İsrail parlamentosunda Arap milletvekili olan Azmi Bişara, Londra'da Arapça yayımlanan El Hayat gazetesindeki yazısında Batı'nın İsrail'e bakışını anlatıyor.
Gazeteci: Bugün 12 İsrail askerinin ölmesinin planlarınız üzerindeki etkisi nedir? İsrail ordu sözcüsü: 12 İsrailli katledildi. Gazeteci: Siz buna katliam diyorsunuz ancak onlar asker ve bu bir savaş. Sözcü: Aksine bu bir katliam. Çünkü bombalar İsrail vatandaşlarını hedef aldı ve askerler tesadüfen öldürüldü. Gazeteci: Fakat siz de Kana ve başka kentlerde katliam yaptınız. Sözcü: Hayır Kana'da katliam yapılmadı. Bombardımanın hedefi Hizbullah savaşçılarıydı fakat tesadüfen siviller hedef oldu. Bir gazeteciyi mesleğini bırakmaya ikna edebilecek bu boş sözler bir 'acayiplikler ülkesi'nden değil, Hizbullah saldırısında 12 İsrail askerinin ölmesi sonrası bir Arap kanalının İsrail ordusunun genç sözcüsüyle yaptığı söyleşiden alıntı. Sözcü, askerlerin savaş sırasında öldürülmesini katliam diye niteliyor; Lübnan yerleşim birimlerine çevrilmiş uçakların bombardımanıyla her gün ailelerin öldürülmesiyse katliam diye isimlendirilmeyi hak etmiyor. Bu katliamlar, 'üzüntü verici hatalar' veya 'teröre karşı savaş'ın alçaltıcı diliyle 'tali hasar' diye adlandırılıyor. Yukarıdaki diyalog çerçevesinde, İsrail saldırılarından korunmak için ülkelerindeki Filistin mülteci kamplarına sığınan güney Lübnanlıların görüntüsü birçok boş sahneden birine dönüşüyor. İsrail kendisini kurban gibi sunuyor, Hizbullah asıl fail olarak görülüyor, asıl suçlu kurbanlaştırılıyor. Israrla 'İsrail parlamentosu' diye adlandırılan savaş sirkinin, yani savaş dansı yapan bir kabilenin demokratik olduğu söyleniyor; savaş davulları çalan, askeri orkestra ritmiyle stüdyo ve matbaada yürüyüş yapan tabura da çoksesli İsrail medyası deniliyor. 17 yılda 20 İsrailli sivil öldü 'Teröre karşı savaş'ın abesliği, terörün öldürdüğünden kat kat fazla insanı öldürmesi. Ve bugün teröre karşı savaşı yürütenler, savaş kavramına uzak, aslında barış içinde yaşamak isteyen 'kültürler' olarak adlandırılıyor. Terör devletlerinin liderleri teröristler gibi gizlenerek yaşayamıyor. Konuşmalarını da teröristlerin yaptığı gibi kasetlere kaydedip gönderemiyorlar. 'Terör' terimi, 'öteki'ne karşı başka bir kültürün, yani zayıfa karşı güçlünün eline verilmiş bir silah... İsrail'in sorunu, yıllardır işgale direnen Hizbullah'ın İsrailli sivilleri hedef almaması. İsrail'in Lübnan'dan çekildiği 2000'e kadar geçen 17 yıl boyunca, toplam 20 İsrailli sivil öldürülürken İsrail binlerce Lübnanlı sivili öldürdü. Hatta şu son savaşta öldürülen İsrailliler arasında askerlerin oranı yüzde 60'ın üzerindeyken, ölen Hizbullah savaşçılarının oranı öldürülen 1000 sivil içinde yüzde 20'yi geçmez. Evlerinden olan 1 milyon Lübnanlı da cabası. Bu kişilerin çoğu İsrail'in yıkım şöleni bittikten sonra dönecek bir köy ve belde bulamayacak. İsrail örneğindeki devlet terörü planlanmamış bir sonuç değil, aksine kasıtlı yapılmış şiddet. Zaten, sivillerin hedef alınması veya zehirlenmesi, İsrail ordusunda kuşaktan kuşağa geçmiş bir askeri doktrin... İsrailli yetkililer bu savaş boyunca yaptıkları resmi açıklamalar dışındaki tüm demeçlerinde, Hizbullah füzelerinin atıldığı her Lübnan köyünün yerle bir edilmesi, elektrik trafolarının vurulması, altyapı tesislerinin hedef alınması, Lübnan'ın yeniden karanlık çağa, 20 yıl geriye götürülmesi gerektiğinden dem vuruyor. BM bile Batı'yı üstün