İmam Sadık: ‘Seninle ilişkisini kesenle ilişki kur’
Seninle ilişkisini kesenle ilişki kur. Seni mahrum bırakana bağışta bulun. Kötülük yapana iyilik et. Küfredene selâm ver. Düşmanlık yapana karşı insaflı davran
09.03.2025 01:19:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Seninle ilişkisini kesenle ilişki kur. Seni mahrum bırakana bağışta bulun. Kötülük yapana iyilik et. Küfredene selâm ver. Düşmanlık yapana karşı insaflı davran. Zulmedeni affet; nitekim sen de affedilmeyi seversin. Allah'ın seni affetmesinden ibret al.
Güneşin hem iyi, hem de kötü insanlara doğduğunu ve yağmurun da hem salih, hem de hatalı kimselere yağdığını görmüyor musun?
Halkın, seni iyi bilmesi için onların gözü önünde fakirlere yardım etme. Böyle yaptığında mükâfatını almış sayılırsın. Sağ elinle yaptığın iyilikten, sol elinin haberi olmamalıdır.
Çünkü Allah'ın rızasını kazanmak için gizlice verdiğin sadakadan dolayı Allah, seni -halkın verdiğin sadakadan habersiz kalmasının sana zararı ulaşmayacağı bir gün- kıyamet günü şahitlerin gözü önünde mükâfatlandıracaktır.
(Dua ettiğin vakit) sesini alçalt. Zira gizlediğin ve açığa vurduğun her şeyi bilen Allah, istemeden de ne isteyeceğini biliyor.
Oruç tuttuğunda kimsenin gıybetini etme. Orucunuza zulüm bulaştırmayın. Halkın bilmesi için yüzleri tozlu, saçları dağınık, dudakları kuru olup gösteriş için oruç tutan kimselerden olma!
Tüm iyilikler ve tüm kötülükler senin önündedir. Bunları ancak ölümden sonra görebilirsin. Allah Azze ve Celle, hayrın tümünü cennette, şerrin tümünü de cehennemde karar kılmıştır. Çünkü bunlar (cennet ve cehennem) kalıcıdır.
Allah kime hidayet bağışlayarak, iman ile aziz kılar, doğru yolu ilham ederek tabiatında nimetlerini tanıyacak bir akıl bırakır, dinini ve dünyasını idare edecek ilim ve hikmet bağışlar,
Mükellef kıldığı şeyleri kolaylaştırmak üzere yardımda bulunur ve küçük amelleri yapmak için (bile) kendisinden yardım dilemeye davet ederse, böyle bir kimse, Allah'ın nimetleri, vaat ettiği mükâfatları ve gücünden fazla kendisini mükellef kılmadığı için Allah'a şükretmeyi kendisine farz kılmalıdır;
Allah'a karşı nankörlük etmemeli; O'nu anmalı, O'nu unutmamalıdır; O'na itaat etmeli ve O'na karşı günah işlememelidir.
Oysaki insan, Allah'ın emrettiği şeylerden yüz çeviren, onları yapmaktan aciz kalan, kendisiyle Rabbi arasında olan şeyde zillet elbisesi giyen, heva ve hevesine uyan, ömrünü şehvetlerde geçiren ve dünyasını ahiretine tercih eden bir varlıktır.
Bu durumdayken de Firdevs Cenneti'ni arzuluyor. Zalimlerin amelini yapmakla, iyi iş yapanların makamlarına ulaşmaya heveslenmek kimseye yakışmaz.
Ansızın kopacak olan kıyamet kopunca ve büyük felaket gelip çatınca ve Cebbar olan Allah kesin hüküm vermek için terazileri kurunca ve bütün mahlûkat hesap vermek için sahneye gelince, işte o zaman yücelik ve bağışın kimin olduğuna, hasret ve pişmanlığın da kime ulaşacağına yakin edersin. Öyleyse bugün dünyada öyle bir iş yap ki, ahirette onunla kurtulacağına ümit edesin.
Ey Abdullah! Allah-u Teâla, vahiy ettiği şeylerin bazısında şöyle buyurmuştur:
"Ben, ancak, azametim için boyun eğen, benim için kendisini şehvetlerden alıkoyan, günlerini zikrimle geçiren, kullarıma karşı büyüklük taslamayan, açları doyuran, çıplakları giydiren, musibete uğrayanlara acıyan ve gariplere yer veren kimsenin namazını kabul ederim.
