Oğuz KÖRO?LU. e-mail: oguz_koroglu@hotmail.com
Oğuz Kağan Destanı; Türk Milleti'nin binlerce asırdan beri değişmeyen karakteristik yapısını: hür ve bağımsız hayat sürme, sözünde durma, dürüst, çalışkan, ata ve silaha hâkim, güçlü ve gururlu, töreye ve devlete bağlı insan modeliyle "yiğit" dediğimiz "alp" tipine dayandırır. Bu anlayış, İslam'ın kabulüyle birlikte "alperen" olarak karşımıza çıkar. Oğuz Kağan ise, alperenin ta kendisidir. Türklerin
dünya sahnesine çıktıklarından itibaren milli benlik ve geleneklerini en güzel bir şekilde yansıtan Oğuz Kağan Destanı, özellikle Türk kültürü ve tarihi hakkında önemli ipuçlar vermektedir.
Türklerin dünya sahnesine çıktıklarından itibaren milli benlik ve özelliklerini, kültür ve geleneklerini en güzel bir şekilde yansıtan Oğuz Kağan Destanı, Türk kültürü ve tarihi hakkında önemli ipuçları veren Türk destanlarındandır.
Geçmişe ışık tutarak Türk milletinin karakterini, dünya görüşünü, idealini, geçmişteki yaşayışını, günümüze kadar gelen özelliklerini, devlet anlayışını ve ahlâk ölçülerini ortaya koyan Oğuz Destanı'nın beş ayrı yazma nüshası vardır. Çağatayca, Farsça ve Uygurca yazmalarında Oğuz boyları, Türk dili, edebiyatı, folklorü, tarihi ve kültürü hakkında geniş bilgiler verilmektedir.
İslâmiyet'le gelen yeni kimlik
Oğuz Kağan Destanı, 13. Yüzyıldan itibaren yazıya geçirilmiştir. Bu destan yazıya geçirilirken İslam dinine ait pek çok unsur da esere girdi. Türklerin milli özellikleriyle İslamiyet'in kriterleri bütünleşince ortaya çıkan Müslüman-Türk kimliği destana yeni bir hüviyet kazandırdı. İlhanlı tarihçisi Reşidüddin'in "Câmiü't Tevarih" adlı Farsça eseri (Oğuzname bölümünde) ile, 17. Yüzyıl Hîve hanlarından Ebulgazi Bahadır Han'ın "Şecere-î Terakime" (Türklerin Soy Kütüğü) isimli eserindeki şekli böyledir.
Aşağıdaki parça ise, destanın ilk orijinal şeklinin özelliklerini büyük ölçüde taşıyan Uygur harfleriyle yazılmış bir nüshadan alınmış ve bugünkü Türkçe'ye çevrilmiştir. Bilimsel araştırmalara göre, destanda hayatı anlatılan Oğuz Kağan, M.Ö. 209-174 yılları arasında hakan olan büyük Türk Hükümdarı Mete Han'dır.
Oğuz Kağan'ın doğumu
"Yine günlerden bir gün Ay Kağan'ın gözü parladı doğum ağrıları başladı ve erkek bir çocuğu oldu. Bu çocuğun yüzü gök, ağzı ateş gibi kızıl, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi."
"Aydın oldu gözleri, renklendi ışık doldu,
Ay-Kağan'ın o gündü, bir erkek oğlu oldu"
Sözleriyle doğumu anlatılır Oğuz Kağan'ın. Ve fakat emmez annesinden sütü. Çünkü Oğuz Han, diğer Türk destanlarında olduğu gibi doğar doğmaz bir olgunluk ve erginlik gösteriyordu.
"Üç gün üç gece geçti, annesine gelmedi
Annenin memesinden, bir damla süt emmedi.
Bana gelmedi, diye annesi ağlıyordu,
Sütümü emmedi, diye kalbini dağlıyordu.
Ağlayıp sızlıyordu beşiğe dolanarak,
Sütümü az em, diye çocuğa yalvararak."
