İngiliz Büyükelçisi Osmanlı Devletini borçlandırmak için elinden geleni ardına koymaz ve nihayet 4 Ağustos 1854 yılında Osmanlı Devletini 5 milyon sterlin borçlandırmaya muvaffak olur. Bir kere borçlanma başlayınca bunun ardı arkası gelir ve Osmanlı ağır borç yükü altına sokularak yavaş yavaş siyasal bağımsızlığını kaybetme sürecine girer. 19. yüzyılın sonunda artık yarı sömürge bir devlettir Osmanlı...
Nihayet borçların ödenmesi için 1881 yılında Düyunu Umumiye kurulur ve Osmanlı Devletinin maliyesi bu idareye teslim edilir. Alacaklılar, borçlarına karşılık devletin ürünlerini, gelirlerininin yarısını ve gümrük gelirlerinin tamamını Düyunu Umumiye vasıtasıyla toplamaya başlar.
Osmanlı'nın bu acı durumu çökünceye kadar böyle devam eder. Kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'nden yarı sömürgeleşmiş bir ekonomik yapı devraldığından, Osmanlı'nın % 60 borçlarını yüklenmek zorunda kalarak 1943 yılında tüm borçları ödeyerek Düyunu Umumiye belasından kurtulur.
Bu acı tecrübe böyle yaşanmasına rağmen şimdi öylesine sarılmış ve kuşatılmışız ki ülke haraç-mezat satılma noktasındadır!.. Dün bizlere İngiliz-Amerikan muhipleri ayıbını yaşatanlar bugün de zilleti tercih edip, merhum Atatürk'ün 6 Mart 1933'te söylediği şekliyle düşünmekteler. Bakınız Atatürk o dönemde nasıl söylemişti: "Bu düşüşün çıkış noktası korku ve acz ile başlamıştır. Türkiye'nin fikir adamları kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal de yoktur. Bizim tarihimizi, varlığımızı, canımızı bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. Onlar bizi idare etsin diyorlardı."
Tanzimattan bugüne kadar bize şu veya bu şekilde Avrupa medeniyeti karşısında bu ukdeyi yaşattılar, yaşatmaya çalıştılar. O bizden daha yüksek, daha akıllı, daha bilgiç, filan, falan...
Fransızların (Complexe din feriorite) diye klişeleşmiş bir terkipleri vardır. Tercümesi, kendini aşağı görme hissi... İnsanda mazur görülemeyecek hele hele Türk evladında hiç ama hiç görülemeyecek ruh hastalıklarından biri de işte bu duygudur. İşte Atatürk ve yüce Türk milleti asil duyguya sahip olduklarından o zamanın tefeci örgütü Düyunu Umumiyeye hayır demiş ve kalan borçları da en kısa zamanda ödeyerek, millî ve yerli ekonomi demiştir.
Bugün bu asil milletin kurtuluş yolunda Türk'ün vakar ve haysiyetine yaraşır bir şekilde manda ve sömürgeye hayır diyerek, üretimden geçen millî ekonomik modellere evet demekten geçmektedir. Başkalarının birlik ve pazarında ayaklar altında ezilmektense kendi bölgesinde baş ve lider Türkiye...
Dün "Bir Türk dünyaya bedeldir" güvencesiyle başlatılan Kuvay-ı Milliye hareketi bugün, "Kafamıza akıl koyalım. Bu milletin ilminin, irfanının zekatı, sadakası Batı dünyasını 50 defa satın alır. Batı bana muhtaçtır" sözleriyle mangal gibi bir yürek, bükülmeyen bir bilek, karar ve azimlilikle yeniden şahlandıran Prof. Dr. Haydar Baş'ın öncülüğünde meyvesini vermiştir.
Unutulmamalıdır ki, şahsiyeti olmayanın hiçbir şeyi yoktur! Kökünü beğenmeyen dal ve dalını beğenmeyen meyve, olmadan çürüyecektir.
Adem BİRİNCİ
Nihayet borçların ödenmesi için 1881 yılında Düyunu Umumiye kurulur ve Osmanlı Devletinin maliyesi bu idareye teslim edilir. Alacaklılar, borçlarına karşılık devletin ürünlerini, gelirlerininin yarısını ve gümrük gelirlerinin tamamını Düyunu Umumiye vasıtasıyla toplamaya başlar.
Osmanlı'nın bu acı durumu çökünceye kadar böyle devam eder. Kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'nden yarı sömürgeleşmiş bir ekonomik yapı devraldığından, Osmanlı'nın % 60 borçlarını yüklenmek zorunda kalarak 1943 yılında tüm borçları ödeyerek Düyunu Umumiye belasından kurtulur.
Bu acı tecrübe böyle yaşanmasına rağmen şimdi öylesine sarılmış ve kuşatılmışız ki ülke haraç-mezat satılma noktasındadır!.. Dün bizlere İngiliz-Amerikan muhipleri ayıbını yaşatanlar bugün de zilleti tercih edip, merhum Atatürk'ün 6 Mart 1933'te söylediği şekliyle düşünmekteler. Bakınız Atatürk o dönemde nasıl söylemişti: "Bu düşüşün çıkış noktası korku ve acz ile başlamıştır. Türkiye'nin fikir adamları kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal de yoktur. Bizim tarihimizi, varlığımızı, canımızı bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. Onlar bizi idare etsin diyorlardı."
Tanzimattan bugüne kadar bize şu veya bu şekilde Avrupa medeniyeti karşısında bu ukdeyi yaşattılar, yaşatmaya çalıştılar. O bizden daha yüksek, daha akıllı, daha bilgiç, filan, falan...
Fransızların (Complexe din feriorite) diye klişeleşmiş bir terkipleri vardır. Tercümesi, kendini aşağı görme hissi... İnsanda mazur görülemeyecek hele hele Türk evladında hiç ama hiç görülemeyecek ruh hastalıklarından biri de işte bu duygudur. İşte Atatürk ve yüce Türk milleti asil duyguya sahip olduklarından o zamanın tefeci örgütü Düyunu Umumiyeye hayır demiş ve kalan borçları da en kısa zamanda ödeyerek, millî ve yerli ekonomi demiştir.
Bugün bu asil milletin kurtuluş yolunda Türk'ün vakar ve haysiyetine yaraşır bir şekilde manda ve sömürgeye hayır diyerek, üretimden geçen millî ekonomik modellere evet demekten geçmektedir. Başkalarının birlik ve pazarında ayaklar altında ezilmektense kendi bölgesinde baş ve lider Türkiye...
Dün "Bir Türk dünyaya bedeldir" güvencesiyle başlatılan Kuvay-ı Milliye hareketi bugün, "Kafamıza akıl koyalım. Bu milletin ilminin, irfanının zekatı, sadakası Batı dünyasını 50 defa satın alır. Batı bana muhtaçtır" sözleriyle mangal gibi bir yürek, bükülmeyen bir bilek, karar ve azimlilikle yeniden şahlandıran Prof. Dr. Haydar Baş'ın öncülüğünde meyvesini vermiştir.
Unutulmamalıdır ki, şahsiyeti olmayanın hiçbir şeyi yoktur! Kökünü beğenmeyen dal ve dalını beğenmeyen meyve, olmadan çürüyecektir.
Adem BİRİNCİ
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.