Son günlerde ekonomi programlarında ve çeşitli platformlarda emisyon kavramı tartışılmaya başlandı. Özellikle ülkemizin içerisinde olduğu IMF açmazı gerek halkımızı, gerekse akademisyen ve siyasetçilerimizi farklı tezlere kulak vermeye sürükledi. Birkaç yıl önceki "IMF'siz hiçbirşey yapılamaz" anlayışına göre bunu, toplumun geldiği nokta itibariyle hatırı sayılır bir gelişme olarak değerlendiriyorum.
Emisyon tezinin, şimdi emekli olan bir orgeneralimiz tarafından yurtdışında gurbetçilerimizin katılımıyla icra edilen bir salon programında, bundan birkaç yıl önce seslendirildiğini de biliyoruz. Gelinen noktada ise bu tezin toplumun her kesiminde tartışıldığını görüyoruz.
Emisyonu artırmaya yönelik itirazların kaynağında bu kavramın Milli Ekonomik Model içinde değerlendirilmeyip, kapitalist ekonomiye bir yama olarak algılanması yatıyor. İşte bu yüzden emisyon tezini kavramak ve kavratmak için önce Millli Ekonomik Model Anlayışı'nın anlaşılması veya anlatılması zaruridir.
İtirazlardan biri, ülkede bir yıl içinde üretilen tüm değerlerin ülke ekonomisi içinde hareket etmesini sağlayacak paranın neden yerli para olması gerektiğinin anlaşılamamasından kaynaklanırken, bir diğeri GSMH'nın sabit kaldığını varsaydığı için genel emisyon miktarının artşından korkmaktan kaynaklanıyor.
Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki, parayı bulan Lidyalı'lardan beri iktisadın ruhu gereği elinde parası olan kişi borç vermiştir, yani alacaklıdır. Ya emeğini vermiştir, ya yetiştirdiği bir ürünü vermiştir, yada sahip olduğu herhangi birşeyi vermiştir. Elinde ise bir kağıt parçası vardır. İşte devletler kendi coğrafyalarında ki egemenliklerinin bir göstergesi olarak kendi halkına borçlanma hakkını ellerinde tutan güçlerdir. Bu yüzden bir devlet kendi ekonomisindeki mamul ve hizmetlerin karşılığında belli oranda para basmak zorundadır. Bu oranın ortalama olarak bütün dünyada 1/3 oranında uygulandığını görüyoruz. Bu oran ekonomideki mevcut değerlerin, üretimden tüketime kadar ki yolculuğu için gereklidir. Büyüme için gereken emisyon artışı buna dahil değildir.
Eğer bir devlet egemenlik hakkından doğan bu oranda ki parayı piyasada bulundurmayıp başka bir ülkenin parasının bu boşluğu doldurmasına izin verirse egemenliğini kiralıyor, ya da kullandırıyor demektir. Aslında teknik açıdan bunun anayasal bir ihlal olduğu da söylenebilir. Zira egemenlik başka hiçbir güce devredilemez. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve sadece milletin meydana getirdiği o devletin meclisi tarafından kullanılabilir.
Liberal televole iktisatçılarına göre emisyon artışı talep enflasyonunun sebebi sayılırken, Milli Ekonomik Modelde bunun bir zenginlik artışı olarak değerlendirildiğine şahit olmaktayız. Bu modelde para tahrik unsuru olarak değerlendirildiği için, GSMH'nın yukarı çekilmesinde bir araç olarak kullanıldığını görüyoruz.
Arzı, üretilen mal ve hizmetler oluştururken, tüketimi temsil eden paranın üretimi tetiklemesi ve arzı artırmasını sol ayak öndeyken, sağ adımı atmanın gerekliliğine benzetebiliriz. Sırasıyla atılan adımlar sonucunda alınan yol ise GSMH ve milli gelirdeki büyümeyi ifade eder. İşte sürekli büyüme sorunu da böylece aşılmış olur.
Şu anda ülkemizdeki ekonomi politikalarını ise sol adımını atmış hala aynı adımını atmak isteyen birisinin durumuna benzetebiliriz.