Ama, annesi henüz daha Müslüman olmamıştı. Annesine karşı, kırgınlığının sebebi bundan başka bir şey değildi. Nitekim az sonra Oğuz Han annesi ile konuşmağa başlar ve ona şöyle der:
"Ey, benim güzel annem, öğüdümü alırsan
Yüce Allah'a tapıp, eğer Hakk'ı tanırsan,
O zaman memen alır, ak sütünü emerim
Bana lâyık olursan, adına anne derim."
Allah'a bağlanmak şart
Oğuz Kağan'ın annesi, henüz üç günlük beşikte yatan çocuğunun, böyle konuşup söyleşmeye başladığını görünce, ona kalpten bağlanır ve yüce Yaratıcısına inandığını oğluna söyler.
"Geldi ana, göğsünü aldı, emdi sütünü,
İstemedi bir daha içmek, kendi sütünü.
Ansızın dile geldi, şiirler düzer oldu,
Aradan kırk gün geçti, oynaşır, gezer oldu.
Güder at sürüleri, tutar atlara biner
Daha bu yaşta iken, çıkar avlara gider.
Geceler günler geçti, nice seneler doldu
Oğuz da büyüyerek, bir yahşi yiğit oldu.
Adım Oğuz'dur, bu Mevlâ sözüdür
Büyük toy yapılırdı, eski Türk âdetince,
Böyle ad seçilirdi, çocuğun kudretince,
Kara-Han atlar kesti, Oğuz ad bulsun, diye
Çağırdı hep Türkleri, yurdu şen olsun, diye
Oğuz-Han birden bire, adım Oğuz'dur, dedi,
Beklemedi kimseyi, kendi adını verdi,
Ne kadar Türk var ise, hepsi şaşa kaldılar,
Bu Mevlâ sözü deyip, buyruğa katıldılar.
Oğuz-Kağan bir yerde, Allah'a yalvarırken
Karanlık bastı birden, bir ışık düştü gökten
Öyle bir ışıktı ki, parlak, aydan güneşten
Oğuz Kağan gönlünü kaptırır
Oğuz-Kağan yürüdü, yakınına ışığın,
Gördü, oturduğunu ortasında bir kızın.
Bir ben vardı başında, ateş gibi ışığı,
Çok yahşi bir kızdı bu, sanki Kutup yıldızı!.
Öyle yahşi bir kız ki, gülse, gök güledurur!
Kız ağlamak istese, gök de ağlayadurur!
Oğuz kızı görünce, gitti aklı beyninden,
Kıza vuruldu birden, sevdi kızı gönülden.
Ey, sevgili hatunum! Benim ey eşsiz eşim!
Gönlümde ebediyen, yanacak ey ateşim!
Allah'ın birliğine, bir defa iman getir,
Sev onu! Varlığıma, seninle bir can getir.
Sözünü kabul ettim, senin yoluna geldim!
Allah'ın birliğiyle, canımı sana verdim!"
Güneş bayrak, gök çadır
Oğuz Kağan'ın evlendiği bu kızdan üç erkek çocuğu dünyaya gelir. Çocuklara Gün, Ay, Yıldız adlarını verir. Bir zaman sonra Oğuz, bir gölün ortasında ağaç kovuğunda gördüğü bir kızla da evlenir. Bu kızdan Gök, Dağ, Deniz adlarını verdiği üç erkek çocuğu olur. "Sonra Oğuz Kağan bir toy (ziyafet) verdi. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, kımızlar yediler, içtiler. Toydan sonra Oğuz Kağan, beylere ve halka buyruk verdi ve :
Ben sizlere oldum kağan
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize buyan (talih)
Demir kargı olsun orman
Av yerinde yürüsün kulan (atlar)
Daha deniz, daha müren (ırmaklar)
Güneş bayrak, gök kurikan (çadır)
dedi."
