan salona girdi ve kanepede uzanmakta olan kızına doğru eğildi.
-Ne oldu kızım, kötü bir rüya mı gördün?
Genç kız "anne" diye yalvarmaklı sesle annesine sıkıca sarıldı. Kollarından ayrılınca korkulu gözlerle bakmaya başladı.
-Siz, siz ne zaman geldiniz anne? Ben kanepeye ne zaman geldim?... Aaa, sabah olmuş...
-Çok fazla oturmadık yavrum, onbirlere doğru eve geldik. Işık açık olduğu için uyumadın diye zili çaldık uzun müddet ama açmayınca babandaki anahtarla girdik eve. Sen masada uyuya kalmışsın, yatağına geçmen için ısrar edince sen de kanepeye geçtin, orda uyumuşsun.
-Ah anne, gördüklerim hep rüyaymış demek. Aslında kapı zilini duydum, ama kalktığımı biliyordum. Çok korktum... Ölüm meleği geliyormuş anne... Bir kağıt bırakılmıştı kapının önüne, "ölüme hazır mısın" yazıyordu.
Anne kızını sakinleştirmek için alnına öpücük kondurdu ve sarıldı.
-Güzel kızım benim, Hak Teala kimi kullarına ikaz için böyle rüyalar gösterir. Sevinmeli ve gerekli hisseyi almalısın. Tamam mı? Kul ölüme daim hazır olmalı...
Bu sırada küçük kardeşi hızla yetişti.
-Abla, baksana, senin ismine yazılmış bir kağıt buldum kapının önünde.
Genç kız hemencecik kağıdı açtı. Yazı şekli ve düzeni aynıydı. Kağıtta büyük harflerle "ÖLÜME HAZIR MISIN" yazıyordu.
Fatıma LEYLA
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.