Cenab-ı Hakk'ın kerem sıfatından bahisle, insanın bir lütuf eseri olarak dünyaya geldiği zikredilir. İkram ve lütuf; hak sahibi olma hakkına malik olmadığı halde, hak sahibi olmaktır. Yani; insan, dünyaya gelme hakkına sahip olmadığı halde, Allah'ın değişik ikramlarına muhatap olmuştur. Allah, herkese dilediği kadar lutfetmiştir. Akıl, mal, mülk, evlât, rütbe nevinden az veya çok oluşu, O'nun ikramıdır. İkram ve lütufta eşitlik aranamaz. Yani; hiç kimse; 'niçin bana filancı kadar vermedin?', diyemez.
Zira O'nun verdiği, kereminin sonucudur. Zaten insanın var olma hakkı yoktu ki, mülkiyetinin fazlasını talep hakkı olsun. Bu noktada şunu da belirtmek lazım; bütün bunlara rağmen Allah (cc) âdil olduğu için, herkesi kendi şartları ve malik olduğu imkânlarıyla imtihan eder. Az verdiğinden çok, çok verdiğinden az miktar hesap istemez. Bir verdiğinden on'un, on verdiğinden bir'in hesabını istemez.
Hz. Muhammed (sav)'in, ilk vahiyden çok önceleri, sık sık Hira mağarasında uzlete çekildiğini biliyoruz. O, dünya ve insanlardan uzakta, Rabb'iyle başbaşa feyz-i ilâhînin zevkine varıyor, kendini âdeta ilâhî görevine hazırlıyordu. Bazılarının iddia ettiği gibi uzlet, sadece insanlardan kaçıp karanlık köşelerde zaman geçirmek değildir. İnsanın, kendi derûnundaki ilâhî gerçekle rabıtasıdır. Mânâsı çok derindir. Bizzat Resul-i Ekrem (sav) bunu yaşamış, bu konuda bize örnek olmuştur.
Kitabullah'ın ilk âyetinin, "oku" olması çok düşündürücüdür. Bu, Allah'ın kullarına ilk ve en büyük emridir. Resulullah'ın ümmî oluşu, meseleye bir başka boyut getirmektedir. Şöyle ki; gerçek âlim Allah'ı bilen, Allah'ın adıyla okuyan insandır. İlim, insanı Allah'a götürüyorsa gerçek ilimdir. Öbür türlüsü ise, insanı gaflete boğan, çıkmaza sokan bir felâkettir. Resul-i Ekrem; "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım", buyuruyor.
Bu noktada Cenab-ı Hak, kullarına; ilmin, okumanın niteliğini belirtiyor. "Yaradan Rabbının adıyla oku", diyerek âlimin sıfatını bildiriyor. Gerçek aydın, öğrendiği ilimle Allah'a giden, O'nu bulan insandır. İlminin, kendi gözünü kör ettiği ve isyana, inkâra sürüklediği insan değil.
Zira O'nun verdiği, kereminin sonucudur. Zaten insanın var olma hakkı yoktu ki, mülkiyetinin fazlasını talep hakkı olsun. Bu noktada şunu da belirtmek lazım; bütün bunlara rağmen Allah (cc) âdil olduğu için, herkesi kendi şartları ve malik olduğu imkânlarıyla imtihan eder. Az verdiğinden çok, çok verdiğinden az miktar hesap istemez. Bir verdiğinden on'un, on verdiğinden bir'in hesabını istemez.
Hz. Muhammed (sav)'in, ilk vahiyden çok önceleri, sık sık Hira mağarasında uzlete çekildiğini biliyoruz. O, dünya ve insanlardan uzakta, Rabb'iyle başbaşa feyz-i ilâhînin zevkine varıyor, kendini âdeta ilâhî görevine hazırlıyordu. Bazılarının iddia ettiği gibi uzlet, sadece insanlardan kaçıp karanlık köşelerde zaman geçirmek değildir. İnsanın, kendi derûnundaki ilâhî gerçekle rabıtasıdır. Mânâsı çok derindir. Bizzat Resul-i Ekrem (sav) bunu yaşamış, bu konuda bize örnek olmuştur.
Kitabullah'ın ilk âyetinin, "oku" olması çok düşündürücüdür. Bu, Allah'ın kullarına ilk ve en büyük emridir. Resulullah'ın ümmî oluşu, meseleye bir başka boyut getirmektedir. Şöyle ki; gerçek âlim Allah'ı bilen, Allah'ın adıyla okuyan insandır. İlim, insanı Allah'a götürüyorsa gerçek ilimdir. Öbür türlüsü ise, insanı gaflete boğan, çıkmaza sokan bir felâkettir. Resul-i Ekrem; "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım", buyuruyor.
Bu noktada Cenab-ı Hak, kullarına; ilmin, okumanın niteliğini belirtiyor. "Yaradan Rabbının adıyla oku", diyerek âlimin sıfatını bildiriyor. Gerçek aydın, öğrendiği ilimle Allah'a giden, O'nu bulan insandır. İlminin, kendi gözünü kör ettiği ve isyana, inkâra sürüklediği insan değil.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.