Böyle bir kulun nuru, güneşin nuru gibi etrafa yayılır. Karanlıkta nur, cehalette ise hilim (olgunluk) veririm ona. İzzetimle onu korurum. Meleklerimi onu korumakla görevlendiririm. Beni çağırdığında lebbeyk derim. Benden bir şey istediğinde veririm. Bu kul benim indimde, meyvelerinin eşi bulunmayan ve bozulmayan Firdevs Cenneti'nin bahçeleri gibidir.
Ey Abdullah! İslâm (tevhit, nübüvvet ve maada ikrar etmek) çıplaktır; elbisesi hayâ, ziyneti ağırbaşlılık, cömertliği salih amel ve direği ise vera (şüpheli şeylerden kaçınma)dır. Her şeyin bir temeli vardır; İslâm'ın temeli de biz Ehlibeyt'in sevgisidir.
Allah-u Teâla'nın, zeberced (yakut cinsinden sarı veya yeşil değerli bir tür taş) ve ipekle sarılmış, sundüs (ipek işlemeli bir kumaş) ve diybac (bir çeşit zarif ipekli kumaş) ile de süslenmiş, nurdan bir hisarı vardır.
Bu hisar (kıyamet günü) bizim dostlarımızla düşmanlarımızın arasına çekilir. Beyinler (şiddetli bir sıcaktan dolayı) kaynadığında, yürekler ağızlara ulaştığında ve ciğerler beklemekten dolayı şiştiğinde Allah dostları, bu hisarın içerisine götürülür, orada Allah'ın güven ve himayesinde yer alırlar. Onlar için gönüllerin istediği ve gözlerin lezzet aldığı her şey orada vardır.
Allah'ın düşmanları ise çok terlediklerinden dolayı ağızları kilitlenir, korkudan yüreklerinin bağı kesilir ve Allah'ın onlar için hazırladığı azaba bakıp şöyle derler: "Bize ne oluyor ki, kendilerini kötülerden saydığımız adamları göremiyoruz?"
Allah dostları onların bu durumuna bakıp gülerler. Nitekim Allah-u Teâla cehennem ehlinin şöyle dediğini nakletmiştir: "Biz onları alaya alır dururduk (şimdi onlar cehennem'de yoklar) yoksa gözler mi onlardan kaydı?"
Diğer bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Artık bugünde, iman edenler kâfir olanlara gülmektedirler; tahtlar üzerinde bakıp seyrediyorlar."
Allah-u Teâla, dostlarımızdan mümin olan birine tek bir kelimeyle bile yardımda bulunan herkesi hesapsız cennete götürecektir. (Hasan B. Ali el-Harranî Tuheful Ukul eserinden)
Güneşin hem iyi, hem de kötü insanlara doğduğunu ve yağmurun da hem salih, hem de hatalı kimselere yağdığını görmüyor musun?
Halkın, seni iyi bilmesi için onların gözü önünde fakirlere yardım etme. Böyle yaptığında mükâfatını almış sayılırsın. Sağ elinle yaptığın iyilikten, sol elinin haberi olmamalıdır.
Çünkü Allah'ın rızasını kazanmak için gizlice verdiğin sadakadan dolayı Allah, seni -halkın verdiğin sadakadan habersiz kalmasının sana zararı ulaşmayacağı bir gün- kıyamet günü şahitlerin gözü önünde mükâfatlandıracaktır.
(Dua ettiğin vakit) sesini alçalt. Zira gizlediğin ve açığa vurduğun her şeyi bilen Allah, istemeden de ne isteyeceğini biliyor.
Oruç tuttuğunda kimsenin gıybetini etme. Orucunuza zulüm bulaştırmayın. Halkın bilmesi için yüzleri tozlu, saçları dağınık, dudakları kuru olup gösteriş için oruç tutan kimselerden olma!
Tüm iyilikler ve tüm kötülükler senin önündedir. Bunları ancak ölümden sonra görebilirsin. Allah Azze ve Celle, hayrın tümünü cennette, şerrin tümünü de cehennemde karar kılmıştır. Çünkü bunlar (cennet ve cehennem) kalıcıdır.
Allah kime hidayet bağışlayarak, iman ile aziz kılar, doğru yolu ilham ederek tabiatında nimetlerini tanıyacak bir akıl bırakır, dinini ve dünyasını idare edecek ilim ve hikmet bağışlar,
Mükellef kıldığı şeyleri kolaylaştırmak üzere yardımda bulunur ve küçük amelleri yapmak için (bile) kendisinden yardım dilemeye davet ederse, böyle bir kimse, Allah'ın nimetleri, vaat ettiği mükâfatları ve gücünden fazla kendisini mükellef kılmadığı için Allah'a şükretmeyi kendisine farz kılmalıdır;
Allah'a karşı nankörlük etmemeli; O'nu anmalı, O'nu unutmamalıdır; O'na itaat etmeli ve O'na karşı günah işlememelidir.
