Şeyh Hamdullâh Efendi, nâil olduğu kıymet ve derece nisbetinde bir mahviyyet ve tevâzû sahibiydi. Mezar taşına adının yazılmasını istemeyecek kadar benliğinden sıyrılmıştı. Onun bu ulvî İslâm ahlâkının da kazandırdığı bir bereket olarak hüsni hatta başlattığı ekol, beşyüz küsûr yıldan beri aynı tazelik ve canlılıkla bütün İslâm âlemini hayran bırakarak devam etmektedir
Oğuzhan ATILGANSultan II. Bâyezîd Han, elde edilen neticeden son derece memnûn olarak sık sık Şeyh Hamdullâh'ı ziyâret ediyordu. Bu ziyaretlerinde bazen Şeyh Hamdullâh'ın meşk ederken rahat etmesi için arkasındaki yastığı düzeltir ve büyük bir mânevî haz içerisinde de hokkasını tutardı. Ancak Sultan'ın bu alâka ve iltifâtı karşısında birkısım ulemâ, Şeyh Hamdullâh'ı kıskandılar. Bunun farkına varıp üzülen II. Bâyezîd Han-ı Velî, birgün bütün ulemâyı saraya dâvet eyledi. Hepsi geldi. Sultan'ın elinde Şeyh Hamdullâh Efendi tarafından yazılmış bir Kur'ânı Kerîm, önünde de bir yığın muhtelif kitaplar vardı. Hafif bir sadâ ile hitap etti: "Elimdeki bu Kur'ân'ı, görmüş olduğunuz önümdeki şu kitap yığınının altına koyacağım! Ne buyurursunuz?" dedi. Huzûrda bulunan herkes itirazda bulundu: "Hâşâ Sultanım! Olur mu öyle şey? Kur'ân-ı Kerîm'i o kitapların altına koymak pek büyük bir hürmetsizliktir!.." dediler. Bunun üzerine Sultan şöyle dedi: "Doğru söylediniz! Ancak bu Kur'ânı Kerîm'i onun şanına lâyık bir mükemmellik ve güzellikle yazmaya muvaffak olan hattatı sizlerin altınızda tutmanın da bir nevî hürmetsizlik olduğunu düşünmez misiniz?" Gâyet ince ve nükteli bir şekilde tahakkuk eden böyle bir îkâz karşısında buna mutahap olanlar mes'eleyi anladı ve hasedlerinden dolayı nâdim oldular. Mâneviyat sâhasında da büyük terakkîler kaydetmiş olan Şeyh Hamdullâh Efendi, nâil olduğu kıymet ve derece nisbetinde bir mahviyyet ve tevâzû sahibiydi. Mezar taşına adının yazılmasını istemeyecek kadar benliğinden sıyrılmıştı. Onun bu ulvî İslâm ahlâkının da kazandırdığı bir bereket olarak hüsni hatta başlattığı ekol, beşyüz küsûr yıldan beri aynı tazelik ve canlılıkla bütün İslâm âlemini hayran bırakarak devam etmektedir. Görüldüğü gibi Osmanlı'da mânevî bir takviye ile başlayan hat san'atının, gelişme ve devamı da riâyet edilen mânevî ölçüler sayesinde olmuştur. Âdetâ ihlâsın berekâtı olan bu san'at, asırlar boyunca ücretsiz olarak taliblerine öğretilmiştir. Araya maddiyat sokulmamış ve her hattat, bu yoldaki tâlim hizmetini san'atının bir zekâtı bilmiştir. Sadece devlet veya bir vakıf tarafından tâyin edilen hattatların idâmei hayat ve san'atlarının devamı için belli bir maaş almalarında beis görülmemiş, bunun dışındaki faâliyetlerde herhangi bir ücret talebi âdetâ günah sayılmıştır. Böyle ücretsiz bir tâlim usûlüne ilâveten hat üstâdlarının evlerinin bir meşkhâne hâline gelmiş olması da, hüsni hat husûsunda dikkat edilen Allâh rızâsı düstûrundaki gönül hassâsiyetini ne kadar güzel gösterir. Diğer taraftan hattatlığın şartları arasında zikredilen şu husûsiyetler, hattın zâhirî ve bâtınî vechesini aksettirmesi bakımından pek ibretlidir: 1. İstîdâd ve kâbiliyetli olmak, 2. Meşk ve tâlim görmek, 3. Son derece azimli olmak, 4. Doğru anlayışlı olmak, 5. Kibirsiz, yâni mütevâzî olmak, 6. İyi ve bol malzeme kullanmak, 7. Çokça yazmak.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.