Önceki yazımızda insan ve insan hakları meselesine kısaca değinmiştik.Bugün insan ve hak meselesini daha ayrıntılı olarak ele almadan evvel, hayvan hakları savunucularını ayağa kaldıran bir olayı aktaralım. Kanada'da her yıl resmi olarak uygulanan fok katliamı yaşandı. Fokların çivili demirlerle öldürüldüğü bu uygulama devlet eliyle yapılıyor; sebebi ise fok yağının kozmetik sanayi için önemli bir hammadde oluşu. İnsanın içini sızlatan bu katliamı izleyen, bir yavru fok balığının gözündeki yaşlar ekrana yansıdı. Hatırlanacağı gibi sömürgeciler, Kanadalı yerlileri buna benzer yöntemlerle yok ederek, bu topraklara yerleşmişlerdi. İnsanın yaşam hakkını gasbeden bir anlayış, herhalde foklara da hayat hakkı tanımayacaktır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, BM Genel Kurulu'nda 1948 yılında kabul edildi. Yani insanoğlunun doğuştan getirdiği en temel haklar, asırlar boyu gasbedildikten sonra, zamanımızdan 50 yıl önce kağıt üzerinde, bir kısım insanlara iade edilebildi. Neden kağıt üzerinde diyoruz? Çünkü, Beyannamenin 3. Maddesi "Yaşamak ve özgürlük herkesin hakkıdır."9. Maddesi"Hiç kimse keyfi olarak yakalanıp tutuklanamaz, sürgün edilemez."5. Maddesi"Hiç kimseye işkence yapılamaz. Zalimce, insanlık dışı, onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz" demektedir. Ancak bugün Irak'ta, Filistin'de yaşananları nasıl izah edebiliriz? Ebu Garib'de, Samarra'da Irak'ın tamamında yaşananlar hangi beyannamenin, hangi maddesinin kapsamına giriyor acaba?Halbuki insan şerefli bir varlıktır. Haklarıyla birlikte doğar. Prof. Dr. Haydar Baş, aynı zamanda doktora tezi olan "Veda Hutbesinde İnsan Hakları" isimli eserinde şunları söylüyor; "İnsan hakkı, Allah'ın bahşettiği, insana faydalı ve ona ait olan ve doğuştan getirilen değerlerdir. Bu haklar Allah'ın karşılıksız bahşettiği lütuflardır. İnsanın bu zati hakları, ne kimsenin tekelindedir, ne de bu hakları vermek veya kısıtlamak bir kişinin yetkisindedir...Buna göre insanın hayat hakkı, mülkiyet hakkı, aile kurma hakkı, inanma ve ibadet etme hakkı, düşünme ve fikrini söyleme hakkı vardır." (Veda Hutbesinde İnsan Hakları, S. 232) Özgürlük nedir? Özgürlük günümüz dünyasında "insanın kimseye zarar vermeden istediğini yapabilmesi" şeklinde tarif edilmektedir. Bu tarif eksiktir. Çünkü, asıl özgürlük, kişinin kendine ve çevresine zarar vermeden, belli bir ölçü çerçevesinde hayatına devam etmesidir."Hak ve vazife, yetki - mesuliyet münasebeti ile birbirine yakın, birbirini tamamlayan mefhumlardır, bir hak beraberinde vazife şuurunu da taşır. Her hak bir yetkinin, her vazife de bir mesuliyetin sebebidir... Hak ve vazife, bir baskıya neden olacak bir imtiyaz sebebi olmadığı gibi, hürriyet de, mesuliyet hissi taşımadan, aşırı bir başıboşluğa gidiş değildir."(Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e. S. 231)Liberalizm'le beraber "Bırakınız yapsınlar" mantığı ile, kapitalizmin serbest rekabet ortamıyla zirveye çıkan baştankara hürriyet anlayışı, insanlığın başına bela olmuştur. Sonuçta insanın en temel hakları elinden alınmıştır. Enteresan olan Avrupalı fikir adamlarının bu süreci doğal kabul etmesi, eşitsizliğin olağan görünmesidir.Voltaire, Felsefe sözlüğünde "İnsanların, buyuranlar ve iş görenler olarak ikiye ayrılması kaçınılmazdır. Eşitsizlik olağandır. İnsan toplumunun bozulmaması için, köleler köleliğini yapmalıdır. Toprak paylaşımında talihsiz bir atanın çocuğu iseniz, sonsuza kadar payınıza ırgatlık ve dayak yemek düşecektir" diyor.(Düşünce Tarihi, Ö. Hançerlioğlu) Bugün dünyanın manzarası da bu değil midir? Vahşi kapitalizmin çarkları içinde fakir daha fakir, zengin daha zengin oluyor. Sermaye giderek tekelleşirken, büyük kitleler açlık ve sefalet içinde kıvranıyor. Beyannamelerde zikredilen, mülk edinme, çalışma, kazanma hakkı bu tablonun neresindedir? Bir işçi ömür boyu çalışsa da, bu sistem içinde işçi olmaktan kurtulamayacaktır. Mülk edinme hakkı kağıt üzerinde mevcut, ancak bu adaletsiz döngüde insan bu hakkını nasıl kullanabilir? Kapitalizmin kuralları, Voltaire'in dediği gibi köleleri köle, efendileri efendi tayin etmiştir. Sosyal devlet anlayışının bu konuda, fevkalade bir ölçü ortaya koyduğunu görüyoruz. Sosyal devlet Modeli, çalışması ve üretmesi nispetinde insana imkan tanımakta, bir işçiye patron, mal sahibi olma yolunu açmaktadır. Gelir dağılımındaki farklılıklar, en aza indirilmektedir. Çünkü, eşitsizlik olağan değildir. Doğru olan, eşitliği temin etmek, sömürü ve tekelleşmenin önüne geçmektir. İnsan hakları ancak bu şekilde tam olarak hayata geçirilebilir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Hamza Baş / diğer yazıları
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü (2) / 25.07.2014
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011