Bütün kavimler Türk'e itaat edecek
Sonra Oğuz Kağan dört bir yana emirler gönderir. Bu emirlerde: yeryüzünün Kağanı olduğunu, herkesten itaat dilediğini, baş eğenleri dost edineceğini, baş eğmeyenleri yok edeceğini bildirir ve bütün kavimleri kendi bayrağı altında toplanmaya çağırır. Bu emirlere Çin Kağan'ı (Altun Kağan) baş eğer, fakat Urum Kağanı baş eğmez. Oğuz Kağan da ordularıyla Urum Ülkesine yürür. Daha sonra İdil Irmağı kenarında savaş olur. Urum Kağanı yenilir ve kaçar. Kardeşi Uruz Kağan ise, teslim olur. Uruz Kağan Oğuz'a çok altın ve gümüş yolladı ve dedi ki:
"Ey Oğuz Kağan! Sen benim kağanımsın. Babam bana bu şehri verdi ve : Şehri korumak gerektir; sen de şehri benim için koru ve savaştan sonra gel, dedi. Babam sana kızdı ise bu benim suçum mudur? Ben senin emrini yerine getirmeye hazırım. Bizim devletimiz senin devletindir. Bizim uruğumuz senin ağacının yemişindendir. Yaratıcı sana yer vermek lütfunda bulunmuş; ben sana başımı ve devletimi veriyorum. Sana vergi veririm ve buyruğundan çıkmam, dedi. Oğuz Kağan, yitiğin sözünü iyi gördü; sevindi, güldü ve : Sen bana çok altın yollamışsın ve şehri iyi korumuşsun, dedi. Onun için ona Saklap adını koydu ve onunla dost oldu."
İlk Türk gemisi yapılıyor
Oğuz Ordusu, İdil Irmağı'na gelindiğinde ırmağı geçmek için Uluğ Ordu Bey ağaçlardan bir sal yapar, bunun üzerine Oğuz, bu beyin adını Kıpçak koyar.
Karlı dağlardan yürürken Oğuz beyin atı dağlara kaçar. Yiğit beylerden biri bu atı bulur getirir, Oğuz Kağan, bu beyin adını, Karluk koyar. Sonra Oğuz'un askerleri, Çürçet ülkesine ulaşır. Çürçet Kağan ile yapılan savaş kazanılır. Çok miktarda ganimet elde edilir.
Kağnı da Oğuz Türklerine ait
"Burada Oğuz Kağan'ın içerisinde akıllı, becerikli bir kişi vardı. Onlar da araba yaptılar. Bunlar arabayı çekerken; Kanga! Kanga! diye bağırıyorlardı. Onun için onlara Kanga (kağnı) adını koydular. Oğuz Kağan, arabaları gördü, güldü ve Kanga, kanga ile cansızı canlı yürütsün; sizin adınız Kangalug olsun ve bunu göstersin dedi; gitti.
Ondan sonra, yine bu gök tüylü ve gök yelekli erkek kurtla Hint, Suriye ve Anadolu taraflarına yürüdü; elçiler gönderip itaat etmelerini emretti. Afgan, Irak, Mısır ve Habeş ülkelerini aldı... Onları yendi ve kendisine tâbi kıldı. Geri döndü"
Oğuz Kağan'ın duası
"... Yine söylemeden kalmasın ve belli olsun ki, Oğuz Kağan'ın yanında ak sakallı, kır saçlı, uzun tecrübeli bir adam vardı... Adı Uluğ Türk idi. Günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Uykudan uyanınca düşte gördüğünü Oğuz Kağan'a anlattı ve dedi ki, yüce Yaratıcı düşümde verdiğini hakikate çıkarsın. Yaratıcı bütün dünyayı senin uruğuna bağışlasın.!"
Bu olay üzerine Oğuz Kağan, Uluğ Türk'ün sözünü beğenerek yurdunu Boz Oklar ve Üç Oklar diye altı oğlu arasında bölüştürür ve büyük toplantıyı toplar.
"Sağ yanında Boz Oklar, sol yanında Üç Oklar oturdu... Sonra Oğuz Kağan, oğullarına yurdunu üleştirdi ve:
Ey oğullarım, ben çok aştım; çok vuruşmalar gördüm; çok kargı ve ok attım; atla çok yürüdüm, düşmanları ağlattım; dostlarımı güldürdüm. Ben yüce Yaratıcıya borcumu ödedim. Şimdi yurdumu sizlere veriyorum, dedi..."
