İmam Ali askerî işler ve vali-asker ilişkisi
Halk ancak asker ve ordu ile ayakta durabilir. Askerin düzeni, araç ve gereci ise toplanan vergilerle karşılanır
07.04.2023 18:50:00
"Halk ancak asker ve ordu ile ayakta durabilir. Askerin düzeni, araç ve gereci ise toplanan vergilerle karşılanır.
Ordu ve askerin varlığı 'kadıların vergi memurlarının ve kâtiplerin varlığına bağlıdır
Çünkü akitlerde ortaya çıkan anlaşmazlıkları çözen, vilayetin çıkarlarını ve ülkenin âli menfaatlerini koruyan özel ve hükmi şahısların işlerini yapan bunlardır.
Böyle olunca da, vergi ödeyen ticaret ve sanat erbabı korunmalı, bu kesimin birlik ve beraberliği sağlanmalıdır. Zira bunlar geçim kaynaklarını ve iş aletlerini üreterek piyasayı canlandırırlar.
Bu yüzden esnafın gelişmesi, merhametli, halk ile barışık, öfkesi ağır, asil, soylu, kalbi temiz tüccar ve sanat ehlinin gelişmesi ile mümkün olabilir.
Yüce Allah, 'Doğrusu Allah rızık verenlerin en iyisidir' buyurarak sefillerin ve yokluk içinde kıvranan fakirlerin iaşelerinin takdir edildiğini ortaya koymuştur.
Kur'an-ı Kerim'de, 'Akrabaya, yoksula, yolcuya (zekat ve sadakadan) hakkını ver' buyrularak fakir ve yoksulların geçimini sağlayacak kadar bir sosyal güvenceye kavuşturulmasına işaret edilmiştir."
•Komutan ve Ordu:
"Ey Mâlik! Allah ve Resulü'ne inanan ulü'l-emre sâdık kalan, asilerin ve din düşmanlarının üzerine cesaretle giden, fukara ve zayıflara şefkat elini uzatan, askerliği çok iyi bilen ve savaşta kendini ispat eden kişileri ordunun başına getirmelisin.
Yönetimin altındaki bütün halktan asalet sahibi, yiğitliği ile ünlü cesur, cömert, iyiliksever, kökten asil, himmet ve gayreti sınırsız olan insanlara yakınlık duyarak onlara iltifat etmelisin. Çünkü bunlar himmet ve kerem sahibi kimselerdir.
Bundan böyle mâlum ola ki, anne ve babaların çocuklarına kol kanat germesi gibi, sen de askerin tutum ve davranışını aynı duygularla takip etmelisin.
Askeri güçlendirmek için elinden gelen her şeyi yapmalı, taahhüt ettiğin yardımı zamanında mahaline ulaştırmalısın zira yaptığın anlaşmaya ve verdiğin söze vefa gösterirsen askerin sempati ve desteğini kazanırsın.
Zira Allah şöyle buyurmaktadır: 'Kim sözünü yerine getirir ve (günahtan) korunursa, şüphesiz Allah da korunanları sever.'
O halde, askerin önemli işlerini görüyorum diyerek, küçük çaptaki işlerini sorup soruşturmayı da ihmal etmemelisin.
Zira bazen askeri küçük bir yardım ile rahatlatabilir, bazen de büyük yardımlar ile memnun edemeyebilirsin.
Komutanların sence en makbulü, askere iyi davrananlar, hem kendilerini, hem de ailelerini, sıkıntıdan kurtaracak kadar kendi servetinden fedakârlık yapanlar olmalıdır. Bu sayede asker sadece zafer kazanma fikri etrafında birleşebilir.
Zira zafer, tedbir ile tedbir aklı kullanmakla, aklı kullanmak da sırrını saklamakla olur.
Zira Kur'an-ı Kerim'de vatan savunmasının büyük sevaplar arasında yer aldığını, savaştan kaçanların ağır cezalara çarptırılacağını belirten birçok hüküm yer almaktadır.
Mesela Tevbe Sûresi'nde şöyle buyrulmaktadır: 'Gerek hafif, gerek ağır olarak (silahlı, silahsız; benekli, beneksiz; kolay, zor hangi olursa olsun topluca) savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.'
Askere karşı şefkatli olmak, sefer görevleri bitince ordudan ayrılmalarına izin vermek, istek ve arzularına ılımlı yaklaşmak, yüzlerine karşı güzel öğüt vermek, savaşta gösterdiği kahramanlıkları anlatmak gerekir.
