Geçtiğimiz günlerde Mustafa Nadir Önay'ın 'Yaylaktan Kışlağa' isimli kitabını tanıtmıştık. Bu kez yine aynı içerikli bir başka kitabı daha geniş olarak tanıtıyoruz. 'Doğunun Altı Kapısı' Anadolu'muzun ruhunu aktarmaya çalışan bir eser. Önsöz'de Mustafa Nadir Önay kitabıyla ilgili şu tespitleri yapıyor: "Eskiden kalesi olan şehirler dışarıya kapılarla açılır, kapılarla kapanırdı. Bugün de kalesi ayakta olan şehirlerde bu kapılar adlarıyla yaşamaktadır. Hatta surlardan geriye bir iz kalmamış olsa bile adları durmaktadır. Van'da Tebriz Kapı, Diyarbakır'da Mardin Kapı, Urfa'da Harran Kapı...
Bazı şehirler zamanın acımasız tahribatı karşısında tutanamamış. Ya kimsesiz birer harabeye dönüşmüş ya da gittikçe küçülmüşler. Bazıları da var ki surlara sığmamış gittikçe büyümüşler. Diyarbakır, Van, Mardin, Şanlıurfa bu şehirlerdendir. Şuayp Şehri, Soğmatar, Harran ya harap olmuş ya küçülmüşler. Hoşap gibi sadece yoldan geçenleri selamlamakla yetinenleri de var.
Anadolu'ya Malazgirt'ten girdiğimiz söylenir hep, bu bir yönüyle doğrudur da, Alparslan'ın Malazgirt'e Suriye, Diyarbakır taraflarından geldiğini hatırlamayız. Sadece Van Gölü ile Ağrı Dağı arasından değil, Güneydoğu Anadolu'nun Kale Kapıları'ndan da girmişiz.
Bin yıldır, dağına taşına ad vererek, efsaneler, hikayeler, şiirler, türküler söylediğimiz; geleneklerle sürdürdüğümüz, yenileyerek yaşattığımız; kaleler, kapılar, sokaklar, evler yaptığımız topraklarda 80'li yılların sonundan başlayarak belgesel filmler için çıktığımız gezilerde, bütün bu birikimlere okuyarak, görerek ve dinleyerek şahitlik ettik.
Gördük ki, bu topraklarda yaşayan insanları anlamak için önce bu kapılardan girerek işe başlamak lazım. Yoksa, Kerem ve Aslı, Süphan, Ağrı ve Karacadağ, Kevgir ve Keven, Selçuklu ve Artuklu, Mardin'de Kasımiye, Şanlıurfa'da Balıklıgöl, Diyarbakır'da Ulu Cami, Doğubeyazıt'ta İshak Paşa olmadan her şey eksik kalır.
Eksik kalır sofralarımız, Van'ın otlu peyniri, Şanlıurfa'nın çiğ köftesi, Diyarbakır'ın şehriyesi, Erzincan'ın tulumu olmasa...
Sabit bin Kurra'lar, Cabir El Hayyan'lar, Ebu'l İz'ler, Vani Mehmet Efendi'ler, Nabi'ler, Ali Emiri Efendi'ler hep bu toprağın yeşerttiği insanlar.
TAŞRADAN MERKEZE...
Büyük medeniyetler büyük birikimlerin eseridir. Bu yüzden taşra, kalpten vücuda, vücuttan kalbe, hayat taşıyan kılcal damarlara benzer. Onlar olmadan merkezde yeni birikimler elde etmek, yeni üretimler yapmak mümkün değildir. Bundan dolayı oraları iyi tanımamız, taşradan merkeze, merkezden taşraya bilgi ve birikim aktarmayı başarmamız gerekir. Urfalı Nabi, Erzurumlu Nef'i, Ağırnaslı Mimar Sinan, Diyarbakırlı Ali Emiri olmasaydı çok şey eksik ve öksüz kalırdı".
Kitap Urfa'yla açılış yapıyor. Peygamberler şehri Urfa'nın günlük yaşantısına kadar sinmiş lahuti hava bütün yönleriyle aktarılmaya çalışılmış.