Oğuz Kağan Destanı; Türk Milleti'nin binlerce asırdan beri değişmeyen karakteristik yapısını: hür ve bağımsız hayat sürme, sözünde durma, dürüst, çalışkan, ata ve silaha hâkim, güçlü ve gururlu, töreye ve devlete bağlı insan modeliyle "yiğit" dediğimiz "alp" tipine dayandırır. Bu anlayış, İslam'ın kabulüyle birlikte "alperen" olarak karşımıza çıkar. Oğuz Kağan ise, alperenin ta kendisidir. Türklerin
dünya sahnesine çıktıklarından itibaren milli benlik ve geleneklerini en güzel bir şekilde yansıtan Oğuz Kağan Destanı, özellikle Türk kültürü ve tarihi hakkında önemli ipuçlar vermektedir.
Türklerin dünya sahnesine çıktıklarından itibaren milli benlik ve özelliklerini, kültür ve geleneklerini en güzel bir şekilde yansıtan Oğuz Kağan Destanı, Türk kültürü ve tarihi hakkında önemli ipuçları veren Türk destanlarındandır.
Geçmişe ışık tutarak Türk milletinin karakterini, dünya görüşünü, idealini, geçmişteki yaşayışını, günümüze kadar gelen özelliklerini, devlet anlayışını ve ahlâk ölçülerini ortaya koyan Oğuz Destanı'nın beş ayrı yazma nüshası vardır. Çağatayca, Farsça ve Uygurca yazmalarında Oğuz boyları, Türk dili, edebiyatı, folklorü, tarihi ve kültürü hakkında geniş bilgiler verilmektedir.
İslâmiyet'le gelen yeni kimlik
Oğuz Kağan Destanı, 13. Yüzyıldan itibaren yazıya geçirilmiştir. Bu destan yazıya geçirilirken İslam dinine ait pek çok unsur da esere girdi. Türklerin milli özellikleriyle İslamiyet'in kriterleri bütünleşince ortaya çıkan Müslüman-Türk kimliği destana yeni bir hüviyet kazandırdı. İlhanlı tarihçisi Reşidüddin'in "Câmiü't Tevarih" adlı Farsça eseri (Oğuzname bölümünde) ile, 17. Yüzyıl Hîve hanlarından Ebulgazi Bahadır Han'ın "Şecere-î Terakime" (Türklerin Soy Kütüğü) isimli eserindeki şekli böyledir.
Aşağıdaki parça ise, destanın ilk orijinal şeklinin özelliklerini büyük ölçüde taşıyan Uygur harfleriyle yazılmış bir nüshadan alınmış ve bugünkü Türkçe'ye çevrilmiştir. Bilimsel araştırmalara göre, destanda hayatı anlatılan Oğuz Kağan, M.Ö. 209-174 yılları arasında hakan olan büyük Türk Hükümdarı Mete Han'dır.
Oğuz Kağan'ın doğumu
"Yine günlerden bir gün Ay Kağan'ın gözü parladı doğum ağrıları başladı ve erkek bir çocuğu oldu. Bu çocuğun yüzü gök, ağzı ateş gibi kızıl, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi."
"Aydın oldu gözleri, renklendi ışık doldu,
Ay-Kağan'ın o gündü, bir erkek oğlu oldu"
Sözleriyle doğumu anlatılır Oğuz Kağan'ın. Ve fakat emmez annesinden sütü. Çünkü Oğuz Han, diğer Türk destanlarında olduğu gibi doğar doğmaz bir olgunluk ve erginlik gösteriyordu.
"Üç gün üç gece geçti, annesine gelmedi
Annenin memesinden, bir damla süt emmedi.
Bana gelmedi, diye annesi ağlıyordu,
Sütümü emmedi, diye kalbini dağlıyordu.
Ağlayıp sızlıyordu beşiğe dolanarak,
Sütümü az em, diye çocuğa yalvararak."
