‘İnsanda sevgi galip gelince seçme kabiliyeti azalır’
İnsanda sevgi galip gelince seçme kabiliyeti azalır. Dünya ile âhiret ayırd edilemez. Kabulle red birbirine karışır
30.03.2025 00:41:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





İnsanda sevgi galip gelince seçme kabiliyeti azalır. Dünya ile âhiret ayırd edilemez. Kabulle red birbirine karışır.
Kalbini, Hakk'ın sevgisi ile dolduran, hayırda ve şerde mevcut güzelliği birleştirir. Bu hâle gelenin bütün cihetleri bir yön olur. Tek yön olur, o da Hakk'ın Zâtıdır...
Sevgi her şeyi birleştirir. Haberi verilenle, gözle görüleni aynı yapar. Zararlı ile faydalıyı, tek cepheden gösterir.
Sevgi taşıyan kalp, daimî bir vecd ve yenilikler içindedir. Orada bir bakarsın, Hakk'ın celâl sıfatı tecelli eder, onun zikri olur.
Bir bakarsın cemâl tecelli etmiş ve O'nun zikri başlamış. Onun günleri daima bir dehşet içinde geçer.
Her ne kadar yaklaşsa, daha öteye geçmeye devam eder. Aradığını görüp yaklaşmayı arzuladıkça yol uzar, gider.
Musa peygamberin gördüğü nur ateşi de böyle idi. Musa (a.s) görüp yaklaştıkça, o uzaklaşıyordu. Ve nihayet: "Muhakkak ben Allah'ım" (Ta-Ha/14) hitabını duyuncaya kadar o ateşin peşinde gitti.
Kalp de böyledir. O yakınlık nurunu görür ve ona doğru ilerler. Ona her adım attıkça uzağa kaçırır. Bu hâl, kitabın yazısı yerini buluncaya kadar devam eder.
Adımlar son haddini bulur. İşler değişmeye başlar. O zaman tâlib olan matlûb olur. Gayecinin kendisi gaye olur. Arzu duyup yürüyen, arzulanan zât olur. Çünkü, Hak tarafından cezbe gelmiştir; O'ndan bir cezbe insanların ve cinlerin yapmakta olduğu işlerin tümünden değerlidir.
Hak Teâlâ Hazretleri kuluna baktığı zaman, onu, tabiat yuvasından ayrı, halka veda etmiş, şahsî heveslerini bir yana itmiş bulursa, işte o dem yakınlığını verir.
Kul, Hakk'a tâlib olur, O'nun gayretine düşer ve kalkması, oturması O'nun için olursa lütuf bucağına varır. Hak Teâlâ, kuluna baktığı zaman: Onu namaz, oruç, cihad içinde ve yalnız, kimsesiz, aynı zamanda dikkatli ve her karanlığa ışıkla vardığını görürse onu, geçmişte aldığı karar icabı fazilet sofrasına alır.
Sen yükselmeyi arzularsın, ama henüz tohum hâlindesin. Cennete girmeyi dilersin, fakat ona vardıracak işleri yapmazsın…
Bir kalp, dünya varlığından açılır, Hak yakınlığına misafir olursa, kullardan bir talebde bulunmaz. Onlardan af dilemez ve masum olduğunu onlara anlatmak ihtiyacını duymaz.
Yer zemininden yaratılmışların son durağı olan Arş'a kadar dolan halkın hiçbirinden beklediği olmaz. Ona göre her şey Zâttan ibarettir ve mahlûk yoktur. Ve sanki Hak hiçbir şey halk etmedi.
Varlıkta Zâtından başkası yok. Bu anlayışa sahip olan kalp vahid olan Hak için tektir. Seven ve sevilen O'dur. Tâlib ve matlûb O'dur. Zâkir ve mezkûr yine O... O'ndan başkasını göremez…
Hak Teâlâ, bütün nimetleri birer isme bürür ve sevdiği kulların ıslâhı için varlık âlemine çıkarır. Dolayısiyle onlar da hidayeti bulur, Hakk'ın sefiri, delili olurlar. Daha sonra o kulların kalbine Tekvin sıfatı tecellisi hakkını yerleştirir. Dillerine duâ ettirir ve icabet husule getirir.
Bu zaman âhir zaman oldu. Nifak ve daimî bir kibir devri oldu. Herkes kendini beğenmekte. Her yerden küfür kokusu geliyor.
Kendini beğenme perdesine bürünmen, seni Hakk'ın gözünden düşürür. Küfürle kibir bu yolun zıddıdır. Her ikisi de Hakk'ın kudsî tecellisinden alıkoyar.
