‘İlim ikiye ayrılmıştır: Biri sabır, öbürü de şükürdür’
Ey evlat! Bilgi sahibi ol. İhlâs yoluna koyul. Nifak tuzağından ve içi bozuk olma durumundan bunlarla kurtulabilirsin. Bilgiyi yalnız Allah için İste. Dünya için ve halkın sana yönelmesi için isteme
28.03.2025 00:27:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Ey evlat! Bilgi sahibi ol. İhlâs yoluna koyul. Nifak tuzağından ve içi bozuk olma durumundan bunlarla kurtulabilirsin. Bilgiyi yalnız Allah için İste. Dünya için ve halkın sana yönelmesi için isteme.
Allah için tahsil edilen bilgi, yasak ve emir karşısında insana bir heybet verir. Yasakları yapmaktan kaçınırsın, emri yaparken de tam olup olmadığını düşünerek üzülürsün. İlmi Allah için tahsil ediyorsan, daima O'nun varlığını gözetiyorsan, nefsini onun önüne serebilirsin.
İlmin sahibi olursan halka tevazu gösterirsin. Bu hâlinle onlardan bir talepte de bulunamazsın. Onların malı ve mülkü seni ilgilendirmez. Allah yolunda doğruluğunu gösterirsin. Başkaları için doğruluk yapamazsın. Hak yolu bırakıp başkası için doğruluk yapmak, Hakk'a karşı düşmanlık sayılır.
Hakk'ın zâtından gayri şeylerin önünde durmak, yokluğu gözetmektir. Hak Teâlâ'dan gayri kimselerden bir talepte bulunmak, mahrumiyetin ta kendisidir. İlmin gerektirdiği bazı sıkıntılı durum olur. Onlara sabırla karşı koyman gerekir. İlmin bir nimettir, ona şükretmen yerinde olur.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: "İlim ikiye ayrılmıştır. Biri sabır, öbürü de şükürdür."
Güçlüğe sabredemiyor, iyiliğe şükür yolunu tutmuyorsan, iman sahibi olabilmene imkân yoktur. İslâm dininin özü, ilâhî emir ve hükme boyun eğmedir. Bunu yapmaya gücün yetmezse, imana sahip olman kolay olmaz.
"Allah'ım, kalbimize, sana güvenmesi için tevekkül yolunu göster. Sana itâat etmek ve ibadet etmekle ruhumuza canlılık ver. Emirlerine uymak ve seni tevhid etmekle kalbimize dirilik ver."
Kalbinde tevhid ve tevekkülü yaşatan büyük insanlar olmasa bu hayatın ne önemi olur ki? Yeryüzünü onlar tutar. Onlar olmasaydı, helak olurdunuz. Hak Teâlâ onların duası bereketiyle azabı kaldırır.
Peygamberlik surette kalkmıştır; fakat manada devam etmektedir. Bu devamı o büyük zevat yürütür.
Peygamberliğin manevî bayrağını onlar taşımamış olsalardı bu âlemin kıymeti olmazdı. Her şey söner, kül olurdu.
Her devirde o yüce ruhâniyet bayrağını taşıyan kırk kadar zat bulunur. Onlar arasında öyleleri vardır ki, kalpleri Peygamber (s.a.v)'in ruhaniyeti iledir. Onların bir kısmı ilâhî tecellilerin ve yeni bir dinle gelen peygamberlerin halifesidir.
Dini meseleleri inceler onlardan ahkâm çıkarırlar. Üstattan kalan halife makamı onlara hastır. Bu duruma işaret eden Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: "İlâhî bilgi sahipleri Peygamber varisleridir."
Onlar her bakımdan peygamberlere varistir. İlim tahsil eder, ezberlerine alırlar. Sözde ve işte Peygamber'e varis olduklarını gösterirler. Söz amelsiz olunca hiçbir şeye yararlı değildir. Senetsiz iddia hiçbir karşılık getiremez. Amel olmadan lütuf ummak da boş ümit gibidir.
Ey evlat! Herhangi bir hâle sahip olmak için Kitap ve Sünnet'e devam etmek lazımdır. Onlarla amel etmedikten sonra iş yoktur. Çıkmaza girilmiştir. Ayrıca yapılan işle ihlâs sahibi olmak da gereklidir.
