Milli ve manevi değerlerine bağlılık noktasında zaafiyet gösteren milletlerin varlıklarını devam ettiremedikleri tarihî ve ilmî bir gerçektir. Gelenek, görenek, örf, adet, din, dil, folklor vb. kavramların meydana getirdiği değerler bütünü olan kültür bir milletin kimliği ve şahsiyetidir. Bu değerlerin örselenmesiyle beraber milletlerin hayatında bir kimlik bunalımı başgösterir ve zamanla cemiyet bünyesinde tamiri mümkün olmayan yaralar açılabilir.
Tarihte bu hakikati, acı bir şekilde Endülüs yaşamıştır. 711 yılında İspanya'ya gelen ve bu bölgenin tamamını fetheden Müslümanlar, Güney Fransa'yı da hakimiyetleri altına alarak görkemli bir medeniyet vücuda getirmişlerdi. Kurtuba caddeleri mermer döşeliydi ve sokak lambalarıyla aydınlatılıyordu. Endülüs'te, günümüzde kullanılan kalorifer tesisatına benzer bir uygulamayla evler ısıtılmaktaydı. Endülüslü Müslümanlar yalnız şehircilikte değil, ilimde, sanatta ve daha pek çok sahada eşsiz bir medeniyet kurmuşlardı.
Bu görkemli medeniyeti kuranlar maalesef kendi kültürel değerlerine sahip çıkma noktasında zaafiyet gösterdiler. Ve bu durum Endülüs'ün sonunu hazırladı. Endülüs'te, Batı kültürüne karşı ciddi bir hayranlık ve kompleks mevcuttu. Taklitçilik hastalığı bir kurt gibi cemiyet bünyesini kemirmekteydi.
Öyle ki Endülüs halkı giyim kuşamda, yemek alışkanlıklarında Hıristiyanları taklit ediyor, hatta kızlarını Hıristiyanlarla evlendiriyorlardı.
"Aynı durum fikrî sahada da kendini göstermekteydi. Yunan filozofların eserleri Arapça'ya çevriliyor, felsefe ve felsefî tartışmalar ilim meclislerinde büyük rağbet görüyordu. Kurtuba doğumlu İbn Rüşd, Yunan filozofu Aristo'yu Endülüs'ün ortasına dikmişti" (Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, Prof. Dr. Haydar Baş, s. 63).
Ne gariptir ki Batı medeniyetine bu derece hayranlık besleyen Endülüs'ün varlığı ve vücuda getirdiği medeniyet karşısında Hıristiyan Avrupa ezilmekte ve nefret beslemekteydi.
Oryantalist M. Watt bu konuda şu itirafı yapmaktadır: "Endülüs'te Müslümanların kültürel üstünlüğü karşısında ezilen ve çoğu rahiplerden oluşan oryantalistler, herşeye rağmen kendi halklarına Hıristiyanlığın üstün olduğunu gösterebilmek için İslam imajını çarpıttılar" (A.g.e. s. 56).
Hıristiyan Avrupa, Müslümanları İspanya'dan atmak için birleşti ve uzun süren savaşlar sonunda Endülüs Devleti yıkıldı. Bu çöküşün temelinde Avrupalıların, Endülüs içinde çıkarttıkları fitneler ve sinsice yürüttükleri misyonerlik faaliyetleri kadar, Endülüs halkının kendi milli ve manevi değerlerine gereği gibi sahip çıkmamış olması da yatmaktadır.
Tarihî hadiselerin sebep-sonuç ilişkileri içerisinde araştırılması ve ortaya konmasının en önemli sebeplerinden biri de bunlardan ders almaktır. Endülüs gerçeği bize göstermektedir ki, hangi dönem ve devirde olursa olsun, değerlerine ve kimliğine sahip çıkmayan bir millet yok olmaktan kurtulamaz.