Bir kimse sana nifakın ne olduğunu sorarsa, ona, Peygamber (s.a.a.v) efendimizin şu Hadîs-i Şerifini oku: "Münafık, emanete karşı hiyanet eder. Konuşmalarına yalan katar. Verdiği sözde durmaz." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)
Kalbini, Hakk'ın sevgisi ile dolduran, hayırda ve şerde mevcut güzelliği birleştirir. Bu hâle gelenin bütün cihetleri bir yön olur. Tek yön olur, o da Hakk'ın Zâtıdır...
Sevgi her şeyi birleştirir. Haberi verilenle, gözle görüleni aynı yapar. Zararlı ile faydalıyı, tek cepheden gösterir.
Sevgi taşıyan kalp, daimî bir vecd ve yenilikler içindedir. Orada bir bakarsın, Hakk'ın celâl sıfatı tecelli eder, onun zikri olur.
Bir bakarsın cemâl tecelli etmiş ve O'nun zikri başlamış. Onun günleri daima bir dehşet içinde geçer.
Her ne kadar yaklaşsa, daha öteye geçmeye devam eder. Aradığını görüp yaklaşmayı arzuladıkça yol uzar, gider.
Musa peygamberin gördüğü nur ateşi de böyle idi. Musa (a.s) görüp yaklaştıkça, o uzaklaşıyordu. Ve nihayet: "Muhakkak ben Allah'ım" (Ta-Ha/14) hitabını duyuncaya kadar o ateşin peşinde gitti.
Kalp de böyledir. O yakınlık nurunu görür ve ona doğru ilerler. Ona her adım attıkça uzağa kaçırır. Bu hâl, kitabın yazısı yerini buluncaya kadar devam eder.
Adımlar son haddini bulur. İşler değişmeye başlar. O zaman tâlib olan matlûb olur. Gayecinin kendisi gaye olur. Arzu duyup yürüyen, arzulanan zât olur. Çünkü, Hak tarafından cezbe gelmiştir; O'ndan bir cezbe insanların ve cinlerin yapmakta olduğu işlerin tümünden değerlidir.
Hak Teâlâ Hazretleri kuluna baktığı zaman, onu, tabiat yuvasından ayrı, halka veda etmiş, şahsî heveslerini bir yana itmiş bulursa, işte o dem yakınlığını verir.
Kul, Hakk'a tâlib olur, O'nun gayretine düşer ve kalkması, oturması O'nun için olursa lütuf bucağına varır. Hak Teâlâ, kuluna baktığı zaman: Onu namaz, oruç, cihad içinde ve yalnız, kimsesiz, aynı zamanda dikkatli ve her karanlığa ışıkla vardığını görürse onu, geçmişte aldığı karar icabı fazilet sofrasına alır.
Sen yükselmeyi arzularsın, ama henüz tohum hâlindesin. Cennete girmeyi dilersin, fakat ona vardıracak işleri yapmazsın…
Bir kalp, dünya varlığından açılır, Hak yakınlığına misafir olursa, kullardan bir talebde bulunmaz. Onlardan af dilemez ve masum olduğunu onlara anlatmak ihtiyacını duymaz.
Yer zemininden yaratılmışların son durağı olan Arş'a kadar dolan halkın hiçbirinden beklediği olmaz. Ona göre her şey Zâttan ibarettir ve mahlûk yoktur. Ve sanki Hak hiçbir şey halk etmedi.
Varlıkta Zâtından başkası yok. Bu anlayışa sahip olan kalp vahid olan Hak için tektir. Seven ve sevilen O'dur. Tâlib ve matlûb O'dur. Zâkir ve mezkûr yine O... O'ndan başkasını göremez…
Hak Teâlâ, bütün nimetleri birer isme bürür ve sevdiği kulların ıslâhı için varlık âlemine çıkarır. Dolayısiyle onlar da hidayeti bulur, Hakk'ın sefiri, delili olurlar. Daha sonra o kulların kalbine Tekvin sıfatı tecellisi hakkını yerleştirir. Dillerine duâ ettirir ve icabet husule getirir.
Bu zaman âhir zaman oldu. Nifak ve daimî bir kibir devri oldu. Herkes kendini beğenmekte. Her yerden küfür kokusu geliyor.
Kendini beğenme perdesine bürünmen, seni Hakk'ın gözünden düşürür. Küfürle kibir bu yolun zıddıdır. Her ikisi de Hakk'ın kudsî tecellisinden alıkoyar.
Bir kimse sana nifakın ne olduğunu sorarsa, ona, Peygamber (s.a.a.v) efendimizin şu Hadîs-i Şerifini oku: "Münafık, emanete karşı hiyanet eder. Konuşmalarına yalan katar. Verdiği sözde durmaz." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.