görüyor Kültürler çatışması söylemi, ABD ve Fransa'nın ateşkes sağlanmasına yönelik BM Güvenlik Konseyi'ne sunduğu karar tasarısı metninde de kendini gösterdi. Siyasi bir tutum almaktan kaçınan tasarı, İsrail'in Hizbullah füzelerinin tehdidi altında olduğunu ve dolayısıyla saldırılarını durdurması için önce Hizbullah'ın İsrail kentlerine yönelik füze saldırılarını durdurması gerektiği mantığından hareket ediyor; aslında İsrail'in Lübnan tehdidi altında olduğunu savunuyordu. Lübnan'ın kapsamlı yıkımıysa, tasarıya göre 'tartışmalı bir mesele'. Çekişmenin iki İsrail askerinin esir alınmasıyla başladığı ve İsrail'in bunu savaş sebebine dönüştürme hakkına sahip olduğu kabul ediliyor. Bu yüzden de savaşın durması askerlerin şartsız salıverilmesine bağlanıyor. Karar bu noktada mantığını yitiriyor ve İsrail'in savaş gerekçesini onaylıyor; dolayısıyla, iki askerin kurtarılması karşılığı binlerce kişinin öldürülmesini ve 1 milyonunun sürülmesini de... Bu durum bir kültürün ötekine 'üstünlüğü'nü ortaya koyuyor. Hizbullah'ın silahının elinden alınması kararı hayata geçirilecek. Bu yüzden de, kararın başlangıcı ve sonu İsrail menşeli. Yani metni ortaya koyan ülkeler İsrail'le aynı kavramlardan hareket ediyor. Bu kültürel müşterekliğin amacı, İsrail'in askeri başarısızlıklarını telafi etmek ve direnişin toprak üzerindeki kazanımlarının siyasi kazanımlara dönüşmesini engellemek. Bu noktada Arap halklarının Lübnan'daki direnişe hayranlıkları ve onu bir kazanım olarak görmeleri üzerinde durabiliriz. Araplar Hizbullah'a hayran. Çünkü onlara göre İsrail'le savaşabilen Hizbullah, Arapların kendilerine güvenini yerine getirdi. Artık herkes biliyor ki, diğer Araplar da geri kalmışlıktan kurtulup iradeyle silahlanırsa aynı şeyi başarabilir.
Gazeteci: Bugün 12 İsrail askerinin ölmesinin planlarınız üzerindeki etkisi nedir? İsrail ordu sözcüsü: 12 İsrailli katledildi. Gazeteci: Siz buna katliam diyorsunuz ancak onlar asker ve bu bir savaş. Sözcü: Aksine bu bir katliam. Çünkü bombalar İsrail vatandaşlarını hedef aldı ve askerler tesadüfen öldürüldü. Gazeteci: Fakat siz de Kana ve başka kentlerde katliam yaptınız. Sözcü: Hayır Kana'da katliam yapılmadı. Bombardımanın hedefi Hizbullah savaşçılarıydı fakat tesadüfen siviller hedef oldu. Bir gazeteciyi mesleğini bırakmaya ikna edebilecek bu boş sözler bir 'acayiplikler ülkesi'nden değil, Hizbullah saldırısında 12 İsrail askerinin ölmesi sonrası bir Arap kanalının İsrail ordusunun genç sözcüsüyle yaptığı söyleşiden alıntı. Sözcü, askerlerin savaş sırasında öldürülmesini katliam diye niteliyor; Lübnan yerleşim birimlerine çevrilmiş uçakların bombardımanıyla her gün ailelerin öldürülmesiyse katliam diye isimlendirilmeyi hak etmiyor. Bu katliamlar, 'üzüntü verici hatalar' veya 'teröre karşı savaş'ın alçaltıcı diliyle 'tali hasar' diye adlandırılıyor. Yukarıdaki diyalog çerçevesinde, İsrail saldırılarından korunmak için ülkelerindeki Filistin mülteci kamplarına sığınan güney Lübnanlıların görüntüsü birçok boş sahneden birine dönüşüyor. İsrail kendisini kurban gibi sunuyor, Hizbullah asıl fail olarak görülüyor, asıl suçlu kurbanlaştırılıyor. Israrla 'İsrail parlamentosu' diye adlandırılan savaş sirkinin, yani savaş dansı yapan bir kabilenin demokratik olduğu söyleniyor; savaş davulları çalan, askeri orkestra ritmiyle stüdyo ve matbaada yürüyüş yapan tabura da çoksesli İsrail medyası deniliyor. 