Erzurum'un Kümbet köyünden Gençağazade Hüseyin Avni Ulaş'ı vefatının 54. yılında Yeni Mesaj okurlarına kısmen de olsa tanıtmaya çalışacağımız yazı serisini sürdürüyoruz.
Birinci Dünya Savaşı'nda Kafkas Cephesi'ndeki günlerini, hatıralarını yadederken:
"Ateş hattında binbir sefaletle yanıp kavruldum. Mehmetçiğin ve köylünün ıstıraplarını üç sene siperlerde yattığım büyük ruhlu neferlerden öğrendim. Bu devir hakiki hayatın mektebi oldu" demektedir.
Hüseyin Avni Bey'in ilk mecliste, hakkın, adaletin tesisi için, haksızlıkların önlenmesi için verdiği mücadele dillere destandır.
Mücadele ve heyecan içinde, millete hizmet aşkı içinde geçen ömrünün son demlerinde şeker hastalığından dolayı gözlerinde ciddi görme kaybı olur bir kaç göz ameliyatı geçirir. Bir ameliyat öncesini yakın dostu Muammer Asaf şöyle anlatıyor:
"Cerrahpaşa Hastanesi'ndeyim. Hüseyin Avni'nin yattığı karyolanın ayak ucunda rahat bir koltukta oturuyorum. Oda hususi, bizbizeyiz. Bermutat dünya olaylarını gözden geçirerek sağa, sola çata çata konuşuyoruz. Fakat onda da bende de sevimsiz bir sohbet dermansızlığı var. Ben dermansızlığın menşeini biliyorum: Yarın sabah saat sekizde Hüseyin Avni'ye ameliyat yapılacak.
Gel dedi bugün gafil ve mağrur nefislerimize uyarak özsüz laf etmeyelim. Seninle bir çok konuşacaklarım var. Hakikat şu ki: hepimiz gırtlaklama seyyiat içndeyiz. Halbuki geçmiş bizden bekler, âti bizden bekler. Biz ise nadan nefsimizin peşinde bir ihtiras batağından diğer bir ihtiras batağına dalmaktayız. Ne hayrımız var! Ne hasenatımız!
Birden bire hiddete kaçan bir sesle mevzudan atladı:
Dün buraya bir ziyaretçi gelmişti. İsmi lazım değil, kahramanlık mahramanlık diye bir sürü laf etti, kafamı patlattı. Cansiperane çalışmış, mecliste çekinmeden söz söylemişim, elbet kahraman imişim! Ne semahat... Ne beleş kahramanlık bu. Kendi teseyyübümüz yolunda ocağımıza sel basmış da, elbirliği etmiş, bir oturum yer kurtarmışız! Bu kadarcık da yapmasaydık hangi suretle "Bu ülke bizim. Bu muhteşem taç, bu muazzam tarih bizim..." diyecektik acaba? Kurtardığımız bir avuç toprak için kahramanız! Ala, ya verdiğimiz bir dönüm toprak için istihkakımız nedir? Bunu sorunca muhatabım sustu. Susar elbet. O da bilir ki, hakikatin sillesi, riyanın kahpe dudağı gibi yumuşak değildir. Bir karış yer kurtardık, bir dönüm yer bıraktık, dede tacı elimizde parçalandı. Bugün her parçası bir krala taç oldu. Bunun esbabını ati araştırır. Cürmü bize sorar, günahı bize yükler. Sanma ki ben cihadımla, varlığımla iftihar ediyorum. Haşaa... ancak acımızın, teseyyübün hayasını duymaktayım. Yarın geberir gidersem ceddim katına hangi suratla varırım?! Ömrüm devam eder de kalırsam, ahfadıma ne yüzle bakarım?! Diye kaçgündür şu yatakta titriyorum. Hüsran acısın halimize birader, hüsran!
Hüseyin Avni'nin bu derece teessür ve tuğyan halini hiç görmemiştim. Bembeyaz kireç kesilen rengine; coşkun çağlayanlar gibi inleyen sesine; gözlerinde ışıldayan habbe habbe damlalara dayanamadım. Yerimden fırladım. Feragati, tevazuu, tevekkülü, hakperestliği namına tertemiz alnından öptüm. Göğsümden itti. Amir bir eda ile:
Otur yerine! dedi, öpecek şayeste arıyorsan git, fetihten fethe koşan o mübarek kahramanın, Fatih'in ayak taşını öp... Asırlarca ecdad mirasıyla geçindik. Kendi kazancımızla değil paşam. Sen de benim gibi diz çök de vicdanın huzuruna, hayrınla seyyiatını tarta tarta bir lahza düşün; ceddinden ne devralmıştın? Ahfadına ne bırakmaktasın?!