ATEŞİ BASTIRAN SU
Bir inanışa göre; hayat dört şeyle mümkündür. Toprak, hava, ateş ve su... İnsan için gerekli olan bu dört maddeden ateş ve su bazan karşı karşıya gelmiştir. Ateş yoksulluğu ve gazabı; su hayatı ve bereketi simgelemiştir. Bu su, ateşi bastıran sudur. Bir kısım tarihçilere göre, insanlığın tarihi, bir bakıma peygamberlerin tarihidir. Onlar, ateşin karşısında suyun, yani bereketin ve şifanın temsilcileridir. Şanlıurfa'da yaşadıklarına inanılan Hz. Eyyüp ve Hz. İbrahim de su ile birlikte anılan peygamberlerdir. Hayatı algılamak için insanoğlu, eskiden dini kıssalardan yararlanmışlar. Hz. İbrahim kıssası hem insanlığın hem Şanlıurfa tarihinin önemli olaylarından biridir. Edessa'dan Ruha'ya, Ruha'dan Urfa'ya kadar defalarca isim değiştiren bu kentin değişmeyen ünvanı Peygamberler Şehri'dir. Hz. Eyyüp yıllarca çile çektikten sonra, buradan çıkan suyla yıkanmış ve şifa bulmuştur. Bugün buraya gelen ziyaretçiler, Hz. Eyyüp'ün hatırasının hep canlı tutuyor. Hz. İbrahim kıssasında da suyun rahmeti anlatılır. Nemrut kendisini adalete ve hak dine çağıran Hz. İbrahim'i ateşe atar. "Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve selamet ol" emri gereğince ateş söner ve Hz. İbrahim'in düştüğü yerde su kaynağı belirir. Bu su kaynağı, Halilü'r-Rahman Gölü diye anılır. Peygamber adıyla anılan, sadece Balıklıgöl değildir. Şanlıurfa'da Şuayp Şehri de Hz. Şuayp'ten adını alır. Bu yapı kalıntıları, yüzyıllara değil bin yıllara uzanan tarihiyle geçmişten mesajlar taşıyor insanoğluna. Taşlar taş değil hepsi birer tarih şahidi burada.
Peygamberlerle ilgili rivayetler, bu beldenin niçin peygamberler diyarı diye anıldığını anlatmaya yetecek yoğunlukta. Harabeleri soğuğa sıcağa, sayısız yaza kışa direnen tarihi şehir Soğmatar'da da Hz. Musa'nın yaşadığı rivayet ediliyor.
BAŞTANBAŞA MÜZE ŞEHİR
Pek az yerde tarih, Şanlıurfa'daki kadar cömerttir. Verimli Hilal diye adlandırılan Mezopotamya'nın bu önemli yerleşim yerinde, bulgular bizi M.Ö ikibinli yıllardan ötelere taşıyor. Bir çok yerde gerçekleştirilen kazılarda bulunan eserler tarihin değişik dönemlerine aittir. Bütün bu bulgular, bölgenin tarihinin ne kadar eskilere gittiğinin belgeleridir. Hurriler, Sümerler, Akadlar Şanlıurfa toprakları üzerinde yaşamış kavimlerin birkaçıdır. Bu kavimlerden sonra Keldaniler, Asurlular, Persler egemen olmuşlar. Osroen Krallığının uzun süren hakimiyetine, Romalılar son vermişlerdir. Hz. Ömer döneminde Bizanslılardan kazanılarak İslam topraklarına katılan Şanlıurfa, Selçuklu Sultanı Melikşah döneminde Selçuklu-Türk idaresine girmiştir. Bunca devlet mücadelelerine, savaşlara rağmen bölge önemli bir ilim, kültür ve sanat merkezi olmuştur.
HARRAN'DA YILDIZLAR
Şanlıurfa ile birlikte hatırlanan Harran, adını ilk defa dört bin yıl önce duyurur. Taşa yazılı bir anlaşmada Harran adına yer verilir. Soğmatar ve Harran'da yaşayan Sabiiler, bu geleneğin başlatıcısı olmuşlardır. Sabiiler vasıtasıyla başlayan gökyüzü ile ilişki günümüze kadar kesilmemiştir Harran'da. İslami dönemde de adını astronomi ile duyuran harran için, şair Ali Akbaş şöyle der:
'Yıldızlar
Derin, Harran göklerinin Solmaz çiçekleri Naz çiçekleri'.
Harran asıl şöhretini okullarıyla yapmıştır. Özellikle Harun Reşit zamanında kurulan Harran Üniversitesi'nden dünyaca ünlü bilim adamları yetişmiştir. Meşhur matematikçilerden Sabit bin Kurra; Dünya'nın Ay'a olan uzaklığını şaşırtıcı bir doğrulukla hesaplayan, batılıların Albatanius dedikleri El-Battani; daha o zamanlar atomun parçalanabileceğini söyleyen ve atomun mucudi sayılan fizikçi-kimyacı Cabir bin Hayyan ve diğerleri... Harran'da yetişen bilim adamları sayılamayacak kadar çoktur.
