Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu öncelikleri arasında İsrail- merkezi bir rol oynuyor.
Amerikalı liderler Filistin sorununda dengeyi genelde İsrail'in siklet merkezinde tutmuşlar- bunu yaparken de kendi ülkelerindeki Yahudi lobilerinin etkisinde kalmışlardır.
Bugün Filistin'deki insanlık dramının bitirilmesi için bütün dünya Amerika'yı çözüm adresi olarak gösteriyor.
Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler bile çözümün Amerika vasıtasıyla sağlanacağını düşünmekte.
İsrail Başbakanı Şaron'un hemen her ay gerçekleştirdiği Washington turları ile Filistinli devlet yetkililerinin yaptığı nabız turları da bunun birer yansıması.
Amerika'ya yapılan ziyaretlerin sıklığının ne derece çözüm olacağı ise tartışmalı bir konu.
Bu tartışmanın en girift alanı ise Amerika'nın taraflar arasında objektif bir tavır takınmaktan uzak olması.
Kendi siyasal zeminini Ortadoğu'daki hassasiyetler ile uyumlu kılmaya çalışan Amerikalı liderler İsrail ile daha içiçe bir tablo çiziyorlar.
Bu içiçelikte Yahudi kurum ve kuruluşlarının etkin ağırlığı kadar Yahudilik misyonunun psikolojik ağırlığı da var. Amerikalı liderlerin özgeçmişlerine bakıldığında anne veya baba tarafından hemen hemen hepsinin Yahudi ırkıyla ilintili oldukları görülür.
Bu- ya doğumla ya da ticari ve siyasal irtibatlarla sağlanmıştır.
O açıdan- Amerikan siyasal sisteminde Yahudiler daha sempatik yaklaşılan ve daha fazla korunan millet olmuşlardır.
İsrail'e tanınan yakınlık ve iyiniyet Filistin tarafında ister istemez soğukluk doğurdu. Bu soğukluk tarihi bir perspektifle günümüze kadar geldi.
Ortadoğu sorununun serencamında İsrail'den yana tavır takınan Amerika'ya karşı başta Filistin halkı olmak üzere bölgedeki araplar şaibeyle yaklaşmaktalar.
Filistin davasını bloke eden ve çözümsüz kılan etkenlerden en önemlisi de bu psikolojik yaklaşım.
Bugün Ortadoğu'da yaşanan şiddet olgusunda Amerikan yönetiminin büyük bir sorumluluğu var.
Sorumlu davranması ve etkili olması beklenen Amerika'nın soruna ikircikli yaklaşımı bölgedeki ateşi daha da körüklüyor.
Şaron Yönetimi'nin yahudi yerleşke alanlarına yeni insanlar yerleştirmesine ve Filistin sınırlarını dört koldan duvarlarla örerek tecrite kalkışmasına ses çıkarılmıyor.
İkinci dönem için yeniden seçilen Bush Yönetimi'nin İsrail şiddetini durdurmaması için haklı bir nedeni yok.
Filistinli muhalif grupların kısmi eylemlerinin gerekçe gösterilmesi ise sorunu hafife almak anlamını taşıyor. Şaron'un intihar saldırılarını Filistin idaresine yüklemesi ise topu taca atmaktan başka birşey değil.
Arafat hayatta iken bu tarz saldırıları her defasında kınamış ve İsrail'e geçmiş olsun dileklerini iletmiştir.
Hatta Arafat'ın bu ılımlı tutumu karşısında Hamas ve İslami Cihad Arafat'a karşı cephe almışlardır.
Arafat'ın tavrı ortada iken- Filistin idaresini şiddetin adresi olarak sunmak ve ona yüklenmek ne derece anlamlı olabilir?
Bir taraftan İsrail mağdur taraf olarak gösterilecek diğer taraftan anlaşmaz tarafın Filistin olduğu beyinlere kazınacak.
Plan bu yönde olunca da Ortadoğu'da asıl sorumlunun Filistin olduğu izlenimi hakim olacak.