Oysaki insan, Allah'ın emrettiği şeylerden yüz çeviren, onları yapmaktan aciz kalan, kendisiyle Rabbi arasında olan şeyde zillet elbisesi giyen, heva ve hevesine uyan, ömrünü şehvetlerde geçiren ve dünyasını ahiretine tercih eden bir varlıktır.
Bu durumdayken de Firdevs Cenneti'ni arzuluyor. Zalimlerin amelini yapmakla, iyi iş yapanların makamlarına ulaşmaya heveslenmek kimseye yakışmaz.
Ansızın kopacak olan kıyamet kopunca ve büyük felaket gelip çatınca ve Cebbar olan Allah kesin hüküm vermek için terazileri kurunca ve bütün mahlûkat hesap vermek için sahneye gelince, işte o zaman yücelik ve bağışın kimin olduğuna, hasret ve pişmanlığın da kime ulaşacağına yakin edersin. Öyleyse bugün dünyada öyle bir iş yap ki, ahirette onunla kurtulacağına ümit edesin.
Ey Abdullah! Allah-u Teâla, vahiy ettiği şeylerin bazısında şöyle buyurmuştur:
"Ben, ancak, azametim için boyun eğen, benim için kendisini şehvetlerden alıkoyan, günlerini zikrimle geçiren, kullarıma karşı büyüklük taslamayan, açları doyuran, çıplakları giydiren, musibete uğrayanlara acıyan ve gariplere yer veren kimsenin namazını kabul ederim.
Böyle bir kulun nuru, güneşin nuru gibi etrafa yayılır. Karanlıkta nur, cehalette ise hilim (olgunluk) veririm ona. İzzetimle onu korurum. Meleklerimi onu korumakla görevlendiririm. Beni çağırdığında lebbeyk derim. Benden bir şey istediğinde veririm. Bu kul benim indimde, meyvelerinin eşi bulunmayan ve bozulmayan Firdevs Cenneti'nin bahçeleri gibidir.
Ey Abdullah! İslâm (tevhit, nübüvvet ve maada ikrar etmek) çıplaktır; elbisesi hayâ, ziyneti ağırbaşlılık, cömertliği salih amel ve direği ise vera (şüpheli şeylerden kaçınma)dır. Her şeyin bir temeli vardır; İslâm'ın temeli de biz Ehlibeyt'in sevgisidir.
Allah-u Teâla'nın, zeberced (yakut cinsinden sarı veya yeşil değerli bir tür taş) ve ipekle sarılmış, sundüs (ipek işlemeli bir kumaş) ve diybac (bir çeşit zarif ipekli kumaş) ile de süslenmiş, nurdan bir hisarı vardır.
Bu hisar (kıyamet günü) bizim dostlarımızla düşmanlarımızın arasına çekilir. Beyinler (şiddetli bir sıcaktan dolayı) kaynadığında, yürekler ağızlara ulaştığında ve ciğerler beklemekten dolayı şiştiğinde Allah dostları, bu hisarın içerisine götürülür, orada Allah'ın güven ve himayesinde yer alırlar. Onlar için gönüllerin istediği ve gözlerin lezzet aldığı her şey orada vardır.
Allah'ın düşmanları ise çok terlediklerinden dolayı ağızları kilitlenir, korkudan yüreklerinin bağı kesilir ve Allah'ın onlar için hazırladığı azaba bakıp şöyle derler: "Bize ne oluyor ki, kendilerini kötülerden saydığımız adamları göremiyoruz?"
Allah dostları onların bu durumuna bakıp gülerler. Nitekim Allah-u Teâla cehennem ehlinin şöyle dediğini nakletmiştir: "Biz onları alaya alır dururduk (şimdi onlar cehennem'de yoklar) yoksa gözler mi onlardan kaydı?"
Diğer bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Artık bugünde, iman edenler kâfir olanlara gülmektedirler; tahtlar üzerinde bakıp seyrediyorlar."
Allah-u Teâla, dostlarımızdan mümin olan birine tek bir kelimeyle bile yardımda bulunan herkesi hesapsız cennete götürecektir. (Hasan B. Ali el-Harranî Tuheful Ukul eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.