Umre vesilesiyle Hicaz topraklarında yaşadıklarımız İslam medeniyetinin insana verdiği kıymeti bir kez daha gözlerimizin önüne serdi. İnsanlarla selamlaşmak, iyi ve kötü anlarını paylaşmak, yardımcı olmak bütün boyutları ile bu topraklarda yaşanıyor.
Burada iftar saatleri yaklaştığı zaman Medine’de Ravza, Mekke’de Beytullah merkezli sofralar açılıyor. Sofra sahipleri sofralarına insanları rica minnet davet ediyorlar. Mekke’de bir iftar vakti Afrikalı Ali kendi sofrasına oturmam için çok ısrarcı davranmıştı. Başka sofraya söz verdiğim için Ali’yi tek şartla ikna etmiştim. İftarlıkları alıp; bunlardan yiyeceğime söz vermiştim.
Yetmedi, insanlar adım başı su, ayran, hurma dağıtıyorlar.
Bu da yetmedi, ola ki iftar saatinde barınma yerinizin dışındasınız veya bir sofrada da değilsiniz. İşte bu durumu da “verme-infak” adına değerlendirenler var. Alışveriş merkezinden çıkmış, iftarlıkları arkadaşlarımıza yetiştirmeye çalışıyoruz. Dolmuş taksinin açık camlarından bir sofrada olması gereken malzemelerin olduğu iftar paketlerini arabanın içine adeta attılar. Bu anı yaşamak çok güzel bir duygu. Arabada olan arkadaşlardan bir tanesi “Burada kendinizi dışarı atabilirseniz, aç kalmanız mümkün değil” şeklinde bir tespiti oldu. Bu hatıralar o kadar çok ki, Ramazanın son günü odamızdan çıkıp asansöre biniyoruz, tam da bu sırada ezan okunmaya başlıyor. Asansörün içindeki kişi hemen yanındaki hurmaları ikram ediyor; daha önceden hazırlandığı belli ki, su şişesini ve bardakları da uzatıyor. Belki hayatta bir daha karşılaşamayacağımız, ismini, memleketini, ülkesini bilmediğimiz insanlar yediğinden veriyor, içtiğinden veriyor belki yemiyor, içmiyor size veriyor.
Biz bu halleri yaşarken dünyanın manzarası içler acısı değil mi?
Acından ölme noktasına gelen insanlar var!
Hayat felsefesi almak üzerine bina edilmiş bir hayat tarzı var. ‘Ya Rabbena, hep bana’, mantığını şiar edinmiş bir yaşam anlayışı var!
Bir başkasının elindekini almak için kurgulanmış bir iş dünyası algısı var!
Hicaz topraklarında vermek üzerine bina edilen hayatın sonucu ile diğer yerlerdeki almak üzerine bina edilen hayatın sonuçları dağlar kadar farklı. Sonuç itibarıyla kazananlar verenler oluyor. Verenlerin toplumunda insanlar daha huzurlu, daha doyumlu oluyor, birlik beraberlik daha güçlü yaşanıyor.
Almaya endeksli toplumlarda ise hep bana mantığı hem doyumsuzluk hem toplumda bölünmelere yol açıyor. Neticede insanların gözü de, gönlü de doymuyor. Bilinen bir kıssadır, mükellef bir sofranın etrafındaki insanlar bir türlü yemek yiyemezler, çünkü kaşıkla yemek şartı var ve kaşıkların uzunluğu bir metre. Daha sonra aynı şartlarda dervişler sofraya gelirler. Yüzleri nurlu olan bu insanların biri diğerine kendi kaşığı ile yemek yedirir ve herkes afiyetle karnını doyurur ve birbirine karşı şükran duyguları daha da ziyadeleşir. İşte hayatta da yaşanan budur.
Hicaz topraklarında gördük ki, her zaman kazançlı olanlar alma değil, verme mantığı ile hayatlarını yaşayanlar.
Burada iftar saatleri yaklaştığı zaman Medine’de Ravza, Mekke’de Beytullah merkezli sofralar açılıyor. Sofra sahipleri sofralarına insanları rica minnet davet ediyorlar. Mekke’de bir iftar vakti Afrikalı Ali kendi sofrasına oturmam için çok ısrarcı davranmıştı. Başka sofraya söz verdiğim için Ali’yi tek şartla ikna etmiştim. İftarlıkları alıp; bunlardan yiyeceğime söz vermiştim.
Yetmedi, insanlar adım başı su, ayran, hurma dağıtıyorlar.