Ama, annesi henüz daha Müslüman olmamıştı. Annesine karşı, kırgınlığının sebebi bundan başka bir şey değildi. Nitekim az sonra Oğuz Han annesi ile konuşmağa başlar ve ona şöyle der:
"Ey, benim güzel annem, öğüdümü alırsan
Yüce Allah'a tapıp, eğer Hakk'ı tanırsan,
O zaman memen alır, ak sütünü emerim
Bana lâyık olursan, adına anne derim."
Allah'a bağlanmak şart
Oğuz Kağan'ın annesi, henüz üç günlük beşikte yatan çocuğunun, böyle konuşup söyleşmeye başladığını görünce, ona kalpten bağlanır ve yüce Yaratıcısına inandığını oğluna söyler.
"Geldi ana, göğsünü aldı, emdi sütünü,
İstemedi bir daha içmek, kendi sütünü.
Ansızın dile geldi, şiirler düzer oldu,
Aradan kırk gün geçti, oynaşır, gezer oldu.
Güder at sürüleri, tutar atlara biner
Daha bu yaşta iken, çıkar avlara gider.
Geceler günler geçti, nice seneler doldu
Oğuz da büyüyerek, bir yahşi yiğit oldu.
Adım Oğuz'dur, bu Mevlâ sözüdür
Büyük toy yapılırdı, eski Türk âdetince,
Böyle ad seçilirdi, çocuğun kudretince,
Kara-Han atlar kesti, Oğuz ad bulsun, diye
Çağırdı hep Türkleri, yurdu şen olsun, diye
Oğuz-Han birden bire, adım Oğuz'dur, dedi,
Beklemedi kimseyi, kendi adını verdi,
Ne kadar Türk var ise, hepsi şaşa kaldılar,
Bu Mevlâ sözü deyip, buyruğa katıldılar.
Oğuz-Kağan bir yerde, Allah'a yalvarırken
Karanlık bastı birden, bir ışık düştü gökten
Öyle bir ışıktı ki, parlak, aydan güneşten
Oğuz Kağan gönlünü kaptırır
Oğuz-Kağan yürüdü, yakınına ışığın,
Gördü, oturduğunu ortasında bir kızın.
Bir ben vardı başında, ateş gibi ışığı,
Çok yahşi bir kızdı bu, sanki Kutup yıldızı!.
Öyle yahşi bir kız ki, gülse, gök güledurur!
Kız ağlamak istese, gök de ağlayadurur!
Oğuz kızı görünce, gitti aklı beyninden,
Kıza vuruldu birden, sevdi kızı gönülden.
Ey, sevgili hatunum! Benim ey eşsiz eşim!
Gönlümde ebediyen, yanacak ey ateşim!
Allah'ın birliğine, bir defa iman getir,
Sev onu! Varlığıma, seninle bir can getir.
Sözünü kabul ettim, senin yoluna geldim!
Allah'ın birliğiyle, canımı sana verdim!"
Güneş bayrak, gök çadır
Oğuz Kağan'ın evlendiği bu kızdan üç erkek çocuğu dünyaya gelir. Çocuklara Gün, Ay, Yıldız adlarını verir. Bir zaman sonra Oğuz, bir gölün ortasında ağaç kovuğunda gördüğü bir kızla da evlenir. Bu kızdan Gök, Dağ, Deniz adlarını verdiği üç erkek çocuğu olur. "Sonra Oğuz Kağan bir toy (ziyafet) verdi. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, kımızlar yediler, içtiler. Toydan sonra Oğuz Kağan, beylere ve halka buyruk verdi ve :
Ben sizlere oldum kağan
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize buyan (talih)
Demir kargı olsun orman
Av yerinde yürüsün kulan (atlar)
Daha deniz, daha müren (ırmaklar)
Güneş bayrak, gök kurikan (çadır)
dedi."