Birinci Dünya Savaşı'nda Kafkas Cephesi'ndeki günlerini, hatıralarını yadederken:
"Ateş hattında binbir sefaletle yanıp kavruldum. Mehmetçiğin ve köylünün ıstıraplarını üç sene siperlerde yattığım büyük ruhlu neferlerden öğrendim. Bu devir hakiki hayatın mektebi oldu" demektedir.
Hüseyin Avni Bey'in ilk mecliste, hakkın, adaletin tesisi için, haksızlıkların önlenmesi için verdiği mücadele dillere destandır.
Mücadele ve heyecan içinde, millete hizmet aşkı içinde geçen ömrünün son demlerinde şeker hastalığından dolayı gözlerinde ciddi görme kaybı olur bir kaç göz ameliyatı geçirir. Bir ameliyat öncesini yakın dostu Muammer Asaf şöyle anlatıyor:
"Cerrahpaşa Hastanesi'ndeyim. Hüseyin Avni'nin yattığı karyolanın ayak ucunda rahat bir koltukta oturuyorum. Oda hususi, bizbizeyiz. Bermutat dünya olaylarını gözden geçirerek sağa, sola çata çata konuşuyoruz. Fakat onda da bende de sevimsiz bir sohbet dermansızlığı var. Ben dermansızlığın menşeini biliyorum: Yarın sabah saat sekizde Hüseyin Avni'ye ameliyat yapılacak.
Gel dedi bugün gafil ve mağrur nefislerimize uyarak özsüz laf etmeyelim. Seninle bir çok konuşacaklarım var. Hakikat şu ki: hepimiz gırtlaklama seyyiat içndeyiz. Halbuki geçmiş bizden bekler, âti bizden bekler. Biz ise nadan nefsimizin peşinde bir ihtiras batağından diğer bir ihtiras batağına dalmaktayız. Ne hayrımız var! Ne hasenatımız!
Birden bire hiddete kaçan bir sesle mevzudan atladı:
Dün buraya bir ziyaretçi gelmişti. İsmi lazım değil, kahramanlık mahramanlık diye bir sürü laf etti, kafamı patlattı. Cansiperane çalışmış, mecliste çekinmeden söz söylemişim, elbet kahraman imişim! Ne semahat... Ne beleş kahramanlık bu. Kendi teseyyübümüz yolunda ocağımıza sel basmış da, elbirliği etmiş, bir oturum yer kurtarmışız! Bu kadarcık da yapmasaydık hangi suretle "Bu ülke bizim. Bu muhteşem taç, bu muazzam tarih bizim..." diyecektik acaba? Kurtardığımız bir avuç toprak için kahramanız! Ala, ya verdiğimiz bir dönüm toprak için istihkakımız nedir? Bunu sorunca muhatabım sustu. Susar elbet. O da bilir ki, hakikatin sillesi, riyanın kahpe dudağı gibi yumuşak değildir. Bir karış yer kurtardık, bir dönüm yer bıraktık, dede tacı elimizde parçalandı. Bugün her parçası bir krala taç oldu. Bunun esbabını ati araştırır. Cürmü bize sorar, günahı bize yükler. Sanma ki ben cihadımla, varlığımla iftihar ediyorum. Haşaa... ancak acımızın, teseyyübün hayasını duymaktayım. Yarın geberir gidersem ceddim katına hangi suratla varırım?! Ömrüm devam eder de kalırsam, ahfadıma ne yüzle bakarım?! Diye kaçgündür şu yatakta titriyorum. Hüsran acısın halimize birader, hüsran!
Hüseyin Avni'nin bu derece teessür ve tuğyan halini hiç görmemiştim. Bembeyaz kireç kesilen rengine; coşkun çağlayanlar gibi inleyen sesine; gözlerinde ışıldayan habbe habbe damlalara dayanamadım. Yerimden fırladım. Feragati, tevazuu, tevekkülü, hakperestliği namına tertemiz alnından öptüm. Göğsümden itti. Amir bir eda ile:
Otur yerine! dedi, öpecek şayeste arıyorsan git, fetihten fethe koşan o mübarek kahramanın, Fatih'in ayak taşını öp... Asırlarca ecdad mirasıyla geçindik. Kendi kazancımızla değil paşam. Sen de benim gibi diz çök de vicdanın huzuruna, hayrınla seyyiatını tarta tarta bir lahza düşün; ceddinden ne devralmıştın? Ahfadına ne bırakmaktasın?!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Gelsin / 25.04.2025
- İktidara düşen… / 22.04.2025
- Yaşadıklarımızın resmidir / 21.04.2025
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- İktidara düşen… / 22.04.2025
- Yaşadıklarımızın resmidir / 21.04.2025
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025