İmam-ı Azam Ebu Hanife Hz.
Kûfe dışında diğer ilim merkezlerine de giden İmâm-ı A'zam Ebû Hanife hazretleri bazan bir sene süren seyahatlerinde Mekke ve Medine'ye gitti. Bu beldelerin meşhûr alimleriyle görüşüp onlardan ilim öğrendi. Elli beş defa hac yaptı.
İmâm-ı A'zam Ebû Hanife hazretlerinin Kûfe dışındaki diğer şehirlerde ilim öğrendiği hocalarından bazıları da şu zatlardır:
Tabiin büyüklerinden Amr bin Dinar el-Cümahi, Ebû Zübeyr Muhammed, İbn-i Şihab ez-Zühri, hazret-i Ebû Bekr'in torunu Kasım bin Muhammed, Medine'nin meşhûr alimlerinden Hişam bin Urve ve Yahya bin Said el-Ensari, Basra'daki en meşhur alimlerden Eyyûb bin Keysân es-Sahtiyani, Katâde bin Diâme, Bekr bin ABdullah Müzeni.
Ayrıca Peygamber Efendimizin (sallalahü aleyhi ve sellem) torunlarından Zeyd bin Ali'den ve Muhammed Bâkır hazretleri buyurdu ki: "Ceddimin şeriatini bozanlar çoğaldığı zaman sen onu canlandıracaksın, sen korkanların kurtarıcısı, şaşıranların sığınağı olacaksın. Şaşıranları doğru yola çevireceksin. Allah-ü Teala yardımcın olacak."
Ashâb-ı kirâmdan İbn-i Abbâs'ın ilmini Mekke fakihi Atâ bin Ebi Rebâh ve İkrime'den, hazret-i Ömer ve onun oğlu Abdullah'tan nakledilen ilimleri Abdulah bin Ömer'in âzâdlısı Nâfi'den öğrendi. Böylece, Ashâb-ı kiramdan İbn-i Mes'ûd ve hazret-i Ali'den nakledilen ilimleri de buluşup görüştüğü Tâbiinden öğrendi. İlimde hiç kimseye nasib olmayan yüksek bir dereceye ulaştı.
Tasavvuf ilmini de Silsile-i Aliyye denilen evliyanın büyüklerinden olan Cafer-i Sâdık'tan öğrendi. Onunla sohbet edip feyiz alarak tasavvufta yüksek makama ulaştı.
Zahiri ve manevi ilimlerde zamanının en büyük alimi olan İmâm-ı A'zam bir gün Halife Mansûr'un yanına girdi. Orada bulunan İsâ bin Mûsa, Mansûr'a; "Bugün dünyanın en büyük alimi bu zattır" dedi. Halife Mansûr; "Ey Nûmân, bu ilmi kimden aldın?" diye sorunca; "Hazret-i Ömer'den, hazreti Ali'den ilim alanlar vasıtasıyla da Abdullah bin Mes'ûd'dan aldım" cevabını verdi. Bunun üzerine Halife Mansûr, "Sen işini gayet sağlam tutmuşsun, ilmi asıl menbaından almışsın" dedi. İmâm-ı A'zam başta ashâb-ı kiramın büyüklerinin ilim silsilesinden olmak üzere, pekçok kişiden ilim öğrenip bütün ilimlerde ve üstünlüklerde en yüksek dereceye ulaşmıştır. Şöhreti her yere yayılıp, zamanında bulunan ve sonra gelen bütün müctehidler, alimler, üstün kimseler hatta Hıristiyanlar bile onu hep medhetmiş, övmüştür.
İmâm-ı A'zam'ın hocası Hammâd bin Ebi Süleyman vefat edince, hocasının talebeleri, arkadaşları ve halkın ileri gelenleri onun yerini dolduracak alimin, ancak İmâm-ı A'zam'ın olduğunu görerek, ısrarla hocasının yerine geçmesini istediler. "İlmin ölmesini istemem" buyurup, ilim kürsüsüne oturdu. Hocası Hammâd bin Ebi Süleyman'ın yerine müfti oldu ve talebe yetiştirmeğe başladı.
İmâm-ı A'zam, hocası Hammâd'ın yerine geçince, ilmi, vakarı, üstün tevazuu, takvası, tatlı sözleri ve güler yüzüyle herkes tarafından sevilen ve dini meselelerde insanların karşılaştıkları zorluklara çare bulan tek müracaat kaynağı oldu. Irak, Horasan, Harezm, Türkistan, Tuharistan, İran, Hind, Yemen ve Arabistan'ın her tarafından gruplar halinde gelen talebeler, fetvâ isteyenler ve dinleyicilerle etrafı dolup taşıyordu.
İmâm-ı A'zam meclisinde halk tarafından sorulan suallerin cevaplandırılması ve talebeler için verilen muntazam dersler olmak üzere iki türlü müzâkere yapılırdı. Her gün sabah namazını, câmide kılıp öğleye kadar sorulan sualleri cevaplandırır, fetvâ verirdi.