Bütün kavimler Türk'e itaat edecek
Sonra Oğuz Kağan dört bir yana emirler gönderir. Bu emirlerde: yeryüzünün Kağanı olduğunu, herkesten itaat dilediğini, baş eğenleri dost edineceğini, baş eğmeyenleri yok edeceğini bildirir ve bütün kavimleri kendi bayrağı altında toplanmaya çağırır. Bu emirlere Çin Kağan'ı (Altun Kağan) baş eğer, fakat Urum Kağanı baş eğmez. Oğuz Kağan da ordularıyla Urum Ülkesine yürür. Daha sonra İdil Irmağı kenarında savaş olur. Urum Kağanı yenilir ve kaçar. Kardeşi Uruz Kağan ise, teslim olur. Uruz Kağan Oğuz'a çok altın ve gümüş yolladı ve dedi ki:
"Ey Oğuz Kağan! Sen benim kağanımsın. Babam bana bu şehri verdi ve : Şehri korumak gerektir; sen de şehri benim için koru ve savaştan sonra gel, dedi. Babam sana kızdı ise bu benim suçum mudur? Ben senin emrini yerine getirmeye hazırım. Bizim devletimiz senin devletindir. Bizim uruğumuz senin ağacının yemişindendir. Yaratıcı sana yer vermek lütfunda bulunmuş; ben sana başımı ve devletimi veriyorum. Sana vergi veririm ve buyruğundan çıkmam, dedi. Oğuz Kağan, yitiğin sözünü iyi gördü; sevindi, güldü ve : Sen bana çok altın yollamışsın ve şehri iyi korumuşsun, dedi. Onun için ona Saklap adını koydu ve onunla dost oldu."
İlk Türk gemisi yapılıyor
Oğuz Ordusu, İdil Irmağı'na gelindiğinde ırmağı geçmek için Uluğ Ordu Bey ağaçlardan bir sal yapar, bunun üzerine Oğuz, bu beyin adını Kıpçak koyar.
Karlı dağlardan yürürken Oğuz beyin atı dağlara kaçar. Yiğit beylerden biri bu atı bulur getirir, Oğuz Kağan, bu beyin adını, Karluk koyar. Sonra Oğuz'un askerleri, Çürçet ülkesine ulaşır. Çürçet Kağan ile yapılan savaş kazanılır. Çok miktarda ganimet elde edilir.
Kağnı da Oğuz Türklerine ait
"Burada Oğuz Kağan'ın içerisinde akıllı, becerikli bir kişi vardı. Onlar da araba yaptılar. Bunlar arabayı çekerken; Kanga! Kanga! diye bağırıyorlardı. Onun için onlara Kanga (kağnı) adını koydular. Oğuz Kağan, arabaları gördü, güldü ve Kanga, kanga ile cansızı canlı yürütsün; sizin adınız Kangalug olsun ve bunu göstersin dedi; gitti.
Ondan sonra, yine bu gök tüylü ve gök yelekli erkek kurtla Hint, Suriye ve Anadolu taraflarına yürüdü; elçiler gönderip itaat etmelerini emretti. Afgan, Irak, Mısır ve Habeş ülkelerini aldı... Onları yendi ve kendisine tâbi kıldı. Geri döndü"
Oğuz Kağan'ın duası
"... Yine söylemeden kalmasın ve belli olsun ki, Oğuz Kağan'ın yanında ak sakallı, kır saçlı, uzun tecrübeli bir adam vardı... Adı Uluğ Türk idi. Günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Uykudan uyanınca düşte gördüğünü Oğuz Kağan'a anlattı ve dedi ki, yüce Yaratıcı düşümde verdiğini hakikate çıkarsın. Yaratıcı bütün dünyayı senin uruğuna bağışlasın.!"
Bu olay üzerine Oğuz Kağan, Uluğ Türk'ün sözünü beğenerek yurdunu Boz Oklar ve Üç Oklar diye altı oğlu arasında bölüştürür ve büyük toplantıyı toplar.
"Sağ yanında Boz Oklar, sol yanında Üç Oklar oturdu... Sonra Oğuz Kağan, oğullarına yurdunu üleştirdi ve:
Ey oğullarım, ben çok aştım; çok vuruşmalar gördüm; çok kargı ve ok attım; atla çok yürüdüm, düşmanları ağlattım; dostlarımı güldürdüm. Ben yüce Yaratıcıya borcumu ödedim. Şimdi yurdumu sizlere veriyorum, dedi..."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.