'Ve galip gelenler bizim ordumuz olacaktır' diyerek savaşta gösterilen çaba ve gayretin övülmesi, askerin cesaret bulmasına ve savaştan korkanların gayrete gelmesine vesile olur.
Ayrıca askerin ruh hali iyi tahlil edilmeli, komutanların endişeleri ciddiye alınmalı, rütbesiz askerin sıkıntıları göz ardı edilmemelidir. Zira kasıtlı olarak küçüğü büyük, büyüğü küçük görmek doğru bir davranış değildir."
•Barış Teklifi:
"Eğer düşman sizinle savaşmaz ve sizinle barış içinde yaşamak isterse ve bu teklif Allah rızasına uygun ise geri çevirmemek gerekir.
Allah buyurur ki: 'Onlar sizinle savaşmazlar ve sizinle barış içinde yaşamak isterlerse, Allah size, onlara saldırmak için bir yol vermemiştir.'
Çünkü barış, askerin korunmasına, beldelerin emniyet altına alınmasına, valilerin rahat nefes almasına yardımcı olur. Barıştan sonra, düşmanına güvenip tedbiri elden bırakmamak ve daima uyanık olmak gerekir.
Zira fırsat kollayan düşman hasmını gafil avlamak ister ve yakınınıza kadar sokulmaya çalışır.
Düşmana karşı teyakkuz halinde olur ve anlaşmanın devamı yönünde kararlılık gösterirsen, düşmanın sana iyi niyetle bakmasını sağlayabilirsin"
•Antlaşmalara Sadık Kalmak:
"Ey Mâlik! Yaptığın anlaşma hükümlerine uymalı ve bu konuda gerekli titizliği göstermelisin.
Allah şöyle buyurur: 'Antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarını yerine getirenler, işte doğru olanlar onlardır. (Allah'ın azabından) korunanlar da onlardır.'
Üstlendiğin bu emaneti yerine getirmek için gerekirse hayatını ortaya koymalısın. Zira insanlar kısım kısımdır. Arzuları değişik, görüşleri farklıdır.
Bu farklı nitelikteki insanlar, Allah'ın farzları arasında yer alan ahde vefa üzerinde birleşirler.
Allah şöyle buyurur: 'Kim Allah'a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.''
Hatta müşrikler de, hainliğin kesin sonuçlarını gördükleri için, Müslümanlara karşı ahde vefayı önemser, sözleşmelerin bozulmasını kendileri için vebal, günah ve çirkin sayarlar.
Bu durum karşısında yaptığın anlaşmaya ve yüklendiğin sorumluluğa vefasızlık göstermemelisin. Hiçbir zaman ahdinden dönmemeli, anlaşma anında düşmanı oyuna getirip aldatmamalısın.
Hiç kimse Allah'a karşı gelme cesaretini gösteremez. Ancak, cahil ve asiler bu yolu deneyebilir. Yüce Allah, yaptığın anlaşmayı, üzerine aldığın sorumluluğu rahmetin gereği, emniyetin menşei ve huzurun sebebi kılmıştır.
Ey Mâlik! İmza koyduğun o anlaşma, içinde oturulup feyiz alınacak mukaddes bir evdir. Herkes ona sığınır ve herkes onun etrafında toplanır. Bu yüzden yapılan antlaşmalara hile ve fesat karıştırmamalı, her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak yoruma açık akitler yapmamalısın.
Allah buyurur ki: 'Ey iman edenler! Bağlandığınız ahitleri (gerek sizinle Cenab-ı Hak ve gerek sizinle insanlar arasındaki taahhütleriniz!) yerine getirin.'
Öyleyse son şeklini verdiğin antlaşmayı bozmak için de sözün gizli manalarından yararlanmaya kalkmamalısın. Allah'ın ahdi icabı, girmiş olduğun bir işin darlığını, haksız yere genişletme yoluna sapmamalısın.
Zira genişleyeceğini ve sonunun iyi olacağını düşündüğün bir darlığa sabretmek, günahından çekindiğin, dünya ve ahirette Allah'ın azabından kurtuluş imkânı olmadığını bildiğin bir hıyanetten daha hafiftir."
•Haksız Yere Kan Dökmek:
"Ey Mâlik! Haksız yere adam öldürmekten ve kan dökmekten sakınmalısın. Çünkü haksız yere kan dökmek felaketlerin doğmasına, nimetin yok olmasına, Allah'ın gazabına ve devletin batmasına yol açar.
Allah şöyle buyurur: 'Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin. Kim haksızlıkla öldürülürse onun velisi (olan mirasçısı)na yetki vermişizdir (öldürülenin hakkını arar.)'