17 yılda 20 İsrailli sivil öldü 'Teröre karşı savaş'ın abesliği, terörün öldürdüğünden kat kat fazla insanı öldürmesi. Ve bugün teröre karşı savaşı yürütenler, savaş kavramına uzak, aslında barış içinde yaşamak isteyen 'kültürler' olarak adlandırılıyor. Terör devletlerinin liderleri teröristler gibi gizlenerek yaşayamıyor. Konuşmalarını da teröristlerin yaptığı gibi kasetlere kaydedip gönderemiyorlar. 'Terör' terimi, 'öteki'ne karşı başka bir kültürün, yani zayıfa karşı güçlünün eline verilmiş bir silah... İsrail'in sorunu, yıllardır işgale direnen Hizbullah'ın İsrailli sivilleri hedef almaması. İsrail'in Lübnan'dan çekildiği 2000'e kadar geçen 17 yıl boyunca, toplam 20 İsrailli sivil öldürülürken İsrail binlerce Lübnanlı sivili öldürdü. Hatta şu son savaşta öldürülen İsrailliler arasında askerlerin oranı yüzde 60'ın üzerindeyken, ölen Hizbullah savaşçılarının oranı öldürülen 1000 sivil içinde yüzde 20'yi geçmez. Evlerinden olan 1 milyon Lübnanlı da cabası. Bu kişilerin çoğu İsrail'in yıkım şöleni bittikten sonra dönecek bir köy ve belde bulamayacak. İsrail örneğindeki devlet terörü planlanmamış bir sonuç değil, aksine kasıtlı yapılmış şiddet. Zaten, sivillerin hedef alınması veya zehirlenmesi, İsrail ordusunda kuşaktan kuşağa geçmiş bir askeri doktrin... İsrailli yetkililer bu savaş boyunca yaptıkları resmi açıklamalar dışındaki tüm demeçlerinde, Hizbullah füzelerinin atıldığı her Lübnan köyünün yerle bir edilmesi, elektrik trafolarının vurulması, altyapı tesislerinin hedef alınması, Lübnan'ın yeniden karanlık çağa, 20 yıl geriye götürülmesi gerektiğinden dem vuruyor. BM bile Batı'yı üstün görüyor Kültürler çatışması söylemi, ABD ve Fransa'nın ateşkes sağlanmasına yönelik BM Güvenlik Konseyi'ne sunduğu karar tasarısı metninde de kendini gösterdi. Siyasi bir tutum almaktan kaçınan tasarı, İsrail'in Hizbullah füzelerinin tehdidi altında olduğunu ve dolayısıyla saldırılarını durdurması için önce Hizbullah'ın İsrail kentlerine yönelik füze saldırılarını durdurması gerektiği mantığından hareket ediyor; aslında İsrail'in Lübnan tehdidi altında olduğunu savunuyordu. Lübnan'ın kapsamlı yıkımıysa, tasarıya göre 'tartışmalı bir mesele'. Çekişmenin iki İsrail askerinin esir alınmasıyla başladığı ve İsrail'in bunu savaş sebebine dönüştürme hakkına sahip olduğu kabul ediliyor. Bu yüzden de savaşın durması askerlerin şartsız salıverilmesine bağlanıyor. Karar bu noktada mantığını yitiriyor ve İsrail'in savaş gerekçesini onaylıyor; dolayısıyla, iki askerin kurtarılması karşılığı binlerce kişinin öldürülmesini ve 1 milyonunun sürülmesini de... Bu durum bir kültürün ötekine 'üstünlüğü'nü ortaya koyuyor. Hizbullah'ın silahının elinden alınması kararı hayata geçirilecek. Bu yüzden de, kararın başlangıcı ve sonu İsrail menşeli. Yani metni ortaya koyan ülkeler İsrail'le aynı kavramlardan hareket ediyor. Bu kültürel müşterekliğin amacı, İsrail'in askeri başarısızlıklarını telafi etmek ve direnişin toprak üzerindeki kazanımlarının siyasi kazanımlara dönüşmesini engellemek. Bu noktada Arap halklarının Lübnan'daki direnişe hayranlıkları ve onu bir kazanım olarak görmeleri üzerinde durabiliriz. Araplar Hizbullah'a hayran. Çünkü onlara göre İsrail'le savaşabilen Hizbullah, Arapların kendilerine güvenini yerine getirdi. Artık herkes biliyor ki, diğer Araplar da geri kalmışlıktan kurtulup iradeyle silahlanırsa aynı şeyi başarabilir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.