Görünen o ki emisyon tezi önümüzdeki günlerde kamuoyunda çok daha yoğun bir şekilde tartışılacak. Biz de yeri geldikçe bu konuda yazmaya çalışacağız.
Emisyon tezinin, şimdi emekli olan bir orgeneralimiz tarafından yurtdışında gurbetçilerimizin katılımıyla icra edilen bir salon programında, bundan birkaç yıl önce seslendirildiğini de biliyoruz. Gelinen noktada ise bu tezin toplumun her kesiminde tartışıldığını görüyoruz.
Emisyonu artırmaya yönelik itirazların kaynağında bu kavramın Milli Ekonomik Model içinde değerlendirilmeyip, kapitalist ekonomiye bir yama olarak algılanması yatıyor. İşte bu yüzden emisyon tezini kavramak ve kavratmak için önce Millli Ekonomik Model Anlayışı'nın anlaşılması veya anlatılması zaruridir.
İtirazlardan biri, ülkede bir yıl içinde üretilen tüm değerlerin ülke ekonomisi içinde hareket etmesini sağlayacak paranın neden yerli para olması gerektiğinin anlaşılamamasından kaynaklanırken, bir diğeri GSMH'nın sabit kaldığını varsaydığı için genel emisyon miktarının artşından korkmaktan kaynaklanıyor.
Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki, parayı bulan Lidyalı'lardan beri iktisadın ruhu gereği elinde parası olan kişi borç vermiştir, yani alacaklıdır. Ya emeğini vermiştir, ya yetiştirdiği bir ürünü vermiştir, yada sahip olduğu herhangi birşeyi vermiştir. Elinde ise bir kağıt parçası vardır. İşte devletler kendi coğrafyalarında ki egemenliklerinin bir göstergesi olarak kendi halkına borçlanma hakkını ellerinde tutan güçlerdir. Bu yüzden bir devlet kendi ekonomisindeki mamul ve hizmetlerin karşılığında belli oranda para basmak zorundadır. Bu oranın ortalama olarak bütün dünyada 1/3 oranında uygulandığını görüyoruz. Bu oran ekonomideki mevcut değerlerin, üretimden tüketime kadar ki yolculuğu için gereklidir. Büyüme için gereken emisyon artışı buna dahil değildir.
Eğer bir devlet egemenlik hakkından doğan bu oranda ki parayı piyasada bulundurmayıp başka bir ülkenin parasının bu boşluğu doldurmasına izin verirse egemenliğini kiralıyor, ya da kullandırıyor demektir. Aslında teknik açıdan bunun anayasal bir ihlal olduğu da söylenebilir. Zira egemenlik başka hiçbir güce devredilemez. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve sadece milletin meydana getirdiği o devletin meclisi tarafından kullanılabilir.
Liberal televole iktisatçılarına göre emisyon artışı talep enflasyonunun sebebi sayılırken, Milli Ekonomik Modelde bunun bir zenginlik artışı olarak değerlendirildiğine şahit olmaktayız. Bu modelde para tahrik unsuru olarak değerlendirildiği için, GSMH'nın yukarı çekilmesinde bir araç olarak kullanıldığını görüyoruz.
Arzı, üretilen mal ve hizmetler oluştururken, tüketimi temsil eden paranın üretimi tetiklemesi ve arzı artırmasını sol ayak öndeyken, sağ adımı atmanın gerekliliğine benzetebiliriz. Sırasıyla atılan adımlar sonucunda alınan yol ise GSMH ve milli gelirdeki büyümeyi ifade eder. İşte sürekli büyüme sorunu da böylece aşılmış olur.
Şu anda ülkemizdeki ekonomi politikalarını ise sol adımını atmış hala aynı adımını atmak isteyen birisinin durumuna benzetebiliriz.
Görünen o ki emisyon tezi önümüzdeki günlerde kamuoyunda çok daha yoğun bir şekilde tartışılacak. Biz de yeri geldikçe bu konuda yazmaya çalışacağız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- RESUL BALCI: Karlar düşerken / 22.02.2025
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012