Avusturya gazetelerinden Die Presse'nin yazarlarından Wolfgang Böhm'ün 1 Aralık tarihli yazısında Türkiye'nin AB üyelik süreci ve Avrupa ülkelerinin bu üyeliğe bakışındaki samimiyetsizliği ortaya koyan çarpıcı cümleler vardı.
Böhm, AB'nin Türkiye ile müzakerelere başlama konusunda yaşadığı savsaklamayı Franz Kafka'nın "Bir hedef var, ama yol yok. Bizim yol dediğimiz tereddüttür" cümlesi kadar hiçbir şeyin tanımlayamayacağını belirtiyor.
Kafka'nın bu cümlesini yazar Avrupa'nın bakışı açısından değerlendiriyor tabii ki. Bu sözleri biz de Türkiye'nin AB macerasında, Türkiye açısından değerlendirecek olursak şöyle değiştirmeliyiz: Bir hükümet var ve o hükümetin de bir AB hedefi var. Bir de o hedefe giden karanlık bir yol var. Ama yolun sadece giriş kısmı görünüyor, diğer kısımları karanlıkta. Yolun görünen giriş kısmındaki tuzaklar görülecek büyüklükte ve o yolda ilerlemeyi düşünenler yolun sonunun nereye varacağından habersiz. Yolun sahipleri de, yolun nereye varacağına dair bir garanti vermiyorlar ve "şansınıza ne denk gelirse razı olun!" demekle yetiniyorlar.
Franz Kafka'nın Türkiye ile ilgili eksik bıraktığı yerleri biz de böyle tamamlamış olduk!
Böhm devam ediyor: "Neredeyse her gün Türkiye'nin katılımını güçleştirecek yeni önerilerde bulunuluyor. Ankara'ya aniden yeni engeller çıkarma konusunda garip bir yaratıcılık oluşuyor.
İşin içine birdenbire Kıbrıs'ın yeniden birleşmesi giriyor. Katılım şartları giderek katılaşıyor, örneğin Türk işgücü göçünün daimi olarak sınırlanması ya da tarım yardımı ve bölgesel yardımlarda Türkiye'nin saf dışı bırakılması gibi. Bunun AB anlaşmasına tamamen aykırı olması, hiç konu edilmiyor? Bir ülkenin önce yüzüne gülüp sonra 'sizin yolunuzu gerçi kapatamayız, ama bu yolu size çekilmez hale getirebiliriz' gibi bir sinyal vermenin anlamı ne olabilir?"
Avrupalı liderler Türkiye ile ilgili bir çıkmaza girmiş olabilirler ve bu çıkmazı Türkiye'ye olmadık şeyler dayatmak suretiyle çözme eğilimindeler. Önemli olan AKP hükümetinin bunun farkında olarak, Türkiye'yi kollayabilmesi. Fakat hükümet ve medya 17 Aralık'a doğru gün saymakla meşgul oldukları için, bu tür önemli konular gündemlerinde değil. Daha doğrusu, kendilerine önceden çizdikleri siyasi kaderlerinde AB'den başka bir hedef bulunmuyor. Bu yüzden AB'nin istediği tüm deliklerden geçmeyi, mecburiyet olarak algılıyorlar. İşin acı tarafı, nereye varacağı belli olmayan o karanlık yola, Türkiye'yi de sürüklüyorlar.
Böhm, AB'nin Türkiye ile müzakerelere başlama konusunda yaşadığı savsaklamayı Franz Kafka'nın "Bir hedef var, ama yol yok. Bizim yol dediğimiz tereddüttür" cümlesi kadar hiçbir şeyin tanımlayamayacağını belirtiyor.
Kafka'nın bu cümlesini yazar Avrupa'nın bakışı açısından değerlendiriyor tabii ki. Bu sözleri biz de Türkiye'nin AB macerasında, Türkiye açısından değerlendirecek olursak şöyle değiştirmeliyiz: Bir hükümet var ve o hükümetin de bir AB hedefi var. Bir de o hedefe giden karanlık bir yol var. Ama yolun sadece giriş kısmı görünüyor, diğer kısımları karanlıkta. Yolun görünen giriş kısmındaki tuzaklar görülecek büyüklükte ve o yolda ilerlemeyi düşünenler yolun sonunun nereye varacağından habersiz. Yolun sahipleri de, yolun nereye varacağına dair bir garanti vermiyorlar ve "şansınıza ne denk gelirse razı olun!" demekle yetiniyorlar.
Franz Kafka'nın Türkiye ile ilgili eksik bıraktığı yerleri biz de böyle tamamlamış olduk!
Böhm devam ediyor: "Neredeyse her gün Türkiye'nin katılımını güçleştirecek yeni önerilerde bulunuluyor. Ankara'ya aniden yeni engeller çıkarma konusunda garip bir yaratıcılık oluşuyor.
İşin içine birdenbire Kıbrıs'ın yeniden birleşmesi giriyor. Katılım şartları giderek katılaşıyor, örneğin Türk işgücü göçünün daimi olarak sınırlanması ya da tarım yardımı ve bölgesel yardımlarda Türkiye'nin saf dışı bırakılması gibi. Bunun AB anlaşmasına tamamen aykırı olması, hiç konu edilmiyor? Bir ülkenin önce yüzüne gülüp sonra 'sizin yolunuzu gerçi kapatamayız, ama bu yolu size çekilmez hale getirebiliriz' gibi bir sinyal vermenin anlamı ne olabilir?"
Avrupalı liderler Türkiye ile ilgili bir çıkmaza girmiş olabilirler ve bu çıkmazı Türkiye'ye olmadık şeyler dayatmak suretiyle çözme eğilimindeler. Önemli olan AKP hükümetinin bunun farkında olarak, Türkiye'yi kollayabilmesi. Fakat hükümet ve medya 17 Aralık'a doğru gün saymakla meşgul oldukları için, bu tür önemli konular gündemlerinde değil. Daha doğrusu, kendilerine önceden çizdikleri siyasi kaderlerinde AB'den başka bir hedef bulunmuyor. Bu yüzden AB'nin istediği tüm deliklerden geçmeyi, mecburiyet olarak algılıyorlar. İşin acı tarafı, nereye varacağı belli olmayan o karanlık yola, Türkiye'yi de sürüklüyorlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012