Kûfe dışında diğer ilim merkezlerine de giden İmâm-ı A'zam Ebû Hanife hazretleri bazan bir sene süren seyahatlerinde Mekke ve Medine'ye gitti. Bu beldelerin meşhûr alimleriyle görüşüp onlardan ilim öğrendi. Elli beş defa hac yaptı.
İmâm-ı A'zam Ebû Hanife hazretlerinin Kûfe dışındaki diğer şehirlerde ilim öğrendiği hocalarından bazıları da şu zatlardır:
Tabiin büyüklerinden Amr bin Dinar el-Cümahi, Ebû Zübeyr Muhammed, İbn-i Şihab ez-Zühri, hazret-i Ebû Bekr'in torunu Kasım bin Muhammed, Medine'nin meşhûr alimlerinden Hişam bin Urve ve Yahya bin Said el-Ensari, Basra'daki en meşhur alimlerden Eyyûb bin Keysân es-Sahtiyani, Katâde bin Diâme, Bekr bin ABdullah Müzeni.
Ayrıca Peygamber Efendimizin (sallalahü aleyhi ve sellem) torunlarından Zeyd bin Ali'den ve Muhammed Bâkır hazretleri buyurdu ki: "Ceddimin şeriatini bozanlar çoğaldığı zaman sen onu canlandıracaksın, sen korkanların kurtarıcısı, şaşıranların sığınağı olacaksın. Şaşıranları doğru yola çevireceksin. Allah-ü Teala yardımcın olacak."
Ashâb-ı kirâmdan İbn-i Abbâs'ın ilmini Mekke fakihi Atâ bin Ebi Rebâh ve İkrime'den, hazret-i Ömer ve onun oğlu Abdullah'tan nakledilen ilimleri Abdulah bin Ömer'in âzâdlısı Nâfi'den öğrendi. Böylece, Ashâb-ı kiramdan İbn-i Mes'ûd ve hazret-i Ali'den nakledilen ilimleri de buluşup görüştüğü Tâbiinden öğrendi. İlimde hiç kimseye nasib olmayan yüksek bir dereceye ulaştı.
Tasavvuf ilmini de Silsile-i Aliyye denilen evliyanın büyüklerinden olan Cafer-i Sâdık'tan öğrendi. Onunla sohbet edip feyiz alarak tasavvufta yüksek makama ulaştı.
Zahiri ve manevi ilimlerde zamanının en büyük alimi olan İmâm-ı A'zam bir gün Halife Mansûr'un yanına girdi. Orada bulunan İsâ bin Mûsa, Mansûr'a; "Bugün dünyanın en büyük alimi bu zattır" dedi. Halife Mansûr; "Ey Nûmân, bu ilmi kimden aldın?" diye sorunca; "Hazret-i Ömer'den, hazreti Ali'den ilim alanlar vasıtasıyla da Abdullah bin Mes'ûd'dan aldım" cevabını verdi. Bunun üzerine Halife Mansûr, "Sen işini gayet sağlam tutmuşsun, ilmi asıl menbaından almışsın" dedi. İmâm-ı A'zam başta ashâb-ı kiramın büyüklerinin ilim silsilesinden olmak üzere, pekçok kişiden ilim öğrenip bütün ilimlerde ve üstünlüklerde en yüksek dereceye ulaşmıştır. Şöhreti her yere yayılıp, zamanında bulunan ve sonra gelen bütün müctehidler, alimler, üstün kimseler hatta Hıristiyanlar bile onu hep medhetmiş, övmüştür.
İmâm-ı A'zam'ın hocası Hammâd bin Ebi Süleyman vefat edince, hocasının talebeleri, arkadaşları ve halkın ileri gelenleri onun yerini dolduracak alimin, ancak İmâm-ı A'zam'ın olduğunu görerek, ısrarla hocasının yerine geçmesini istediler. "İlmin ölmesini istemem" buyurup, ilim kürsüsüne oturdu. Hocası Hammâd bin Ebi Süleyman'ın yerine müfti oldu ve talebe yetiştirmeğe başladı.
İmâm-ı A'zam, hocası Hammâd'ın yerine geçince, ilmi, vakarı, üstün tevazuu, takvası, tatlı sözleri ve güler yüzüyle herkes tarafından sevilen ve dini meselelerde insanların karşılaştıkları zorluklara çare bulan tek müracaat kaynağı oldu. Irak, Horasan, Harezm, Türkistan, Tuharistan, İran, Hind, Yemen ve Arabistan'ın her tarafından gruplar halinde gelen talebeler, fetvâ isteyenler ve dinleyicilerle etrafı dolup taşıyordu.
İmâm-ı A'zam meclisinde halk tarafından sorulan suallerin cevaplandırılması ve talebeler için verilen muntazam dersler olmak üzere iki türlü müzâkere yapılırdı. Her gün sabah namazını, câmide kılıp öğleye kadar sorulan sualleri cevaplandırır, fetvâ verirdi.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.