Türkiye'de son 20 yıldır serbest piyasa ilkesine dayanan "liberal ekonomi" programı uygulanıyor. Kör topal da olsa bu böyle. IMF sürecine girdiğimiz son 4 yıl boyunca da, ekonomi politik ile ilgili ders kitaplarına da giren bir tabir olan "kumarhane kapitalizmi" uygulanıyor ülkemizde.
Bir kez daha tekrar etmekte yarar var. Kumarhane kapitalizmi (casino capitalism) döviz-borsa-faiz üçgenine devletin müdahale etmemesini öngören bir sistemdir. Gerçi ABD gibi gelişmiş ülkeler, ekonominin temel kavramlarını oluşturan arz-talep dengesini ayarlamak için faize sürekli müdahale ediyor ancak Türkiye gibi IMF kıskacına girmiş ülkelerde faize müdahale etmek yasak!
Mesela, Ekonomiden sorumlu eski Devlet Bakanı Kemal Derviş de, sürekli faizlerin yüksekliğinden yakınıyordu. Keza koalisyonu oluşturan liderler de. Peki kim belirliyor faiz oranlarını? Halk mı? Burada belirleyici olan devletin son iki yılda 20 milyar dolar para aktardığı bankalar... Kemal Derviş de sabah-akşam bankacılarla birlikteydi ama ne hikmetse Türk ekonomisi felakete doğru koşar adımlarla gitse de faizler bir türlü düşmüyordu. Açıkçası, herkes kendi şahsı çıkarını nasıl "maksimum yapabilirim" in peşinde.
Ülkemizde liberal ekonomiyi savununların temel 'tez'i, devleti küçültmek. Tabii bununla ne kastettikleri pek açık değil. Savunup durdukları tezlerinin içini dolduramıyorlar. Ama ana hatlarıyla dile getirdikleri de şu: Devlet ekonomiden çekilmeli, sadece düzenleyici olmalı. Devletin işi adaleti sağlamak, güvenliği sağlamak olmalı...
Bunlara göre ordu da küçültülmeli. Hatta liberal politikaları savunan bir siyasi, hiç bir stratejik hesaba dayanmadan iktidara geldiğinde ilk işinin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin harcamalarını yüzde 50 oranında azaltmak olacağını savunuyor!
Devleti küçültmek ne demek? Devletin sahip olduğu şeker fabrikalarını satmak, yılda 1.6 katrilyon kar eden Türk Telekom'u haraç mezat elden çıkartmak demek. Yine devletin sahip olduğu elektrik ve gaz dağıtım şirketlerini satıp savmak demek? Peki bu tezi savunanlara göre, bunları kim alacak? "Devleti küçültmeye soyunanlar" bunları yerli sermayeye satmayı düşünmüyorlar. Diyorlar ki, "zaten bunları almaya kudreti olan yerli sermaye yok." Onlar, "bu gibi kurum ve kuruluşlar yabancılara satılmalı" diyorlar.
Peki Türk Telekom, TEAŞ (Türkiye Elektrik Anonim Şirketi), TÜPRAŞ (Petrol), BOTAŞ (doğal gaz), şeker fabrikaları gibi kuruluşlar yabancılara satılırsa, ne olur? Olacağını söyleyelim: Yıllar boyu krizlerden çıkamayız. Şu anda kriz sürecine giren ve IMF'den 30 milyar dolar daha ek kredi alan Brezilya'ya döneriz açıkcası. Brezilya elektrik, telefon, gaz dağıtım şirketlerini yabancılara sattı. Yabancılar yılda bu şirketler sayesinde 13 milyar dolar kar elde ediyor ve bu parayı ülkelerine transfer ediyorlar. Bunlar ihracata dönük şirketler değil. Haliyle bu 13 milyar dolarlık miktar "döviz açığı" olarak Brezilya'nın dış ticaret açığı hanesine yazılıyor. İhracatı, ithalatından 13 milyar dolar fazla olacak ki, "döviz dengesini" sağlasın. Dolayısıyla, Brezilya'da kriz süreci bir türlü sona ermiyor.