Allah'ın kıyamet günü, kulları arasında vereceği en önemli hüküm, adam öldürme konusundaki hükmüdür.
Haram olan kanı dökerek saltanatını güçlendirme sevdasına düşmemelisin.
Zira bu hareket, saltanatını zayıf ve güçsüz kılar. Belki de, saltanatını yıkar ve ortadan kaldırır.
Haksız yere adam öldürürsen, gerek Allah'ın katında ve gerek Benim nazarımda özrün makbul olamaz. Her ne kadar kastınız öldürmek olmasa da.
Şayet bir kazaya uğrarsan, ceza anında kırbacın, kılıcın veya elin ifrata varmamalıdır.
Zira bazen bir yumruk veya daha fazlası ölüme neden olabilir ve meydana gelen ölüm olayının kısası senin üzerinde kalır.
Ceza sonucunda maktulün varislerine haklarını vermen gerekir. Allah şöyle buyurur: 'Öldüren kimse, (Müslüman) kardeşi tarafından affedilirse, o zaman (affedenin, örfe göre) uygun olanı yapma (sı, uygun diyeti istemesi, öldürenin de) güzelce onu ödeme(si)gerekir. Bu Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve acımadır.'
O halde sürdürdüğün saltanat seni bu yardımdan alıkoymamalıdır."
Ahd-i Şerif'in hatimesi (sonuç)
"Ey Mâlik! Cenab-ı Hakk'ın engin rahmetinden ve bütün arzu ve istekleri kuşatan büyüklük ve kudretinden niyaz ederim ki, beni ve seni rızâyı şerifine uygun hareket ettirsin.
Halkın güzel övgülerine nail kılsın. Hükmettiğimiz belde ve köylerde güzel eserlerimizin kıyamete kadar baki kalmasını sağlasın.
Kusursuz nimetlere ve herkesi kuşatan bağışa layık olmaya muvaffak eylesin.
Özellikle rica ederim ki, benim ve senin sonumuzu şehitlik mertebesi ile ve son nefesimizi kelime-i şahadetle bağlasın.
Zira Hz. Peygamber şöyle buyurur: 'Şehit, görmekte bulunduğu kerametten dolayı tekrar tekrar dünyaya dönmeyi ve on kere öldürülmeyi temenni eder.'
Biz ancak kendisine dönücü ve rağbet edici olmuşuz. Selam Allah'ın Resulü'ne ve O'nun tertemiz soyuna olsun." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eserinden)
Ordu ve askerin varlığı 'kadıların vergi memurlarının ve kâtiplerin varlığına bağlıdır
Çünkü akitlerde ortaya çıkan anlaşmazlıkları çözen, vilayetin çıkarlarını ve ülkenin âli menfaatlerini koruyan özel ve hükmi şahısların işlerini yapan bunlardır.
Böyle olunca da, vergi ödeyen ticaret ve sanat erbabı korunmalı, bu kesimin birlik ve beraberliği sağlanmalıdır. Zira bunlar geçim kaynaklarını ve iş aletlerini üreterek piyasayı canlandırırlar.
Bu yüzden esnafın gelişmesi, merhametli, halk ile barışık, öfkesi ağır, asil, soylu, kalbi temiz tüccar ve sanat ehlinin gelişmesi ile mümkün olabilir.
Yüce Allah, 'Doğrusu Allah rızık verenlerin en iyisidir' buyurarak sefillerin ve yokluk içinde kıvranan fakirlerin iaşelerinin takdir edildiğini ortaya koymuştur.
Kur'an-ı Kerim'de, 'Akrabaya, yoksula, yolcuya (zekat ve sadakadan) hakkını ver' buyrularak fakir ve yoksulların geçimini sağlayacak kadar bir sosyal güvenceye kavuşturulmasına işaret edilmiştir."
•Komutan ve Ordu:
"Ey Mâlik! Allah ve Resulü'ne inanan ulü'l-emre sâdık kalan, asilerin ve din düşmanlarının üzerine cesaretle giden, fukara ve zayıflara şefkat elini uzatan, askerliği çok iyi bilen ve savaşta kendini ispat eden kişileri ordunun başına getirmelisin.
Yönetimin altındaki bütün halktan asalet sahibi, yiğitliği ile ünlü cesur, cömert, iyiliksever, kökten asil, himmet ve gayreti sınırsız olan insanlara yakınlık duyarak onlara iltifat etmelisin. Çünkü bunlar himmet ve kerem sahibi kimselerdir.
