Güne damgasını vuran olay, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'ın basınla ilgili açıklamalarıydı şüphesiz. Cerrah basından şöyle yakınıyor: "Basınımız, faillere uzanmaktayken, aramızda 1 saat kalmışken maalesef failleri ve uzantılarını deklare etti.
Eğer (basının) sorumsuzluğu olmasaydı, şu anda bu şehitlerimiz burada yatmıyordu, şehit vermeyecektik, 27 vatandaşımız ölmeyecekti. Ancak sorumsuz yapılan bu yayınlar, özgür basın adına, maalesef 27 vatandaşımızın şehit olmasına sebep olmuştur."
Cerrah'ın bu açıklaması neredeyse bütün medya organlarında çok şiddetli tepkilerle karşılandı. Bu açıklamalarda Cerrah'ın haklı olduğu kadar haksız olduğu taraflar da vardı. Sonuçları itibariyle haksız olduğu taraflar, haklı olduğu yönleri de gölgede bırakmıyor değil.
İlk önce Cerrah'ın haklı olduğu noktayı belirtelim.
15 Kasım saldırılarının üzerinden daha birkaç saat bile geçmeden, bazı medya organlarında saldırının failleri ve onlara yataklık edenlerin kimlikleri, resimleriyle beraber yayınlandı. Özellikle 4 kişi üzerinde ısrarla duruldu. Gazete ve televizyonlarda boy boy resimleri yayınlanan bu dört kişiden ikisi 15 Kasım saldırılarını düzenleyenlerdi. Diğer ikisi de onlara yataklık edenler olarak arananlar listesinin en başındaydı. Aradan beş gün geçti ve 20 Kasım saldırılarını düzenleyenlerin, yataklık eden o iki kişi olduğu ortaya çıktı. Hal böyle olunca Cerrah da kendi çapında haklı olarak medyaya yüklendi. Çünkü medya o isimleri ve resimleri yayınlamamış olsaydı, saldırganlar bu kadar acele etmeyecek ve belki de ikinci eylemi düzenleyemeden yakalanacaklardı. Cerrah'ın dile getirdiği "bir saat farkla elimizden kaçırdık" açıklaması da, bu bağlamda düşünülmesi gereken önemli bir ayrıntıdır.
Saldırganlar gazete ve televizyonlarda resimlerini görünce paniğe kapılıp ikinci saldırıyı belki de planladıkları günden biraz daha öne çekerek erken gerçekleştirdiler.
Bu aşamada Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi'nin şu cümlelerini anlamsız buluyorum:
"Sayın Cerrah, 'failleri ve uzantılarını tespit ettik. Ama basın onları deklare edince yakalayamadık ve ikinci terör eylemleri gerçekleşti' derken unutuyor. Dediği doğru olsa, ikinci eylemin failleri deşifre edilince yakalanmaktan korkup, eylemden vaz geçerlerdi. Dediğinin mantıkla zerre kadar ilgisi yok."
Bu tepki anlamsız. Çünkü ölümü göze alıp böyle bir eyleme girişenlerin, yakalanmaktan korkup eylemden vaz geçmeleri söz konusu olamaz. Ancak ve ancak eylemi bir an önce gerçekleştirme yönünde bir panik olabilir.
Bu bölüm Cerrah'ın haklı olduğu taraf. Medya gerçekten de, belli oranlarda 29 kişinin öldüğü ikinci saldıraların önlenebilirlik ihtimalini ortadan kaldırmıştır.
Şimdi de Cerrah'ın haksız olduğu tarafa bakalım.
Bu açıklamalar acziyetin ve kendi teşkilatına hükmedememenin bir itirafı değil midir? Cerrah'ın yakındığı, o önemli istihbarat bilgileri nasıl oluyor da, aynı gün, saldırılardan birkaç saat sonra bu medya organlarının eline bütün detaylarıyla ulaşıyor. Burada Cerrah'ın ve tüm emniyet teşkilatının "iki el arasına sıkıştırılmış kafa" pozisyonunda uzun bir süre tefekkür etmesi gerekiyor. Sadece bu olaylarda değil, neredeyse tüm önemli polisiye vakalarda, en önemli istihbari detaylar önce medyaya ulaşıyor. Hatta zaman zaman devletin en üst merciisindeki yetkiliden bile önce medya o önemli detaylardan haberdar oluyor. Bu bilgileri medyaya kim ulaştırıyor?
Devletin tepesindeki Başbakan dahi "bu bilgi akışlarını şu veya bu şekilde temin edip bunu ifşa etmek"ten bahsediyorsa, ortada çok önemli bir acziyet ve hükmedememe sorunu var demektir.
Şunu da vurgulamakta yarar var; 11 Eylül saldırılarından sonra ABD medyasının sergilediği olumlu tutum, Türk medyasındaki "perdelemecilere" her zaman için örnek olmalı. Hangi ülkenin medyası olunduğu ve zamanı geldiği vakit yayın yapılan ülkenin çıkarlarını da gözetmek gerektiği unutulmamalı. En azından ara sıra!