Hangi ülke milli gelirinin yüzde kaçını kamu harcaması olarak harcıyor?
Devleti küçültmek tezinin sahipleri, Türkiye'nin kamu harcamalarının azaltılmasını da hararetle savunuyorlar. Kamu harcamaları hangi kalemleri ihtiva ediyor? Liste uzun. Ana hatlarıyla sıralayalım: Memur maaşları, emeklilik maaşları, sigortalı olanların sağlık harcamaları, Türkiye'nin iç ve dış güvenliğini sağlayan Jandarma, polis ve TSK'nın giderleri vesaire... Bu görüşü savunanlar, "devletin tüm vergi gelirleri faize gitse, gıklarını çıkarmazlar" ama fakir-fukaraya, işçiye, memura 3-5 kuruş daha fazla verilse, avazı çıktıkları kadar bağırırlar. Onlara göre, faize akan 60 katrilyon enflasyonu yükseltmez ama, işçi ve emeklilerin sağlık harcamalarına aktarılacak 500 trilyon lira ekonomiyi berbat eder! Vay vicdansızlar!
Şimdi gelelim, hangi ülke milli gelirinin ne kadarlık bölümünü kamu harcamalarına aktarıyor. Önce Türkiye ile ilgili rakamları verelim: Türkiye, yılın ilk 6 ayında 25.2 katrilyon lira, (yaklaşık 16 milyar dolar) kamu harcaması yapmış. Aynı dönemde faize giden para 28.4 katrilyon lira. Faiz harcamaları, tüm kamu harcamalarından daha yüksek... Türkiye'nin yıllık kamu harcaması da yaklaşık 32 milyar dolar olarak olacak. Milli gelirimiz ise ylaklaşık 160 milyar dolar olarak bekleniyor. Demek ki, ülkemizde kamu harcamalarının miktarı yüzde 20 civarında...
Peki gelişmiş batı ülkelerinde bu oran kaç? Gelişmiş batı ülkelerinde, 20. yüzyılın sonlarına doğru kamu harcamalarının toplam milli gelire oranında gözle görünür bir artış göze çarpıyor. Mesela ABD'de 2000 yılının oranı yüzde 32. Avrupa'da daha da yüksek. İngiltere'nin kamu harcamaları 1993 yılında milli gelirin yüzde 45'ine kadar çıkmış, Almanya'da 1993'te yüzde 50'yi bulmuş. Fransa 1996'da yüzde 55. İtalya'da 1993'te yüzde 57. Rekor İsveç'te. 1993 yılında yüzde 71'e ulaşmış. Sözkonusu ülkeler bu oranları 1-2 puan değişimle koruyor.
Gelişmiş ülkeler bu kadar fazla kamu harcaması yaparken, başta eğitim ve sağlık olmak üzere pek çok alanda altyapı yatırım ihtiyacı çok fazla olan, gelir dengesizliği nedeniyle devletin sosyal desteğine daha çok ihtiyaç duyulan ülkelere aşırı derecede kamu harcaması kısıntısı önerilmesinin ciddi sorunlara yol açması tabii.
Dolayısıyla Prof. Dr. Haydar Baş beyin, Bağımsız Türkiye Partisi'nin mitinglerinde sıklıkla dile getirdiği gibi, devletin küçültülmesi, un ufak edilmesi doğru bir politika değil. Yine Prof. Dr. Baş'ın deyimiyle, devlet güçlü olmalı, vatandaşına şefkat elini açmalı. Güçlü devlet olabilmek için güçlü ordu da şart.
Bir kez daha tekrar etmekte yarar var. Kumarhane kapitalizmi (casino capitalism) döviz-borsa-faiz üçgenine devletin müdahale etmemesini öngören bir sistemdir. Gerçi ABD gibi gelişmiş ülkeler, ekonominin temel kavramlarını oluşturan arz-talep dengesini ayarlamak için faize sürekli müdahale ediyor ancak Türkiye gibi IMF kıskacına girmiş ülkelerde faize müdahale etmek yasak!