Bundan böyle mâlum ola ki, anne ve babaların çocuklarına kol kanat germesi gibi, sen de askerin tutum ve davranışını aynı duygularla takip etmelisin.
Askeri güçlendirmek için elinden gelen her şeyi yapmalı, taahhüt ettiğin yardımı zamanında mahaline ulaştırmalısın zira yaptığın anlaşmaya ve verdiğin söze vefa gösterirsen askerin sempati ve desteğini kazanırsın.
Zira Allah şöyle buyurmaktadır: 'Kim sözünü yerine getirir ve (günahtan) korunursa, şüphesiz Allah da korunanları sever.'
O halde, askerin önemli işlerini görüyorum diyerek, küçük çaptaki işlerini sorup soruşturmayı da ihmal etmemelisin.
Zira bazen askeri küçük bir yardım ile rahatlatabilir, bazen de büyük yardımlar ile memnun edemeyebilirsin.
Komutanların sence en makbulü, askere iyi davrananlar, hem kendilerini, hem de ailelerini, sıkıntıdan kurtaracak kadar kendi servetinden fedakârlık yapanlar olmalıdır. Bu sayede asker sadece zafer kazanma fikri etrafında birleşebilir.
Zira zafer, tedbir ile tedbir aklı kullanmakla, aklı kullanmak da sırrını saklamakla olur.
Zira Kur'an-ı Kerim'de vatan savunmasının büyük sevaplar arasında yer aldığını, savaştan kaçanların ağır cezalara çarptırılacağını belirten birçok hüküm yer almaktadır.
Mesela Tevbe Sûresi'nde şöyle buyrulmaktadır: 'Gerek hafif, gerek ağır olarak (silahlı, silahsız; benekli, beneksiz; kolay, zor hangi olursa olsun topluca) savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.'
Askere karşı şefkatli olmak, sefer görevleri bitince ordudan ayrılmalarına izin vermek, istek ve arzularına ılımlı yaklaşmak, yüzlerine karşı güzel öğüt vermek, savaşta gösterdiği kahramanlıkları anlatmak gerekir.
'Ve galip gelenler bizim ordumuz olacaktır' diyerek savaşta gösterilen çaba ve gayretin övülmesi, askerin cesaret bulmasına ve savaştan korkanların gayrete gelmesine vesile olur.
Ayrıca askerin ruh hali iyi tahlil edilmeli, komutanların endişeleri ciddiye alınmalı, rütbesiz askerin sıkıntıları göz ardı edilmemelidir. Zira kasıtlı olarak küçüğü büyük, büyüğü küçük görmek doğru bir davranış değildir."
•Barış Teklifi:
"Eğer düşman sizinle savaşmaz ve sizinle barış içinde yaşamak isterse ve bu teklif Allah rızasına uygun ise geri çevirmemek gerekir.
Allah buyurur ki: 'Onlar sizinle savaşmazlar ve sizinle barış içinde yaşamak isterlerse, Allah size, onlara saldırmak için bir yol vermemiştir.'
Çünkü barış, askerin korunmasına, beldelerin emniyet altına alınmasına, valilerin rahat nefes almasına yardımcı olur. Barıştan sonra, düşmanına güvenip tedbiri elden bırakmamak ve daima uyanık olmak gerekir.
Zira fırsat kollayan düşman hasmını gafil avlamak ister ve yakınınıza kadar sokulmaya çalışır.
Düşmana karşı teyakkuz halinde olur ve anlaşmanın devamı yönünde kararlılık gösterirsen, düşmanın sana iyi niyetle bakmasını sağlayabilirsin"
•Antlaşmalara Sadık Kalmak:
"Ey Mâlik! Yaptığın anlaşma hükümlerine uymalı ve bu konuda gerekli titizliği göstermelisin.
Allah şöyle buyurur: 'Antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarını yerine getirenler, işte doğru olanlar onlardır. (Allah'ın azabından) korunanlar da onlardır.'
Üstlendiğin bu emaneti yerine getirmek için gerekirse hayatını ortaya koymalısın. Zira insanlar kısım kısımdır. Arzuları değişik, görüşleri farklıdır.
Bu farklı nitelikteki insanlar, Allah'ın farzları arasında yer alan ahde vefa üzerinde birleşirler.
Allah şöyle buyurur: 'Kim Allah'a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.''
Hatta müşrikler de, hainliğin kesin sonuçlarını gördükleri için, Müslümanlara karşı ahde vefayı önemser, sözleşmelerin bozulmasını kendileri için vebal, günah ve çirkin sayarlar.
