Anadolu’muz Ehl-i Beyt nefesiyle medeniyet oldu
Günümüz şartlarında biz Müslüman Türk milleti olarak bilhassa Hacı Bektâş’ın yaşadığı bu coğrafyada şunu çok iyi bilmemiz lazım
01.10.2024 18:18:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Günümüz şartlarında biz Müslüman Türk milleti olarak bilhassa Hacı Bektâş'ın yaşadığı bu coğrafyada şunu çok iyi bilmemiz lazım.
Bu coğrafyanın insanları; Süryanidir, Keldanidir, Rumdur, Yahudidir; şudur, budur…
Hacı Bektâş ve arkadaşlarından daha önce de aslında Büyük Selçuklular döneminde 1071'de Alparslan'ın Anadolu kapılarını Müslüman Türklere açmasından sonra bu coğrafyaya Müslüman Türkler gelmiştir. Alparslan'ın 50 bin kişilik ordusunda 10 bin tane dervişan, ağzı dualı insan mevcuttu.
Hacı Bektâş 1200 yılında dünyaya teşrif etti. Takriben 30 yıl sonra Ahmed Yesevi Hazretleri 30 bin insanla Hacı Bektâş'ı bu coğrafyaya gönderdi. Onunla birlikte Türkler hem o cihetten hem de Büyük Selçuklular'la beraber Anadolu'ya girdiler. Anadolu'da Türk-İslam medeniyetini kurdular.
Bu coğrafyada yaşayan insanların tamamı -hangi ırktan olursa olsun- Müslüman Türk kimliğini kabul etmiş ve de Ehl-i Beyt nefesi ile Müslüman olmuşlardır.
Yardımlaşmayı Müslüman Türklerden görmüşlerdir. Dostluğu, arkadaşlığı, kardeşliği Müslüman Türklerden gördüler. Düşenin elinden tutmayı Müslüman Türklerden öğrendiler. Fakire-fukaraya destek olmayı, hayır-hasenatta bulunmayı Müslüman Türklerden gördüler.
Onun için de hiç bir zorlama olmadan bu coğrafyada yaşayanların tamamı veya tamamına yakını Müslüman oldu. Bu tarihin hiç bir döneminde olmuş bir hadise değildir. Biz "Türk oğlu Türk"üz dediler.
Bugünkü savaş, dinler arası diyalog yolu ile bu coğrafyada geçmişte Müslüman olanların torunlarına yöneliktir. Bakın sizin aslınız Türk değildir, eğer Müslümanlıktan çıkar Hıristiyan olursanız o zaman siz Süryani olduğunuzu, Rum olduğunuzu anlayacak, Türk olmadığınızı göreceksiniz. Diyalogun asıl maksadı budur. Bu oyunu biz bozduk, devam etmeye var mısınız?
Bir misal vereceğim: Mesela, benim vilayetimde, Trabzon'un Çaykara İlçesinde -Çaykara ki, bizim en dindar coğrafyalarımızdan bir tanesidir- Kayserili bir iş adamı arkadaşım otelde bir yer ayırtırken, "Siz nerelisiniz?" diye görevliye soruyor.
Görevli, "Ben Pontus'um" diye cevap veriyor. Arkadaşımız bakkala sorduğunda, o da "Ben Pontus'um" diye cevap veriyor. Daha sonra gelerek bu olayı hayretler içinde bize anlattı. Bu olay dinler arası diyalogun en yoğun olduğu dönemde gerçekleşti.
Bu oyun milletimizi İslam'dan ve Türklükten çıkartma, bu coğrafyayı paramparça etme savaşıdır. Biz bu savaşta sizlerle sancağı aldık, burca doğru koşuyoruz.
İMAN VE İSLAM ESASLARIMIZ AYNI
Birlik konusu ile konuşmama son vereceğim... Kardeşlerim! Niçin biz beraberiz? Biz aynı Allah'a ve aynı Peygambere inanıyoruz. Aynı Kitaba inanıyoruz, kıblemiz aynı, değişen bir şey yok. İman esaslarımız aynı, amel esaslarımız aynı, takva ve zühd kurallarımız aynı.
Şimdi gerek Alevilikte, gerek Caferilikte, gerekse de Sünnilikte iman konusundaki maddelere kısaca bir bakalım:
Sünniler için iman,
1. Allah'ın varlığına, birliğine iman etmek.
2. Meleklerine iman etmek.
3. Kitaplarına iman etmek.
4. Peygamberlere iman etmek.
5. Ahiret gününe, ölümden sonra dirilmeye iman etmek.
6. Hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna iman etmektir.
TÜM GAYRETİMİZ BİRLİK VE KARDEŞLİK İÇİN
Şia'nın iman esasları:
1. Tevhid yani Allah'ın birliğine ve eşi ve benzeri olmadığına iman etmek.
2. Allah'ın Peygamberine ve peygamberlerine iman etmek.
3. Mead; ölümden sonra dirilmeye, kıyamet gününe ve yaptıklarından hesaba çekileceğine iman etmek.
4. Adalet, Allah-u Te'alâ'nın âdil ve tek yaratıcı olduğuna, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna, yani hayrı da yaratanın Allah, şerri de yaratanın Allah olduğuna inanmak.