Mesela, Ekonomiden sorumlu eski Devlet Bakanı Kemal Derviş de, sürekli faizlerin yüksekliğinden yakınıyordu. Keza koalisyonu oluşturan liderler de. Peki kim belirliyor faiz oranlarını? Halk mı? Burada belirleyici olan devletin son iki yılda 20 milyar dolar para aktardığı bankalar... Kemal Derviş de sabah-akşam bankacılarla birlikteydi ama ne hikmetse Türk ekonomisi felakete doğru koşar adımlarla gitse de faizler bir türlü düşmüyordu. Açıkçası, herkes kendi şahsı çıkarını nasıl "maksimum yapabilirim" in peşinde.
Ülkemizde liberal ekonomiyi savununların temel 'tez'i, devleti küçültmek. Tabii bununla ne kastettikleri pek açık değil. Savunup durdukları tezlerinin içini dolduramıyorlar. Ama ana hatlarıyla dile getirdikleri de şu: Devlet ekonomiden çekilmeli, sadece düzenleyici olmalı. Devletin işi adaleti sağlamak, güvenliği sağlamak olmalı...
Bunlara göre ordu da küçültülmeli. Hatta liberal politikaları savunan bir siyasi, hiç bir stratejik hesaba dayanmadan iktidara geldiğinde ilk işinin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin harcamalarını yüzde 50 oranında azaltmak olacağını savunuyor!
Devleti küçültmek ne demek? Devletin sahip olduğu şeker fabrikalarını satmak, yılda 1.6 katrilyon kar eden Türk Telekom'u haraç mezat elden çıkartmak demek. Yine devletin sahip olduğu elektrik ve gaz dağıtım şirketlerini satıp savmak demek? Peki bu tezi savunanlara göre, bunları kim alacak? "Devleti küçültmeye soyunanlar" bunları yerli sermayeye satmayı düşünmüyorlar. Diyorlar ki, "zaten bunları almaya kudreti olan yerli sermaye yok." Onlar, "bu gibi kurum ve kuruluşlar yabancılara satılmalı" diyorlar.
Peki Türk Telekom, TEAŞ (Türkiye Elektrik Anonim Şirketi), TÜPRAŞ (Petrol), BOTAŞ (doğal gaz), şeker fabrikaları gibi kuruluşlar yabancılara satılırsa, ne olur? Olacağını söyleyelim: Yıllar boyu krizlerden çıkamayız. Şu anda kriz sürecine giren ve IMF'den 30 milyar dolar daha ek kredi alan Brezilya'ya döneriz açıkcası. Brezilya elektrik, telefon, gaz dağıtım şirketlerini yabancılara sattı. Yabancılar yılda bu şirketler sayesinde 13 milyar dolar kar elde ediyor ve bu parayı ülkelerine transfer ediyorlar. Bunlar ihracata dönük şirketler değil. Haliyle bu 13 milyar dolarlık miktar "döviz açığı" olarak Brezilya'nın dış ticaret açığı hanesine yazılıyor. İhracatı, ithalatından 13 milyar dolar fazla olacak ki, "döviz dengesini" sağlasın. Dolayısıyla, Brezilya'da kriz süreci bir türlü sona ermiyor.
Hangi ülke milli gelirinin yüzde kaçını kamu harcaması olarak harcıyor?
Devleti küçültmek tezinin sahipleri, Türkiye'nin kamu harcamalarının azaltılmasını da hararetle savunuyorlar. Kamu harcamaları hangi kalemleri ihtiva ediyor? Liste uzun. Ana hatlarıyla sıralayalım: Memur maaşları, emeklilik maaşları, sigortalı olanların sağlık harcamaları, Türkiye'nin iç ve dış güvenliğini sağlayan Jandarma, polis ve TSK'nın giderleri vesaire... Bu görüşü savunanlar, "devletin tüm vergi gelirleri faize gitse, gıklarını çıkarmazlar" ama fakir-fukaraya, işçiye, memura 3-5 kuruş daha fazla verilse, avazı çıktıkları kadar bağırırlar. Onlara göre, faize akan 60 katrilyon enflasyonu yükseltmez ama, işçi ve emeklilerin sağlık harcamalarına aktarılacak 500 trilyon lira ekonomiyi berbat eder! Vay vicdansızlar!