Amerikalı liderler Filistin sorununda dengeyi genelde İsrail'in siklet merkezinde tutmuşlar- bunu yaparken de kendi ülkelerindeki Yahudi lobilerinin etkisinde kalmışlardır.
Bugün Filistin'deki insanlık dramının bitirilmesi için bütün dünya Amerika'yı çözüm adresi olarak gösteriyor.
Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler bile çözümün Amerika vasıtasıyla sağlanacağını düşünmekte.
İsrail Başbakanı Şaron'un hemen her ay gerçekleştirdiği Washington turları ile Filistinli devlet yetkililerinin yaptığı nabız turları da bunun birer yansıması.
Amerika'ya yapılan ziyaretlerin sıklığının ne derece çözüm olacağı ise tartışmalı bir konu.
Bu tartışmanın en girift alanı ise Amerika'nın taraflar arasında objektif bir tavır takınmaktan uzak olması.
Kendi siyasal zeminini Ortadoğu'daki hassasiyetler ile uyumlu kılmaya çalışan Amerikalı liderler İsrail ile daha içiçe bir tablo çiziyorlar.
Bu içiçelikte Yahudi kurum ve kuruluşlarının etkin ağırlığı kadar Yahudilik misyonunun psikolojik ağırlığı da var. Amerikalı liderlerin özgeçmişlerine bakıldığında anne veya baba tarafından hemen hemen hepsinin Yahudi ırkıyla ilintili oldukları görülür.
Bu- ya doğumla ya da ticari ve siyasal irtibatlarla sağlanmıştır.
O açıdan- Amerikan siyasal sisteminde Yahudiler daha sempatik yaklaşılan ve daha fazla korunan millet olmuşlardır.
İsrail'e tanınan yakınlık ve iyiniyet Filistin tarafında ister istemez soğukluk doğurdu. Bu soğukluk tarihi bir perspektifle günümüze kadar geldi.
Ortadoğu sorununun serencamında İsrail'den yana tavır takınan Amerika'ya karşı başta Filistin halkı olmak üzere bölgedeki araplar şaibeyle yaklaşmaktalar.
Filistin davasını bloke eden ve çözümsüz kılan etkenlerden en önemlisi de bu psikolojik yaklaşım.
Bugün Ortadoğu'da yaşanan şiddet olgusunda Amerikan yönetiminin büyük bir sorumluluğu var.
Sorumlu davranması ve etkili olması beklenen Amerika'nın soruna ikircikli yaklaşımı bölgedeki ateşi daha da körüklüyor.
Şaron Yönetimi'nin yahudi yerleşke alanlarına yeni insanlar yerleştirmesine ve Filistin sınırlarını dört koldan duvarlarla örerek tecrite kalkışmasına ses çıkarılmıyor.
İkinci dönem için yeniden seçilen Bush Yönetimi'nin İsrail şiddetini durdurmaması için haklı bir nedeni yok.
Filistinli muhalif grupların kısmi eylemlerinin gerekçe gösterilmesi ise sorunu hafife almak anlamını taşıyor. Şaron'un intihar saldırılarını Filistin idaresine yüklemesi ise topu taca atmaktan başka birşey değil.
Arafat hayatta iken bu tarz saldırıları her defasında kınamış ve İsrail'e geçmiş olsun dileklerini iletmiştir.
Hatta Arafat'ın bu ılımlı tutumu karşısında Hamas ve İslami Cihad Arafat'a karşı cephe almışlardır.
Arafat'ın tavrı ortada iken- Filistin idaresini şiddetin adresi olarak sunmak ve ona yüklenmek ne derece anlamlı olabilir?
Bir taraftan İsrail mağdur taraf olarak gösterilecek diğer taraftan anlaşmaz tarafın Filistin olduğu beyinlere kazınacak.
Plan bu yönde olunca da Ortadoğu'da asıl sorumlunun Filistin olduğu izlenimi hakim olacak.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005