Cumhuriyet kurulduktan bu yana maalesef Müslüman Türk milletinin egemen bir şekilde yaşamasına haset eden dış mihraklar, İstiklal Harbi'nde savaştığımız ve vatan topraklarımızdan attığımız Hıristiyan devletler; tekrar devletimizi yıkmak, Cumhuriyeti yok etmek ve milleti esaret altına almak için Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'e türlü türlü iftiralarla saldırmışlardır.
İftiralar, Atatürk'ün ve yeni devletin dinsiz olduğu üzerinden yapılmıştır. Maalesef hiçbir ülkede kendi kurucusuna karşı bu kadar bedbaht ve iğrenç iddialar yoktur. Bu iddia sahipleri nihayetinde girecekleri cehennem çukurundan bazı kokuları maalesef cahil halkın üzerine yaymışlardır.
Yüce milletimizin içinde ibadeti en az olanlar dahi Allah, Peygamber ve Ehl-i Beyt'in adı geçince kendilerine çeki düzen verirler. Milletimiz dinine gönülden bağlıdır. İşte bu yüzden Cumhuriyet düşmanları Atatürk'e olan saldırıları din üzerinden yapmışlardır. "10 Kasım'da sifonları çekiniz", "Atatürk mavi gözlü deccaldır", "Atatürk dinsizdir", "Atatürk'ün kurduğu laik devlet dinsizdir" gibi onlarca iftirayı Atatürk'e yaftalamaya çalışmış ve milletin birliğini yok etmeye amaçlamışlardır.
Şunu herkes iyi bilsin ki bu vatanın gerçek sahipleri bizler değiliz. Bu vatanın gerçek sahipleri toprağın kara bağrında bu bayrak için, ezanı mukaddes için şehit düşmüş Atatürk ve onun silah arkadaşlarıdır. Kur'an'da onlar için, "Onlara ölüler demeyiniz, zira onlar diridirler" ayeti vardır.
Bu topraklarda Atatürk'le ve bayrakla mücadele edenlere Allah asla müsaade etmez. Çünkü onlar Allah katında kutsaldırlar. Müslüman Türk milletine en fazla hizmet eden onlardır. Bela, iftiracıların hayat boyu yol arkadaşıdır. Hanelerine asla huzur, bereket gelmez. Attıkları her iş kurur. Atatürk'le mücadele eden baştan kaybetmiştir ve kazanma şansı asla olmaz. İslam'da devlet, bayrak, vatan kutsaldır.
Atatürk'e dinsizlik iftirası atarak milleti devletinden soğutmak maksatlı iftiraların bir kısmını kısaca gündeme getirelim ve bunların cevaplarını verelim.
İftira 1: "Atatürk tekke ve zaviyeleri kapatıp, yerine laikliği yani dinsizliği getirmiştir" iftirası.
Bu, sözüm ona dini kullanarak devleti yıkmak isteyen kirli ağızların ürettikleri iftiraların başlıcasıdır. Atatürk 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması'nı imzalamış ve Prof. Dr. Haydar Baş'ın deyimiyle Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusunu alınmıştır. Bunun devamında 29 Ekim 1923'te Cumhuriyeti ve yeni devleti bütün dünyaya ilan etmiştir. Cumhuriyet kurulduktan 4 ay sonra 3 Mart 1924'te Atatürk Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu çıkarmıştır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile beraber, İngiltere'nin egemenliğine girmiş, ödeneklerini İngiltere'den alan halifeye bağlı tekke ve zaviyeler kapatılıp Ankara'ya bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Yine Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile beraber o dönem ülkede yabancı ülkelere ait ve Osmanlı Milli Eğitim Bakanlığına değil, yabancı ülke milli eğitim bakanlıklarına ait 3000'e yakın okul kapatılıp Ankara'da Türk Milli Eğitim Bakanlığı kurularak bu okullar Ankara'daki yeni devlete bağlanmıştır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu'na 'ikinci Lozan' denir. Bu sayede din ve eğitim; yabancı ülkelerin, yabancı ülke bakanlıklarının ve yabancı istihbarat örgütlerinin elinden alınarak Türkiye Cumhuriyeti devletine devredilmiştir.
Bu konuyu biraz daha açmak istiyorum. Çünkü bu sayede, Osmanlı'nın nasıl çöktüğünü ve nasıl işgale hazırlandığını çok daha iyi anlayabiliriz.
Maalesef İstiklal Harbi sırasında halk ikiye ayrılmış durumdaydı. Bir tarafta Atatürk'e ve yeni Meclis'e bağlı her türlü işgale ve mandaya karşı İstiklal isteyen vatanına, milletine bağlı Kuvayı Milliyeci güçler vardı. Diğer tarafta ise İngiltere'nin boyunduruğunda, İngiltere'ye bağlı İslam halifesi ve ceplerinde İngiliz parası olan manda ve işgale ses çıkarmayan sözde şeyhler, hocalar vardı.
