Günümüzde gerek yurttaşlarımızın gerek anket şirketlerinin yanıtını aradığı, ülkemizin karşı karşıya olduğu sorun nedir? Yanıtlara baktığımızda ekonomi, işsizlik, terör sorunu, eğitim, FETÖ olarak sıralanmaktadır.
Peki, ama çözüm nedir?
Bu konuda genellikle belli çevreler Dünya Bankası, IMF, ABD ve AB ülkelerinden kredi bulmayı çözüm yolu olarak önermektedirler. Bu çözümü önerenler ülkemizin bu duruma nasıl geldiğini sorgulamazlar ve kendi içimizde ulusal bir çözüm yolu aramazlar; ülkemizin bu duruma gelmesinde şimdi bize çözüm yolu olarak önerilen yukarıda saydığımız kurumların ve ülkelerin etkisini neden araştırmazlar?
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin ve temel taşlarının olmazsa olmazı "Milli Egemenlik ve Tam Bağımsızlık" ilkelerini yitirmemiz bu sonuca yol açmıştır. Tam Bağımsızlık ve Milli Egemenliğini yitiren ülkemiz rüzgâra kapılan pusulasız bir gemi gibi sürüklenmekte, Türk milleti becerikli bir kaptanın gemiyi ustalıkla esenliğe çıkarmasını çaresizlik içerisinde beklemektedir.
Acaba bu ilkeler neden devletimizin temel taşlarıdır? Çünkü milli egemenlik, devletin, iç düşmanların eline geçmesini, tam bağımsızlık ise dış düşmanların eline geçmesini önler. Öte yandan, bu ilkelerden biri olmadan öbürü de olamaz; biri giderse, öbürü de gider. Bu ikisinden de yoksun olan bir devlet de, ulus da ayakta duramaz; zamanla kötü yöneticilerin elinde şunun bunun, iç ve dış düşmanların oyuncağı haline gelir; ülke gizli veya açık işgale uğrar, sömürgeleşir. Millet yaşayamaz, varlığını sürdüremez, erir, dağılır, yok olur.
Atatürk'ün "ya istiklal ya ölüm" parolasının anlamını bu gerçekte aramak gerekir. Bunun içindir ki Atatürk, Türklerin milli ülküsünü ve amacını şöyle dile getirmiştir: "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yaşatmak, tam bağımsızlığını korumak." Bu her Atatürkçünün ve yurtseverin ana görevidir.
Tam bağımsızlık devletimizin başka bir devletin veya herhangi bir uluslararası kuruluşun kesin etkisi ya da denetimi altında olmamasıdır. Diğer bir yönüyle, "Tam bağımsızlık yabancılara ülke ve ulus aleyhine hiçbir ayrıcalık tanımamaktır. Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, iktisadi, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet millet ve memleketin gerçek manasıyla tüm bağımsızlığından mahrumiyeti demektir."
Özellikle günümüzde belirleyici olanın emperyalizm olduğu düşünülürse, tam bağımsızlığın önemi ve anlamı çok daha artmaktadır. Tam Bağımsız ülkeler iç ve dış siyasetlerini, yabancıların karışmasına izin vermeksizin çizebilir ve yürütebilirler ama dışa bağımlı devletler için böyle bir serbestlik söz konusu olamaz.
Atatürk yabancı gazetecilere şunları söylemiştir: "Bütün topraklarımızda gerçek bağımsızlık istiyoruz. Adli, mali ya da askeri kapitülasyonların hiçbirini tanımıyoruz. Siyasal, adli, ekonomik ve mali bağımsızlığımızı, dolayısıyla yaşama hakkımızı inkâra ve ortadan kaldırmaya yönelik Sevr Antlaşması bizce mevcut değildir. Ulusal sınırlarımız içinde tam bağımsız, yani kapitülasyonsuz bir Türkiye istiyoruz."
Atatürk'e göre, "Bağımsızlıktan yoksun bir millet, ne kadar zengin ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan yüksek bir muameleye lâyık olamazdı. Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden yoksunluğu, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildi. Gerçekten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı getirmelerine asla ihtimal verilmezdi." Oysa 2001 ekonomik krizinde ABD'den Kemal Derviş bir gecede Türkiye'ye getirtilerek ekonominin ve Hazine'nin başına oturtuldu.
Atatürk'e göre bağımsız olmayan bir ülkede;
"Devlet yabancı güçlerin etkisine ve egemenliğine girmiştir. Devletin ve milletin hayatına yabancı müdahalesi vardır."
Bu müdahale dış politikadan ekonomiye, ulusal savunmadan tarımsal üretime kadar her alanın yabancı etkilere açık olması demektir.
"Birçok kamu hizmetinin yerine getirilmesi yabancı güçlerin iznine tabidir."