İki ırmağın suladığı ovalarıyla bu şehir tam bir cazibe merkeziydi. Üç kilometre genişliğinde, dört kilometre uzunluğundaki bir alanı çevreleyen surlarıyla Harran iyi korunan bir beldeydi. İçkale diye bilinen hükümdarlık sarayı yer yer yıkılmakla birlikte hala ayaktadır. süslemeli camisidir. Surlarıyla, kalesiyle iç kalesiyle, üniversitesi ve camiiyle Harran tam bir tarih şehridir. Dünya konut mimarisinin en ilginç yapıları da Harran'dadır.
Bazı şehirler zamanın acımasız tahribatı karşısında tutanamamış. Ya kimsesiz birer harabeye dönüşmüş ya da gittikçe küçülmüşler. Bazıları da var ki surlara sığmamış gittikçe büyümüşler. Diyarbakır, Van, Mardin, Şanlıurfa bu şehirlerdendir. Şuayp Şehri, Soğmatar, Harran ya harap olmuş ya küçülmüşler. Hoşap gibi sadece yoldan geçenleri selamlamakla yetinenleri de var.
Anadolu'ya Malazgirt'ten girdiğimiz söylenir hep, bu bir yönüyle doğrudur da, Alparslan'ın Malazgirt'e Suriye, Diyarbakır taraflarından geldiğini hatırlamayız. Sadece Van Gölü ile Ağrı Dağı arasından değil, Güneydoğu Anadolu'nun Kale Kapıları'ndan da girmişiz.
Bin yıldır, dağına taşına ad vererek, efsaneler, hikayeler, şiirler, türküler söylediğimiz; geleneklerle sürdürdüğümüz, yenileyerek yaşattığımız; kaleler, kapılar, sokaklar, evler yaptığımız topraklarda 80'li yılların sonundan başlayarak belgesel filmler için çıktığımız gezilerde, bütün bu birikimlere okuyarak, görerek ve dinleyerek şahitlik ettik.
Gördük ki, bu topraklarda yaşayan insanları anlamak için önce bu kapılardan girerek işe başlamak lazım. Yoksa, Kerem ve Aslı, Süphan, Ağrı ve Karacadağ, Kevgir ve Keven, Selçuklu ve Artuklu, Mardin'de Kasımiye, Şanlıurfa'da Balıklıgöl, Diyarbakır'da Ulu Cami, Doğubeyazıt'ta İshak Paşa olmadan her şey eksik kalır.
Eksik kalır sofralarımız, Van'ın otlu peyniri, Şanlıurfa'nın çiğ köftesi, Diyarbakır'ın şehriyesi, Erzincan'ın tulumu olmasa...
Sabit bin Kurra'lar, Cabir El Hayyan'lar, Ebu'l İz'ler, Vani Mehmet Efendi'ler, Nabi'ler, Ali Emiri Efendi'ler hep bu toprağın yeşerttiği insanlar.
TAŞRADAN MERKEZE...
Büyük medeniyetler büyük birikimlerin eseridir. Bu yüzden taşra, kalpten vücuda, vücuttan kalbe, hayat taşıyan kılcal damarlara benzer. Onlar olmadan merkezde yeni birikimler elde etmek, yeni üretimler yapmak mümkün değildir. Bundan dolayı oraları iyi tanımamız, taşradan merkeze, merkezden taşraya bilgi ve birikim aktarmayı başarmamız gerekir. Urfalı Nabi, Erzurumlu Nef'i, Ağırnaslı Mimar Sinan, Diyarbakırlı Ali Emiri olmasaydı çok şey eksik ve öksüz kalırdı".
Kitap Urfa'yla açılış yapıyor. Peygamberler şehri Urfa'nın günlük yaşantısına kadar sinmiş lahuti hava bütün yönleriyle aktarılmaya çalışılmış.