Bu da yetmedi, ola ki iftar saatinde barınma yerinizin dışındasınız veya bir sofrada da değilsiniz. İşte bu durumu da “verme-infak” adına değerlendirenler var. Alışveriş merkezinden çıkmış, iftarlıkları arkadaşlarımıza yetiştirmeye çalışıyoruz. Dolmuş taksinin açık camlarından bir sofrada olması gereken malzemelerin olduğu iftar paketlerini arabanın içine adeta attılar. Bu anı yaşamak çok güzel bir duygu. Arabada olan arkadaşlardan bir tanesi “Burada kendinizi dışarı atabilirseniz, aç kalmanız mümkün değil” şeklinde bir tespiti oldu. Bu hatıralar o kadar çok ki, Ramazanın son günü odamızdan çıkıp asansöre biniyoruz, tam da bu sırada ezan okunmaya başlıyor. Asansörün içindeki kişi hemen yanındaki hurmaları ikram ediyor; daha önceden hazırlandığı belli ki, su şişesini ve bardakları da uzatıyor. Belki hayatta bir daha karşılaşamayacağımız, ismini, memleketini, ülkesini bilmediğimiz insanlar yediğinden veriyor, içtiğinden veriyor belki yemiyor, içmiyor size veriyor.
Biz bu halleri yaşarken dünyanın manzarası içler acısı değil mi?
Acından ölme noktasına gelen insanlar var!
Hayat felsefesi almak üzerine bina edilmiş bir hayat tarzı var. ‘Ya Rabbena, hep bana’, mantığını şiar edinmiş bir yaşam anlayışı var!
Bir başkasının elindekini almak için kurgulanmış bir iş dünyası algısı var!
Hicaz topraklarında vermek üzerine bina edilen hayatın sonucu ile diğer yerlerdeki almak üzerine bina edilen hayatın sonuçları dağlar kadar farklı. Sonuç itibarıyla kazananlar verenler oluyor. Verenlerin toplumunda insanlar daha huzurlu, daha doyumlu oluyor, birlik beraberlik daha güçlü yaşanıyor.
Almaya endeksli toplumlarda ise hep bana mantığı hem doyumsuzluk hem toplumda bölünmelere yol açıyor. Neticede insanların gözü de, gönlü de doymuyor. Bilinen bir kıssadır, mükellef bir sofranın etrafındaki insanlar bir türlü yemek yiyemezler, çünkü kaşıkla yemek şartı var ve kaşıkların uzunluğu bir metre. Daha sonra aynı şartlarda dervişler sofraya gelirler. Yüzleri nurlu olan bu insanların biri diğerine kendi kaşığı ile yemek yedirir ve herkes afiyetle karnını doyurur ve birbirine karşı şükran duyguları daha da ziyadeleşir. İşte hayatta da yaşanan budur.
Hicaz topraklarında gördük ki, her zaman kazançlı olanlar alma değil, verme mantığı ile hayatlarını yaşayanlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ahmet H. Kepekçi / diğer yazıları
- Dış politikanın kırılma noktası: Kıbrıs / 22.04.2025
- Algı yönetimi gölgesinde Suriye ve bölgesel tehditler / 20.04.2025
- Trump, Netanyahu ve Türkiye: Bölgedeki yeni denge / 15.04.2025
- Hoş Geldin Atatürk penceresinden Haydar Baş / 14.04.2025
- O’nun ışığı her geçen gün daha parlıyor / 13.04.2025
- Ekonomik buhrana karşı çözümümüz var / 09.04.2025
- Adalet mi dediniz hakkaniyet mi? / 05.04.2025
- Yunan bayramı, Türk dersi / 29.03.2025
- Asıl rakip ne İmamoğlu ne Yavaş: Hükümetin en büyük sınavı geçim krizi / 24.03.2025
- Bozduğun kantar seni de tartacak / 23.03.2025
- Algı yönetimi gölgesinde Suriye ve bölgesel tehditler / 20.04.2025
- Trump, Netanyahu ve Türkiye: Bölgedeki yeni denge / 15.04.2025
- Hoş Geldin Atatürk penceresinden Haydar Baş / 14.04.2025
- O’nun ışığı her geçen gün daha parlıyor / 13.04.2025
- Ekonomik buhrana karşı çözümümüz var / 09.04.2025
- Adalet mi dediniz hakkaniyet mi? / 05.04.2025
- Yunan bayramı, Türk dersi / 29.03.2025
- Asıl rakip ne İmamoğlu ne Yavaş: Hükümetin en büyük sınavı geçim krizi / 24.03.2025
- Bozduğun kantar seni de tartacak / 23.03.2025