Türkiye gibi verimli topraklara sahip yurdumuzda tarımsal ürünlerin tamamı nerdeyse dış alımla karşılanmaktadır. Açıkçası bu bir cinayettir. Ülkemiz izlenen yanlış politikalar yüzünden borç yükü altında ve her alanda üretimden yoksun kılınmıştır.
"Ülke aşırı borç yükü altındadır."
Ocak ayı itibarı ile 762 milyar TL iç borç, 574 milyar TL dış borç mevcuttur.
"Devlet içeride ülke aleyhine çalışan, dış güçlerin koruma altına aldığı azınlıklara karşı etkisizdir."
Ülkemiz dışa bağımlı dıştan beslenen, vakıflar ve STK adlı yapılara karşı etkisiz ve yetkisizdir.
"Devlet yabancı uyrukluları yargılayamaz, onlardan vergi alamaz."
Yapılan anlaşmalar nedeniyle ülke topraklarımızda NATO ve ABD askerleri işledikleri suçlar karşısında Türk yargısının önüne çıkartılamadı.
"Millet iradesini ve egemenliğini yabancılar karşısında kullanamaz."
Türk Milleti yabancılar karşısında iradesini ve egemenliğini kullanamayacak duruma düşürüldü.
Bunları okuyunca aklımıza şu yaşamsal soruların gelmesi kaçınılmazdır. Bir devlet nasıl olur da böylesine sefil bir duruma düşürülür? Bir devlet neden bağımsızlığını yitirir, uğradığı bu trajik durumun sebebi nedir?
Yanıtımız şudur: Bu düşüşün ana sebebi milletin kendi iradesine ve kendi egemenliğine sahip olmamasıdır, irade ve egemenliğin şunun bunun eline geçip yabancı güçlerin yararına kullanılmasıdır.
Sonuç olarak: Türkiye Cumhuriyeti deyince, onu daima iki temeli ile birlikte düşüneceğiz: Milli Egemenlik, Tam Bağımsızlık…
Devletimiz ancak bu ikisi varsa bağımsızdır, yoksa da çökme yolundadır.
Yurtseverlik; devletinin yalnızca topraklarına, bayrağına, sınırlarına sahip çıkmaktan ibaret değildir. Bir yurtsever bunların yanı sıra milli iradeye ve milli egemenliğe, ülkenin ekonomisine, maliyesine, ordusuna, adalet kurumlarına, kültürüne de, yer altı ve yer üstü kaynaklarına da, kara sularına ve kıyılarına da kısacası tam bağımsızlığına sahip çıkar. Bu yüksek değerlere yönelen her türlü yabancı müdahalesini şiddetle reddeder, fiilen karşı çıkar. Ülkeyi yönetenlerden de aynı tutumu bekler, gerektiğinde hesap sorar. Egemenliğini kendi elinde tutmayan veya tutamayan bir millet, kaçınılmaz olarak bağımsızlığını da kaybetmeye mahkûmdur.
Bu sonuç, bilimsel yasa kesinliğindedir. Ne büyük bir hüsrandır ki, Atatürk'ün iki sağlam temel üzerinde özenle kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, bugün yaşamsal temellerden yoksun bırakılmış bir durumdadır. Atatürk ne mesaj yollamıştı Lozan'a?
Öyleyse hep birlikte haykıralım: "Aşağılanarak ölmektense, onurumuzla ölmeyi yeğleriz!"
Günümüzde de Sayın Prof. Dr. Haydar Baş'ın MİLLİ EKONOMİ MODELİ'inde belirttiği gibi, "Milli Ekonomi Modeli ülkelerin kalkınmasının, ekonomik bağımsızlığının yegâne yoludur. Bunun için de Türk ulusunun maddi ve manevi tüm güçlerinin, gençliğinin bu hedefe seferber edilmesi gerekli ve zorunludur.
Kaynaklar:
https://atam.gov.tr/wp-content/uploads/S%C3%96YLEV-ORJ%C4%B0NAL.pdf
http://www.cihandura.com/tr/makale/-ATATURKCU-OGRETIDE-TAM-BAGIMSIZLIK-KAVRAMI643
http://www.guncelmeydan.com/pano/tam-bagimsizlik-nedir-prof-dr-cihan-dura-t37597.html
1921 (Nutuk II, S. 623-624)
Hüseyin Erikli Em. Öğrt. (Özel çalışma notları ve kaynakları)
- Atatürk ve tam bağımsızlık / 16.05.2020
- Mustafa Kemal gözüyle ‘zulüm' ve 'mazlumlar dünyası' / 06.05.2020
- Tam bağımsız Türkiye ve Ehlibeyt yolu / 30.04.2020