Şimdi gelelim, hangi ülke milli gelirinin ne kadarlık bölümünü kamu harcamalarına aktarıyor. Önce Türkiye ile ilgili rakamları verelim: Türkiye, yılın ilk 6 ayında 25.2 katrilyon lira, (yaklaşık 16 milyar dolar) kamu harcaması yapmış. Aynı dönemde faize giden para 28.4 katrilyon lira. Faiz harcamaları, tüm kamu harcamalarından daha yüksek... Türkiye'nin yıllık kamu harcaması da yaklaşık 32 milyar dolar olarak olacak. Milli gelirimiz ise ylaklaşık 160 milyar dolar olarak bekleniyor. Demek ki, ülkemizde kamu harcamalarının miktarı yüzde 20 civarında...
Peki gelişmiş batı ülkelerinde bu oran kaç? Gelişmiş batı ülkelerinde, 20. yüzyılın sonlarına doğru kamu harcamalarının toplam milli gelire oranında gözle görünür bir artış göze çarpıyor. Mesela ABD'de 2000 yılının oranı yüzde 32. Avrupa'da daha da yüksek. İngiltere'nin kamu harcamaları 1993 yılında milli gelirin yüzde 45'ine kadar çıkmış, Almanya'da 1993'te yüzde 50'yi bulmuş. Fransa 1996'da yüzde 55. İtalya'da 1993'te yüzde 57. Rekor İsveç'te. 1993 yılında yüzde 71'e ulaşmış. Sözkonusu ülkeler bu oranları 1-2 puan değişimle koruyor.
Gelişmiş ülkeler bu kadar fazla kamu harcaması yaparken, başta eğitim ve sağlık olmak üzere pek çok alanda altyapı yatırım ihtiyacı çok fazla olan, gelir dengesizliği nedeniyle devletin sosyal desteğine daha çok ihtiyaç duyulan ülkelere aşırı derecede kamu harcaması kısıntısı önerilmesinin ciddi sorunlara yol açması tabii.
Dolayısıyla Prof. Dr. Haydar Baş beyin, Bağımsız Türkiye Partisi'nin mitinglerinde sıklıkla dile getirdiği gibi, devletin küçültülmesi, un ufak edilmesi doğru bir politika değil. Yine Prof. Dr. Baş'ın deyimiyle, devlet güçlü olmalı, vatandaşına şefkat elini açmalı. Güçlü devlet olabilmek için güçlü ordu da şart.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Recep Bahar / diğer yazıları
- ABD harika bir ekonomiye mi sahip? / 14.08.2018
- Ne yapmalı? / 13.08.2018
- Komşunla kavga et uzaklarda pazar ara! / 02.02.2016
- Diyarbakır'da kilise-ev faktörü! / 01.02.2016
- Çin ekonomisi alarm mı veriyor? / 20.01.2016
- Büyük İsrail yolunda sıra İran'da / 19.01.2016
- Terör Sultanahmet bölgesini sıfırla çarptı / 15.01.2016
- Sultanahmet'in şifreleri / 13.01.2016
- Türkiye ile Suudi Arabistan ne zaman papaz olacak? / 09.01.2016
- Ekonomik çöküşü bir de buradan seyredin / 05.01.2016
- Ne yapmalı? / 13.08.2018
- Komşunla kavga et uzaklarda pazar ara! / 02.02.2016
- Diyarbakır'da kilise-ev faktörü! / 01.02.2016
- Çin ekonomisi alarm mı veriyor? / 20.01.2016
- Büyük İsrail yolunda sıra İran'da / 19.01.2016
- Terör Sultanahmet bölgesini sıfırla çarptı / 15.01.2016
- Sultanahmet'in şifreleri / 13.01.2016
- Türkiye ile Suudi Arabistan ne zaman papaz olacak? / 09.01.2016
- Ekonomik çöküşü bir de buradan seyredin / 05.01.2016