Eğer (basının) sorumsuzluğu olmasaydı, şu anda bu şehitlerimiz burada yatmıyordu, şehit vermeyecektik, 27 vatandaşımız ölmeyecekti. Ancak sorumsuz yapılan bu yayınlar, özgür basın adına, maalesef 27 vatandaşımızın şehit olmasına sebep olmuştur."
Cerrah'ın bu açıklaması neredeyse bütün medya organlarında çok şiddetli tepkilerle karşılandı. Bu açıklamalarda Cerrah'ın haklı olduğu kadar haksız olduğu taraflar da vardı. Sonuçları itibariyle haksız olduğu taraflar, haklı olduğu yönleri de gölgede bırakmıyor değil.
İlk önce Cerrah'ın haklı olduğu noktayı belirtelim.
15 Kasım saldırılarının üzerinden daha birkaç saat bile geçmeden, bazı medya organlarında saldırının failleri ve onlara yataklık edenlerin kimlikleri, resimleriyle beraber yayınlandı. Özellikle 4 kişi üzerinde ısrarla duruldu. Gazete ve televizyonlarda boy boy resimleri yayınlanan bu dört kişiden ikisi 15 Kasım saldırılarını düzenleyenlerdi. Diğer ikisi de onlara yataklık edenler olarak arananlar listesinin en başındaydı. Aradan beş gün geçti ve 20 Kasım saldırılarını düzenleyenlerin, yataklık eden o iki kişi olduğu ortaya çıktı. Hal böyle olunca Cerrah da kendi çapında haklı olarak medyaya yüklendi. Çünkü medya o isimleri ve resimleri yayınlamamış olsaydı, saldırganlar bu kadar acele etmeyecek ve belki de ikinci eylemi düzenleyemeden yakalanacaklardı. Cerrah'ın dile getirdiği "bir saat farkla elimizden kaçırdık" açıklaması da, bu bağlamda düşünülmesi gereken önemli bir ayrıntıdır.
Saldırganlar gazete ve televizyonlarda resimlerini görünce paniğe kapılıp ikinci saldırıyı belki de planladıkları günden biraz daha öne çekerek erken gerçekleştirdiler.
Bu aşamada Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi'nin şu cümlelerini anlamsız buluyorum:
"Sayın Cerrah, 'failleri ve uzantılarını tespit ettik. Ama basın onları deklare edince yakalayamadık ve ikinci terör eylemleri gerçekleşti' derken unutuyor. Dediği doğru olsa, ikinci eylemin failleri deşifre edilince yakalanmaktan korkup, eylemden vaz geçerlerdi. Dediğinin mantıkla zerre kadar ilgisi yok."
Bu tepki anlamsız. Çünkü ölümü göze alıp böyle bir eyleme girişenlerin, yakalanmaktan korkup eylemden vaz geçmeleri söz konusu olamaz. Ancak ve ancak eylemi bir an önce gerçekleştirme yönünde bir panik olabilir.
Bu bölüm Cerrah'ın haklı olduğu taraf. Medya gerçekten de, belli oranlarda 29 kişinin öldüğü ikinci saldıraların önlenebilirlik ihtimalini ortadan kaldırmıştır.
Şimdi de Cerrah'ın haksız olduğu tarafa bakalım.
Bu açıklamalar acziyetin ve kendi teşkilatına hükmedememenin bir itirafı değil midir? Cerrah'ın yakındığı, o önemli istihbarat bilgileri nasıl oluyor da, aynı gün, saldırılardan birkaç saat sonra bu medya organlarının eline bütün detaylarıyla ulaşıyor. Burada Cerrah'ın ve tüm emniyet teşkilatının "iki el arasına sıkıştırılmış kafa" pozisyonunda uzun bir süre tefekkür etmesi gerekiyor. Sadece bu olaylarda değil, neredeyse tüm önemli polisiye vakalarda, en önemli istihbari detaylar önce medyaya ulaşıyor. Hatta zaman zaman devletin en üst merciisindeki yetkiliden bile önce medya o önemli detaylardan haberdar oluyor. Bu bilgileri medyaya kim ulaştırıyor?
Devletin tepesindeki Başbakan dahi "bu bilgi akışlarını şu veya bu şekilde temin edip bunu ifşa etmek"ten bahsediyorsa, ortada çok önemli bir acziyet ve hükmedememe sorunu var demektir.
Şunu da vurgulamakta yarar var; 11 Eylül saldırılarından sonra ABD medyasının sergilediği olumlu tutum, Türk medyasındaki "perdelemecilere" her zaman için örnek olmalı. Hangi ülkenin medyası olunduğu ve zamanı geldiği vakit yayın yapılan ülkenin çıkarlarını da gözetmek gerektiği unutulmamalı. En azından ara sıra!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012