Silahlı, toplu, tüfekli işgal döneminin yerini büyük ölçüde kültürel işgalin aldığı günümüz dünyasında, milli ve manevi değerlere sahip çıkmanın önemi bir kat daha artmıştır. Yarın, küreselleşme olgusuyla beraber doruk noktaya ulaşan kültürel işgal ve tahribata değineceğiz.
Zeynep MENGÜTÜR
Tarihte bu hakikati, acı bir şekilde Endülüs yaşamıştır. 711 yılında İspanya'ya gelen ve bu bölgenin tamamını fetheden Müslümanlar, Güney Fransa'yı da hakimiyetleri altına alarak görkemli bir medeniyet vücuda getirmişlerdi. Kurtuba caddeleri mermer döşeliydi ve sokak lambalarıyla aydınlatılıyordu. Endülüs'te, günümüzde kullanılan kalorifer tesisatına benzer bir uygulamayla evler ısıtılmaktaydı. Endülüslü Müslümanlar yalnız şehircilikte değil, ilimde, sanatta ve daha pek çok sahada eşsiz bir medeniyet kurmuşlardı.
Bu görkemli medeniyeti kuranlar maalesef kendi kültürel değerlerine sahip çıkma noktasında zaafiyet gösterdiler. Ve bu durum Endülüs'ün sonunu hazırladı. Endülüs'te, Batı kültürüne karşı ciddi bir hayranlık ve kompleks mevcuttu. Taklitçilik hastalığı bir kurt gibi cemiyet bünyesini kemirmekteydi.
Öyle ki Endülüs halkı giyim kuşamda, yemek alışkanlıklarında Hıristiyanları taklit ediyor, hatta kızlarını Hıristiyanlarla evlendiriyorlardı.
"Aynı durum fikrî sahada da kendini göstermekteydi. Yunan filozofların eserleri Arapça'ya çevriliyor, felsefe ve felsefî tartışmalar ilim meclislerinde büyük rağbet görüyordu. Kurtuba doğumlu İbn Rüşd, Yunan filozofu Aristo'yu Endülüs'ün ortasına dikmişti" (Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, Prof. Dr. Haydar Baş, s. 63).
Ne gariptir ki Batı medeniyetine bu derece hayranlık besleyen Endülüs'ün varlığı ve vücuda getirdiği medeniyet karşısında Hıristiyan Avrupa ezilmekte ve nefret beslemekteydi.
Oryantalist M. Watt bu konuda şu itirafı yapmaktadır: "Endülüs'te Müslümanların kültürel üstünlüğü karşısında ezilen ve çoğu rahiplerden oluşan oryantalistler, herşeye rağmen kendi halklarına Hıristiyanlığın üstün olduğunu gösterebilmek için İslam imajını çarpıttılar" (A.g.e. s. 56).
Hıristiyan Avrupa, Müslümanları İspanya'dan atmak için birleşti ve uzun süren savaşlar sonunda Endülüs Devleti yıkıldı. Bu çöküşün temelinde Avrupalıların, Endülüs içinde çıkarttıkları fitneler ve sinsice yürüttükleri misyonerlik faaliyetleri kadar, Endülüs halkının kendi milli ve manevi değerlerine gereği gibi sahip çıkmamış olması da yatmaktadır.
Tarihî hadiselerin sebep-sonuç ilişkileri içerisinde araştırılması ve ortaya konmasının en önemli sebeplerinden biri de bunlardan ders almaktır. Endülüs gerçeği bize göstermektedir ki, hangi dönem ve devirde olursa olsun, değerlerine ve kimliğine sahip çıkmayan bir millet yok olmaktan kurtulamaz.
Silahlı, toplu, tüfekli işgal döneminin yerini büyük ölçüde kültürel işgalin aldığı günümüz dünyasında, milli ve manevi değerlere sahip çıkmanın önemi bir kat daha artmıştır. Yarın, küreselleşme olgusuyla beraber doruk noktaya ulaşan kültürel işgal ve tahribata değineceğiz.
Zeynep MENGÜTÜR
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.