ATEŞİ BASTIRAN SU
Bir inanışa göre; hayat dört şeyle mümkündür. Toprak, hava, ateş ve su... İnsan için gerekli olan bu dört maddeden ateş ve su bazan karşı karşıya gelmiştir. Ateş yoksulluğu ve gazabı; su hayatı ve bereketi simgelemiştir. Bu su, ateşi bastıran sudur. Bir kısım tarihçilere göre, insanlığın tarihi, bir bakıma peygamberlerin tarihidir. Onlar, ateşin karşısında suyun, yani bereketin ve şifanın temsilcileridir. Şanlıurfa'da yaşadıklarına inanılan Hz. Eyyüp ve Hz. İbrahim de su ile birlikte anılan peygamberlerdir. Hayatı algılamak için insanoğlu, eskiden dini kıssalardan yararlanmışlar. Hz. İbrahim kıssası hem insanlığın hem Şanlıurfa tarihinin önemli olaylarından biridir. Edessa'dan Ruha'ya, Ruha'dan Urfa'ya kadar defalarca isim değiştiren bu kentin değişmeyen ünvanı Peygamberler Şehri'dir. Hz. Eyyüp yıllarca çile çektikten sonra, buradan çıkan suyla yıkanmış ve şifa bulmuştur. Bugün buraya gelen ziyaretçiler, Hz. Eyyüp'ün hatırasının hep canlı tutuyor. Hz. İbrahim kıssasında da suyun rahmeti anlatılır. Nemrut kendisini adalete ve hak dine çağıran Hz. İbrahim'i ateşe atar. "Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve selamet ol" emri gereğince ateş söner ve Hz. İbrahim'in düştüğü yerde su kaynağı belirir. Bu su kaynağı, Halilü'r-Rahman Gölü diye anılır. Peygamber adıyla anılan, sadece Balıklıgöl değildir. Şanlıurfa'da Şuayp Şehri de Hz. Şuayp'ten adını alır. Bu yapı kalıntıları, yüzyıllara değil bin yıllara uzanan tarihiyle geçmişten mesajlar taşıyor insanoğluna. Taşlar taş değil hepsi birer tarih şahidi burada.
Peygamberlerle ilgili rivayetler, bu beldenin niçin peygamberler diyarı diye anıldığını anlatmaya yetecek yoğunlukta. Harabeleri soğuğa sıcağa, sayısız yaza kışa direnen tarihi şehir Soğmatar'da da Hz. Musa'nın yaşadığı rivayet ediliyor.
BAŞTANBAŞA MÜZE ŞEHİR
Pek az yerde tarih, Şanlıurfa'daki kadar cömerttir. Verimli Hilal diye adlandırılan Mezopotamya'nın bu önemli yerleşim yerinde, bulgular bizi M.Ö ikibinli yıllardan ötelere taşıyor. Bir çok yerde gerçekleştirilen kazılarda bulunan eserler tarihin değişik dönemlerine aittir. Bütün bu bulgular, bölgenin tarihinin ne kadar eskilere gittiğinin belgeleridir. Hurriler, Sümerler, Akadlar Şanlıurfa toprakları üzerinde yaşamış kavimlerin birkaçıdır. Bu kavimlerden sonra Keldaniler, Asurlular, Persler egemen olmuşlar. Osroen Krallığının uzun süren hakimiyetine, Romalılar son vermişlerdir. Hz. Ömer döneminde Bizanslılardan kazanılarak İslam topraklarına katılan Şanlıurfa, Selçuklu Sultanı Melikşah döneminde Selçuklu-Türk idaresine girmiştir. Bunca devlet mücadelelerine, savaşlara rağmen bölge önemli bir ilim, kültür ve sanat merkezi olmuştur.
HARRAN'DA YILDIZLAR
Şanlıurfa ile birlikte hatırlanan Harran, adını ilk defa dört bin yıl önce duyurur. Taşa yazılı bir anlaşmada Harran adına yer verilir. Soğmatar ve Harran'da yaşayan Sabiiler, bu geleneğin başlatıcısı olmuşlardır. Sabiiler vasıtasıyla başlayan gökyüzü ile ilişki günümüze kadar kesilmemiştir Harran'da. İslami dönemde de adını astronomi ile duyuran harran için, şair Ali Akbaş şöyle der:
'Yıldızlar
Derin, Harran göklerinin Solmaz çiçekleri Naz çiçekleri'.
Harran asıl şöhretini okullarıyla yapmıştır. Özellikle Harun Reşit zamanında kurulan Harran Üniversitesi'nden dünyaca ünlü bilim adamları yetişmiştir. Meşhur matematikçilerden Sabit bin Kurra; Dünya'nın Ay'a olan uzaklığını şaşırtıcı bir doğrulukla hesaplayan, batılıların Albatanius dedikleri El-Battani; daha o zamanlar atomun parçalanabileceğini söyleyen ve atomun mucudi sayılan fizikçi-kimyacı Cabir bin Hayyan ve diğerleri... Harran'da yetişen bilim adamları sayılamayacak kadar çoktur.
İki ırmağın suladığı ovalarıyla bu şehir tam bir cazibe merkeziydi. Üç kilometre genişliğinde, dört kilometre uzunluğundaki bir alanı çevreleyen surlarıyla Harran iyi korunan bir beldeydi. İçkale diye bilinen hükümdarlık sarayı yer yer yıkılmakla birlikte hala ayaktadır. süslemeli camisidir. Surlarıyla, kalesiyle iç kalesiyle, üniversitesi ve camiiyle Harran tam bir tarih şehridir. Dünya konut mimarisinin en ilginç yapıları da Harran'dadır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.