İngiltere bu İslam'la hiçbir alakası olmayan necaset şeyhleri kullanarak halkın Yunan güçlerine mukavemet etmemelerini amaçlamıştır. Bunu bir halife buyruğu olarak ilan etmiştirler. "Halifeye karşı gelmek Allah'a karşı gelmektir" diyerek halkı kışkırtmışlardır. İşte bu şekilde İngiltere'ye bağlı din adamları tarafından Atatürk mavi gözlü Deccal ilan edilmiş, Kuvayı Milliyeciler ise deccalin askerleri olarak lanse edilmişlerdir. Maalesef bu oyun Anadolu'nun bazı yerlerinde tutmuş, vatan için savaşan yüzlerce Kuvayı Milliyeci genç köy meydanlarında halife taraftarları tarafından işkencelerle idam edilmiştir.
Yine yüzlerce Kuvayı Milliyeci genç kız, Yunan, İtalyan, İngiliz, Fransız askerlerine teslim edilmek istenmiştir. O günkü yaşananlar tam bir vahşettir. Kendi halkı için cephede savaşan genç, köyüne geri döndüğünde ailesinin darmadağın edildiğini görmüş, cahil halk kendi vatanı için savaşan insanları halifenin buyruğuyla linç etmiştir.
Bunun üzerine Atatürk vatanına bağlı, iman ehli dönemin en ünlü 240 hocasıyla beraber İstiklal Harbi'nin cihat olduğunu ve tüm Müslümanların bu cihata katılmak zorunda olduğunu ilan etmiştir. Yine İngiliz sevicisi sözde hocaların milli mücadele karşıtı fetvaları, Yunan uçaklarından halkın üzerine bildiri olarak atılmış, halkın Yunan güçlerine mukavemet etmemeleri, teslim olmaları halife adına emredilmiştir. Bu bildirilerde, emirlere uymamanın halifeye ve Cenab-ı Allah'a karşı gelmek olduğu anlatılmış ve "Halifenin bir bildiği vardır, emirlerine uyunuz" denilmiştir.
Peki, aslında ne oldu? Çok basit. Atatürk tekke ve zaviyeleri kapatıp hemen laikliği getirmemiştir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu 1924'te çıkarılmıştır. Laiklik ise 1937'de getirilmiştir. İki kanunun birbiriyle hiçbir alakası yoktur. Laiklik de dinsizlik değildir. Bu 15 Temmuz sonrası Fetö terör örgütüne bağlı okulların kapatılıp, bu okulların Milli Eğitime devredilmesi gibi bir olaydır. Tekke ve zaviyelerin kapatılması kesinlikle dine karşı yapılmış bir hareket değildir. Tam tersine dini kullanarak halkı kışkırtan güç odakları yok edilmiştir. Atatürk o günleri yazmış olduğu Nutuk'ta "Tekkeye giren eline silah almıyor" diyerek özetlemiştir. Halbuki vatan sevgisi imandandır.
Bu şekilde halk din üzerinden ikiye bölünerek koca bir millet tutsak edilmek istenmiştir. Yukarıda tarihleri ve belgeleri ile beraber bir takım iftiraları ortaya koymaya çalıştım. Bunları sıradan bir halk bilmeyebilir, bu çok normaldir; ancak nasıl olur da bu kadar iftira atılırken bu ülkenin aydınları suskun kalır, özellikle de Atatürkçüyüz diyen aydınlar suskun kalır?
İşte bu yüzden bizim için ve bu ülke için Prof. Dr. Haydar Baş en büyük hazinedir. O koca yüreğiyle her zaman için bizleri aydınlattı, kötülerden uzaklaştırdı. Kendisine minnettarız. Hoş Geldin Atatürk kitabını yazarak bize büyük bir kaynak sundu. Yazı dizimizin devamı gelecek.
- Atatürk’e atılan iftiralara cevaplar-3 / 26.02.2023
- Atatürk’e atılan iftiralara cevaplar – 2 / 19.02.2023
- Atatürk’e atılan iftiralara cevaplar-1 / 12.02.2023
- Bayrak ve Haydar Baş (2) / 30.10.2021
- Bayrak ve Haydar Baş (1) / 29.10.2021
- FETÖ ve Cübbeli’nin hezeyanları / 05.05.2020
- Ozon tedavisi / 30.12.2013
- Bağışıklık sistemi / 21.12.2013
- Alternatif tıp yasalaştı / 18.12.2013