Mesele şu: "Seyr ü Sülûk'a karar vermiş bir insanın, İslâm'ın zahirî düsturlarını tam bilmesi şarttır." Aşağı-yukarı, iddianın özü budur.
Buna cevaben deriz ki: Seyr ü Sülûk'ta bulunan insanın, İslâm'ın zahirî düsturlarını tam bilmesi mümkün değildir. Seyr ü Sülûk için esas; teslimiyet, mahviyet ve hizmettir. İslâm'ın zahirî düsturlarının öğrenilmesi bu yolculukta hâl iledir. Yani burada, kâl'in (sözün) değeri yoktur. Maksadı Allah rızası olan salikin hâli; zikir, havfullah, muhabbetullahtır. Durum bu olunca, İslâm'ın zahirî düsturlarını bilmeyen ümmî insan için "Seyr ü Sülûk'ta bulunamaz" iddiası ilmî mesnedden mahrumdur.Seyr ü Sülûk'un zahir ile ilgisi olmakla beraber esası manevî bir yolculuktur. Nitekim Peygamberimiz, "Her insanın kalbinden Allah'a bir yol gider" hadisi ile bu yolculuğun sahasını belirlemiştir. Şu kadar var ki, Seyr ü Sülûk'ta olan salikin hatâya düşmesine mani olmak için mürşid-i kâmilin, İslâm'ın zahirî düsturlarını bilmesi lüzumludur. Hâl böyle iken, geçmiş devirlerde "Kurbiyet Makamı"na kadem basmış insan-ı kâmillerin birçoklarının dahi ümmî olduğunu görmekteyiz. Meselâ, Peygamber Efendimizin methiyesini kazanmış Üveysü'l-Karânî, tasavvuf tarihinde büyük velîlerden olduğu rivayet edilen ve intisabından evvel eşkiya olan Fudayl b. Iyaz; mezhep imamı İmamı Şâfii Hazretleri'nin hocası çoban Şeybân-ı Râi Hazretleri; yakînen tanıdığımız Yunus Emre; onun ile aynı devirde yaşayan Hz. Mevlânâ'nın talebesi olan Kuyumcu Selâhaddin gibi büyükler ümmî kâmillerdir. Zahir ilmi bilmemelerine rağmen halleri, yaşayışları İslâm'ın tâ kendisi idi. O halde esas; zahirî ilimleri bilmek değil, İslâm'ı yaşamaktır.Bu yolculukta teslimiyet, mahviyet ve hizmet olursa, vuslata ermemek için hiçbir sebep yoktur. Esasen, bu manevî mektebin gayesi budur. Aksi halde, dörtbaşı mamur bir insanın bu yola intisabına niçin gerek duyulsun?
İman ve İnsan, Prof. Dr. Haydar Baş
Buna cevaben deriz ki: Seyr ü Sülûk'ta bulunan insanın, İslâm'ın zahirî düsturlarını tam bilmesi mümkün değildir. Seyr ü Sülûk için esas; teslimiyet, mahviyet ve hizmettir. İslâm'ın zahirî düsturlarının öğrenilmesi bu yolculukta hâl iledir. Yani burada, kâl'in (sözün) değeri yoktur. Maksadı Allah rızası olan salikin hâli; zikir, havfullah, muhabbetullahtır. Durum bu olunca, İslâm'ın zahirî düsturlarını bilmeyen ümmî insan için "Seyr ü Sülûk'ta bulunamaz" iddiası ilmî mesnedden mahrumdur.Seyr ü Sülûk'un zahir ile ilgisi olmakla beraber esası manevî bir yolculuktur. Nitekim Peygamberimiz, "Her insanın kalbinden Allah'a bir yol gider" hadisi ile bu yolculuğun sahasını belirlemiştir. Şu kadar var ki, Seyr ü Sülûk'ta olan salikin hatâya düşmesine mani olmak için mürşid-i kâmilin, İslâm'ın zahirî düsturlarını bilmesi lüzumludur. Hâl böyle iken, geçmiş devirlerde "Kurbiyet Makamı"na kadem basmış insan-ı kâmillerin birçoklarının dahi ümmî olduğunu görmekteyiz. Meselâ, Peygamber Efendimizin methiyesini kazanmış Üveysü'l-Karânî, tasavvuf tarihinde büyük velîlerden olduğu rivayet edilen ve intisabından evvel eşkiya olan Fudayl b. Iyaz; mezhep imamı İmamı Şâfii Hazretleri'nin hocası çoban Şeybân-ı Râi Hazretleri; yakînen tanıdığımız Yunus Emre; onun ile aynı devirde yaşayan Hz. Mevlânâ'nın talebesi olan Kuyumcu Selâhaddin gibi büyükler ümmî kâmillerdir. Zahir ilmi bilmemelerine rağmen halleri, yaşayışları İslâm'ın tâ kendisi idi. O halde esas; zahirî ilimleri bilmek değil, İslâm'ı yaşamaktır.Bu yolculukta teslimiyet, mahviyet ve hizmet olursa, vuslata ermemek için hiçbir sebep yoktur. Esasen, bu manevî mektebin gayesi budur. Aksi halde, dörtbaşı mamur bir insanın bu yola intisabına niçin gerek duyulsun?
İman ve İnsan, Prof. Dr. Haydar Baş
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.