İlim sahibi olarak geçinen kimselerinizi cahil görmekteyim. Zühd ve takva sahibi gözüken kimseleriniz ise dünyalık peşindedirler.
İnsanlara ve fani varlıklara güvenen kimse zahit olamaz. Allah'tan gayri fani kimselere dayanmak, O'nun yüce varlığını unutmak lanet getirir.
Bu durumu en güzel anlatan Peygamber (s.a.v) Efendimiz'in şu yüce kelamıdır: "Melundur, melundur, kendi gibi bir yaratığa dayanan kimse melundur (Allah'ın rahmetinden uzaktır)."
Yine buyurur: "Bir fani kişiye dayanarak azizlik satan zelil olur."
Yazık ne kadar anlayışın kıt! Anlattığımız şeyleri yapmayı adeta kendine bir suç saymaktasın. Kulları kalbine almazsan Hak'la olursun. O nurunu sana verirse lehinde ve aleyhinde olacak şeyleri bilirsin. Sana yarayanı ve başkaları için olan şeyleri öğrenir geçersin.
Sana Hak kapısında sebat etmek gerek. Bütün sebepleri kalbinden atmalısın. Her varlığın sahibi olan Hakk'ı bilmelisin, bunları yaparsan dünyanın ve âhiretin şimdi ve sonra hayrını görürsün.
Bu öyle bir iştir ki halkı ve onlara gösterişi kalbinde besledikçe bulamazsın. Zât-ı İlâhî'den gayri şeylerin zerresi kalbinde kalsa yine bu yolu ikmal etmen kabil değildir.
Sonra bir şey daha var ki o da sabırdır. Sabrın yoksa bu yola girmiş sayılmazsın. Sonra iman sermayesini de yitirmiş sayılırsın.
Birçok bakımdan imanın gelişmesini sabır sağlar. Peygamber (s.a.v) Efendimiz: "İman için sabır, vücut için baş gibidir." buyururken anlatmaya çalıştığımız hâli daha güzel anlatmıştır.
Sabrın manası, hâlini kimseye kesmemek ve sebeplere bağlanıp belanın kalkmasını onlardan beklememektir. Herhangi bir darlığı kötü görmemek, sabırlı kişinin işidir. Ve onun hemen gitmesini beklemek sabrı olmayanın kârıdır.
Sabırlı iman sahibi ne belâyı kötü görür ne de hemen darlığın kalkmasını ister. O her şeyin bir vakti ve zamanı olduğuna inanır." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethur'r Rabbani eserinden)
Allah için tahsil edilen bilgi, yasak ve emir karşısında insana bir heybet verir. Yasakları yapmaktan kaçınırsın, emri yaparken de tam olup olmadığını düşünerek üzülürsün. İlmi Allah için tahsil ediyorsan, daima O'nun varlığını gözetiyorsan, nefsini onun önüne serebilirsin.
İlmin sahibi olursan halka tevazu gösterirsin. Bu hâlinle onlardan bir talepte de bulunamazsın. Onların malı ve mülkü seni ilgilendirmez. Allah yolunda doğruluğunu gösterirsin. Başkaları için doğruluk yapamazsın. Hak yolu bırakıp başkası için doğruluk yapmak, Hakk'a karşı düşmanlık sayılır.
Hakk'ın zâtından gayri şeylerin önünde durmak, yokluğu gözetmektir. Hak Teâlâ'dan gayri kimselerden bir talepte bulunmak, mahrumiyetin ta kendisidir. İlmin gerektirdiği bazı sıkıntılı durum olur. Onlara sabırla karşı koyman gerekir. İlmin bir nimettir, ona şükretmen yerinde olur.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: "İlim ikiye ayrılmıştır. Biri sabır, öbürü de şükürdür."
Güçlüğe sabredemiyor, iyiliğe şükür yolunu tutmuyorsan, iman sahibi olabilmene imkân yoktur. İslâm dininin özü, ilâhî emir ve hükme boyun eğmedir. Bunu yapmaya gücün yetmezse, imana sahip olman kolay olmaz.
"Allah'ım, kalbimize, sana güvenmesi için tevekkül yolunu göster. Sana itâat etmek ve ibadet etmekle ruhumuza canlılık ver. Emirlerine uymak ve seni tevhid etmekle kalbimize dirilik ver."