Bu durum karşısında yaptığın anlaşmaya ve yüklendiğin sorumluluğa vefasızlık göstermemelisin. Hiçbir zaman ahdinden dönmemeli, anlaşma anında düşmanı oyuna getirip aldatmamalısın.
Hiç kimse Allah'a karşı gelme cesaretini gösteremez. Ancak, cahil ve asiler bu yolu deneyebilir. Yüce Allah, yaptığın anlaşmayı, üzerine aldığın sorumluluğu rahmetin gereği, emniyetin menşei ve huzurun sebebi kılmıştır.
Ey Mâlik! İmza koyduğun o anlaşma, içinde oturulup feyiz alınacak mukaddes bir evdir. Herkes ona sığınır ve herkes onun etrafında toplanır. Bu yüzden yapılan antlaşmalara hile ve fesat karıştırmamalı, her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak yoruma açık akitler yapmamalısın.
Allah buyurur ki: 'Ey iman edenler! Bağlandığınız ahitleri (gerek sizinle Cenab-ı Hak ve gerek sizinle insanlar arasındaki taahhütleriniz!) yerine getirin.'
Öyleyse son şeklini verdiğin antlaşmayı bozmak için de sözün gizli manalarından yararlanmaya kalkmamalısın. Allah'ın ahdi icabı, girmiş olduğun bir işin darlığını, haksız yere genişletme yoluna sapmamalısın.
Zira genişleyeceğini ve sonunun iyi olacağını düşündüğün bir darlığa sabretmek, günahından çekindiğin, dünya ve ahirette Allah'ın azabından kurtuluş imkânı olmadığını bildiğin bir hıyanetten daha hafiftir."
•Haksız Yere Kan Dökmek:
"Ey Mâlik! Haksız yere adam öldürmekten ve kan dökmekten sakınmalısın. Çünkü haksız yere kan dökmek felaketlerin doğmasına, nimetin yok olmasına, Allah'ın gazabına ve devletin batmasına yol açar.
Allah şöyle buyurur: 'Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin. Kim haksızlıkla öldürülürse onun velisi (olan mirasçısı)na yetki vermişizdir (öldürülenin hakkını arar.)'
Allah'ın kıyamet günü, kulları arasında vereceği en önemli hüküm, adam öldürme konusundaki hükmüdür.
Haram olan kanı dökerek saltanatını güçlendirme sevdasına düşmemelisin.
Zira bu hareket, saltanatını zayıf ve güçsüz kılar. Belki de, saltanatını yıkar ve ortadan kaldırır.
Haksız yere adam öldürürsen, gerek Allah'ın katında ve gerek Benim nazarımda özrün makbul olamaz. Her ne kadar kastınız öldürmek olmasa da.
Şayet bir kazaya uğrarsan, ceza anında kırbacın, kılıcın veya elin ifrata varmamalıdır.
Zira bazen bir yumruk veya daha fazlası ölüme neden olabilir ve meydana gelen ölüm olayının kısası senin üzerinde kalır.
Ceza sonucunda maktulün varislerine haklarını vermen gerekir. Allah şöyle buyurur: 'Öldüren kimse, (Müslüman) kardeşi tarafından affedilirse, o zaman (affedenin, örfe göre) uygun olanı yapma (sı, uygun diyeti istemesi, öldürenin de) güzelce onu ödeme(si)gerekir. Bu Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve acımadır.'
O halde sürdürdüğün saltanat seni bu yardımdan alıkoymamalıdır."
Ahd-i Şerif'in hatimesi (sonuç)
"Ey Mâlik! Cenab-ı Hakk'ın engin rahmetinden ve bütün arzu ve istekleri kuşatan büyüklük ve kudretinden niyaz ederim ki, beni ve seni rızâyı şerifine uygun hareket ettirsin.
Halkın güzel övgülerine nail kılsın. Hükmettiğimiz belde ve köylerde güzel eserlerimizin kıyamete kadar baki kalmasını sağlasın.
Kusursuz nimetlere ve herkesi kuşatan bağışa layık olmaya muvaffak eylesin.
Özellikle rica ederim ki, benim ve senin sonumuzu şehitlik mertebesi ile ve son nefesimizi kelime-i şahadetle bağlasın.
Zira Hz. Peygamber şöyle buyurur: 'Şehit, görmekte bulunduğu kerametten dolayı tekrar tekrar dünyaya dönmeyi ve on kere öldürülmeyi temenni eder.'
Biz ancak kendisine dönücü ve rağbet edici olmuşuz. Selam Allah'ın Resulü'ne ve O'nun tertemiz soyuna olsun." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eserinden)