Burada bir incelik var. İmam Câfer Hazretleri (a.s.) diyor ki: "Hayrı Allah yaratır, şeytan kulun şerri kesbetmesine (kazanmasına) vesile olur. Ama yaratıcı yine Allah'tır." (Geniş bilgi için bkz. Kuleyni, El-Kafi; Şeyh Saduk, Men La Yehzaruhu'l Fakih; Tusî, Tehzibu'l Ahkâm; Tusî, el-İstibsar).
Sünnilik ve Alevilik arasında sadece imamet konusunda bir fark söz konusudur.
Aleviliğe göre imam, Hazreti Ali'dir (a.s.). Ben de şimdi diyorum ki gerek Sünniler, gerekse Şiiler zaten velayetin başının İmam Ali (a.s.) olduğunu kabul etmektedirler. Onun için biz bu kuralla beraber de -inşallah- bu ayrılığı ortadan kaldırdık. Mesela, Sünni bir derviş arkadaşımıza gidin, İmam Ali'yi tanıtırken "Şah-ı Velayet" diye tanıtır. İş bitmiştir. Velayetin Şahı olduktan sonra başka şeye gerek kalmıyor.
Sünni görüşe göre İslam'ın şartları, "Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek ve Kelime-i Şehadet getirmektir."
Aleviliğe göre İslam'ın şartları ise, "namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, humus, cihad, emr-i bi'l ma'ruf neyh-i ani'l münker, tevella (Allah'ın sevdiğini sevmek), teberra -Allah'ın düşmanına düşman olmak-tır.
Sünnilikle Aleviliğin iman esasları arasında bir fark var mı? Hatta bana sorarsanız, Şia biraz daha katı. Öyle değil mi? Takvada, zühdde daha ileri, öyle değil mi?" (Prof. Dr. Haydar Baş'ın Nevşehir'in Hacıbektaş İlçesi'nde Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi'nde düzenlenen "4. Birlik ve Beraberliğimiz için Ehl-i Beyt Sempozyumu"nun kapanış konuşmasından)
Bu coğrafyanın insanları; Süryanidir, Keldanidir, Rumdur, Yahudidir; şudur, budur…
Hacı Bektâş ve arkadaşlarından daha önce de aslında Büyük Selçuklular döneminde 1071'de Alparslan'ın Anadolu kapılarını Müslüman Türklere açmasından sonra bu coğrafyaya Müslüman Türkler gelmiştir. Alparslan'ın 50 bin kişilik ordusunda 10 bin tane dervişan, ağzı dualı insan mevcuttu.
Hacı Bektâş 1200 yılında dünyaya teşrif etti. Takriben 30 yıl sonra Ahmed Yesevi Hazretleri 30 bin insanla Hacı Bektâş'ı bu coğrafyaya gönderdi. Onunla birlikte Türkler hem o cihetten hem de Büyük Selçuklular'la beraber Anadolu'ya girdiler. Anadolu'da Türk-İslam medeniyetini kurdular.
Bu coğrafyada yaşayan insanların tamamı -hangi ırktan olursa olsun- Müslüman Türk kimliğini kabul etmiş ve de Ehl-i Beyt nefesi ile Müslüman olmuşlardır.
Yardımlaşmayı Müslüman Türklerden görmüşlerdir. Dostluğu, arkadaşlığı, kardeşliği Müslüman Türklerden gördüler. Düşenin elinden tutmayı Müslüman Türklerden öğrendiler. Fakire-fukaraya destek olmayı, hayır-hasenatta bulunmayı Müslüman Türklerden gördüler.
Onun için de hiç bir zorlama olmadan bu coğrafyada yaşayanların tamamı veya tamamına yakını Müslüman oldu. Bu tarihin hiç bir döneminde olmuş bir hadise değildir. Biz "Türk oğlu Türk"üz dediler.
Bugünkü savaş, dinler arası diyalog yolu ile bu coğrafyada geçmişte Müslüman olanların torunlarına yöneliktir. Bakın sizin aslınız Türk değildir, eğer Müslümanlıktan çıkar Hıristiyan olursanız o zaman siz Süryani olduğunuzu, Rum olduğunuzu anlayacak, Türk olmadığınızı göreceksiniz. Diyalogun asıl maksadı budur. Bu oyunu biz bozduk, devam etmeye var mısınız?