Kalbinde tevhid ve tevekkülü yaşatan büyük insanlar olmasa bu hayatın ne önemi olur ki? Yeryüzünü onlar tutar. Onlar olmasaydı, helak olurdunuz. Hak Teâlâ onların duası bereketiyle azabı kaldırır.
Peygamberlik surette kalkmıştır; fakat manada devam etmektedir. Bu devamı o büyük zevat yürütür.
Peygamberliğin manevî bayrağını onlar taşımamış olsalardı bu âlemin kıymeti olmazdı. Her şey söner, kül olurdu.
Her devirde o yüce ruhâniyet bayrağını taşıyan kırk kadar zat bulunur. Onlar arasında öyleleri vardır ki, kalpleri Peygamber (s.a.v)'in ruhaniyeti iledir. Onların bir kısmı ilâhî tecellilerin ve yeni bir dinle gelen peygamberlerin halifesidir.
Dini meseleleri inceler onlardan ahkâm çıkarırlar. Üstattan kalan halife makamı onlara hastır. Bu duruma işaret eden Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: "İlâhî bilgi sahipleri Peygamber varisleridir."
Onlar her bakımdan peygamberlere varistir. İlim tahsil eder, ezberlerine alırlar. Sözde ve işte Peygamber'e varis olduklarını gösterirler. Söz amelsiz olunca hiçbir şeye yararlı değildir. Senetsiz iddia hiçbir karşılık getiremez. Amel olmadan lütuf ummak da boş ümit gibidir.
Ey evlat! Herhangi bir hâle sahip olmak için Kitap ve Sünnet'e devam etmek lazımdır. Onlarla amel etmedikten sonra iş yoktur. Çıkmaza girilmiştir. Ayrıca yapılan işle ihlâs sahibi olmak da gereklidir.
İlim sahibi olarak geçinen kimselerinizi cahil görmekteyim. Zühd ve takva sahibi gözüken kimseleriniz ise dünyalık peşindedirler.
İnsanlara ve fani varlıklara güvenen kimse zahit olamaz. Allah'tan gayri fani kimselere dayanmak, O'nun yüce varlığını unutmak lanet getirir.
Bu durumu en güzel anlatan Peygamber (s.a.v) Efendimiz'in şu yüce kelamıdır: "Melundur, melundur, kendi gibi bir yaratığa dayanan kimse melundur (Allah'ın rahmetinden uzaktır)."
Yine buyurur: "Bir fani kişiye dayanarak azizlik satan zelil olur."
Yazık ne kadar anlayışın kıt! Anlattığımız şeyleri yapmayı adeta kendine bir suç saymaktasın. Kulları kalbine almazsan Hak'la olursun. O nurunu sana verirse lehinde ve aleyhinde olacak şeyleri bilirsin. Sana yarayanı ve başkaları için olan şeyleri öğrenir geçersin.
Sana Hak kapısında sebat etmek gerek. Bütün sebepleri kalbinden atmalısın. Her varlığın sahibi olan Hakk'ı bilmelisin, bunları yaparsan dünyanın ve âhiretin şimdi ve sonra hayrını görürsün.
Bu öyle bir iştir ki halkı ve onlara gösterişi kalbinde besledikçe bulamazsın. Zât-ı İlâhî'den gayri şeylerin zerresi kalbinde kalsa yine bu yolu ikmal etmen kabil değildir.
Sonra bir şey daha var ki o da sabırdır. Sabrın yoksa bu yola girmiş sayılmazsın. Sonra iman sermayesini de yitirmiş sayılırsın.
Birçok bakımdan imanın gelişmesini sabır sağlar. Peygamber (s.a.v) Efendimiz: "İman için sabır, vücut için baş gibidir." buyururken anlatmaya çalıştığımız hâli daha güzel anlatmıştır.
Sabrın manası, hâlini kimseye kesmemek ve sebeplere bağlanıp belanın kalkmasını onlardan beklememektir. Herhangi bir darlığı kötü görmemek, sabırlı kişinin işidir. Ve onun hemen gitmesini beklemek sabrı olmayanın kârıdır.
Sabırlı iman sahibi ne belâyı kötü görür ne de hemen darlığın kalkmasını ister. O her şeyin bir vakti ve zamanı olduğuna inanır." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethur'r Rabbani eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.