Bir misal vereceğim: Mesela, benim vilayetimde, Trabzon'un Çaykara İlçesinde -Çaykara ki, bizim en dindar coğrafyalarımızdan bir tanesidir- Kayserili bir iş adamı arkadaşım otelde bir yer ayırtırken, "Siz nerelisiniz?" diye görevliye soruyor.
Görevli, "Ben Pontus'um" diye cevap veriyor. Arkadaşımız bakkala sorduğunda, o da "Ben Pontus'um" diye cevap veriyor. Daha sonra gelerek bu olayı hayretler içinde bize anlattı. Bu olay dinler arası diyalogun en yoğun olduğu dönemde gerçekleşti.
Bu oyun milletimizi İslam'dan ve Türklükten çıkartma, bu coğrafyayı paramparça etme savaşıdır. Biz bu savaşta sizlerle sancağı aldık, burca doğru koşuyoruz.
İMAN VE İSLAM ESASLARIMIZ AYNI
Birlik konusu ile konuşmama son vereceğim... Kardeşlerim! Niçin biz beraberiz? Biz aynı Allah'a ve aynı Peygambere inanıyoruz. Aynı Kitaba inanıyoruz, kıblemiz aynı, değişen bir şey yok. İman esaslarımız aynı, amel esaslarımız aynı, takva ve zühd kurallarımız aynı.
Şimdi gerek Alevilikte, gerek Caferilikte, gerekse de Sünnilikte iman konusundaki maddelere kısaca bir bakalım:
Sünniler için iman,
1. Allah'ın varlığına, birliğine iman etmek.
2. Meleklerine iman etmek.
3. Kitaplarına iman etmek.
4. Peygamberlere iman etmek.
5. Ahiret gününe, ölümden sonra dirilmeye iman etmek.
6. Hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna iman etmektir.
TÜM GAYRETİMİZ BİRLİK VE KARDEŞLİK İÇİN
Şia'nın iman esasları:
1. Tevhid yani Allah'ın birliğine ve eşi ve benzeri olmadığına iman etmek.
2. Allah'ın Peygamberine ve peygamberlerine iman etmek.
3. Mead; ölümden sonra dirilmeye, kıyamet gününe ve yaptıklarından hesaba çekileceğine iman etmek.
4. Adalet, Allah-u Te'alâ'nın âdil ve tek yaratıcı olduğuna, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna, yani hayrı da yaratanın Allah, şerri de yaratanın Allah olduğuna inanmak.
Burada bir incelik var. İmam Câfer Hazretleri (a.s.) diyor ki: "Hayrı Allah yaratır, şeytan kulun şerri kesbetmesine (kazanmasına) vesile olur. Ama yaratıcı yine Allah'tır." (Geniş bilgi için bkz. Kuleyni, El-Kafi; Şeyh Saduk, Men La Yehzaruhu'l Fakih; Tusî, Tehzibu'l Ahkâm; Tusî, el-İstibsar).
Sünnilik ve Alevilik arasında sadece imamet konusunda bir fark söz konusudur.
Aleviliğe göre imam, Hazreti Ali'dir (a.s.). Ben de şimdi diyorum ki gerek Sünniler, gerekse Şiiler zaten velayetin başının İmam Ali (a.s.) olduğunu kabul etmektedirler. Onun için biz bu kuralla beraber de -inşallah- bu ayrılığı ortadan kaldırdık. Mesela, Sünni bir derviş arkadaşımıza gidin, İmam Ali'yi tanıtırken "Şah-ı Velayet" diye tanıtır. İş bitmiştir. Velayetin Şahı olduktan sonra başka şeye gerek kalmıyor.
Sünni görüşe göre İslam'ın şartları, "Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek ve Kelime-i Şehadet getirmektir."
Aleviliğe göre İslam'ın şartları ise, "namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, humus, cihad, emr-i bi'l ma'ruf neyh-i ani'l münker, tevella (Allah'ın sevdiğini sevmek), teberra -Allah'ın düşmanına düşman olmak-tır.
Sünnilikle Aleviliğin iman esasları arasında bir fark var mı? Hatta bana sorarsanız, Şia biraz daha katı. Öyle değil mi? Takvada, zühdde daha ileri, öyle değil mi?" (Prof. Dr. Haydar Baş'ın Nevşehir'in Hacıbektaş İlçesi'nde Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi'nde düzenlenen "4. Birlik ve Beraberliğimiz için Ehl-i Beyt Sempozyumu"nun kapanış konuşmasından)