Wikileaks belgelerinde, kendi coğrafyasına füze kalkanının kurulmasını bizzat Türkiye’nin talep ettiği belirtilmişti. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, son Türkiye ziyaretinde Suriye’ye müdahale konusunda Türkiye’nin özgür bir ülke olduğunu, kendi kararını kendisinin vereceğini ifade etmişti.
ABD kaynaklı bu ve benzeri açıklamalardan anlaşılıyor ki, Türkiye’nin İslam ülkeleriyle kapışması ve bunu “görüntü olarak” kendi isteğiyle yapması isteniyor. Tabi, bu açıklamaların öncesinde ve sonrasında yapılan ziyaretlerden, aba altından gösterilen sopalardan, perde arkasında çekilen kulaklardan, her türlü tehdit ve şantajlardan bahseden yok.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, hiçbir ülke -buna Türkiye de dahil- kendisini hedefe oturtacak bir füze kalkanını ya da komşusuyla savaşmasına neden olacak bir adım atmayı kendi isteğiyle asla istemez.
Türk siyasiler her ne kadar taşeronlukta zirve yapmış olsalar da, dikkat ederseniz, oldukça önemli tehdit ve şantajlar yaşanıyor.
Örneğin soykırım meselesi… Her yıl 24 Nisan yaklaştığında ABD Başkanı soykırım diyecek mi demeyecek mi tartışmaları yapılıyor, Türkiye’den taviz üstüne taviz kopartılıyor ve Başkan her türlü hakareti yapmasına rağmen soykırımı yine es geçiveriyor.
Bu en büyük taviz koparma mekanizmasını devre dışı bırakmıyor, bir sonraki seneye yeniden gündeme getirmek için rafa kaldırıyor.
Bu sayede adamlar yıllardır İncirlik Üssü’nün süresini uzatıp durdular.
Diğer sopa ise ekonomi… IMF ve Dünya Bankası kanalıyla Türkiye’ye cari açığı doğal olarak artırıcı adımlar attırıyorlar, Türkiye bu açığı kapatmak için Batılı ülkelere el açtığında ise yine taviz üstüne taviz kopartıyorlar.
Bir önemli konu da siyasi irade üzerinde kurulan baskı…
ABD, Türkiye’de kendi adına iş yaptırabileceği siyasi iradeyi her türlü kanalı kullanarak iktidara taşıyor. Milyarlarca dolar para seçim öncesi ülkeye akıyor, Soros fonları bütün basın ve medya köşe taşlarını tutuyor, kılcal damarlara kadar yerleştirilen ajanlar fısıltı gazetesini devreye koyarak gündemi oluşturuyor…
Ve netice, kandırılan millet ve ABD adına iş yapacak siyasilerin iş başına geçmesi…
Bu şekilde, yani ABD’nin taşıma suyuyla değirmenini döndüren siyasiler ABD adına iş yapma konusunda sapma gösterdikleri anda, onlara o koltuğa nasıl oturtulduğu sık sık hatırlatılıyor, “deliğe süpürme” muhabbetleri yapılıyor, alternatifler sürekli gündemde tutuluyor. Bütün bunlar siyasi irade üzerinde baskı oluşturuyor.
Yani ne Wikileaks belgelerinin iddia ettiği gibi Türkiye füze kalkanını kendisi talep ediyor, ne de Suriye ve İran konusunda Türkiye özgür bir ülke…
Peki, ABD’nin bu tür açıklamalarla muradı nedir, niçin böyle bir yöntem uyguluyor?
İslam ülkeleri ABD ve İsrail kaynaklı bir taarruza maruz kaldıklarında bir şekilde gardlarını alıyorlar ve bu ABD için pahalıya mal oluyor. Bir de Suriye ve İran konusunda Rusya ve Çin’in net duruşu onları endişelendiriyor. Ayrıca Türkiye’nin kendi isteğiyle bu tür eylemleri yapıyor gözükmesinin, İslam dünyasını daha kolay parçalayacağını, Türkiye’nin Sünni dünyayı temsil etmesi hasebiyle, Şii-Sünni çatışmasına zemin hazırlayacağını düşünüyorlar.
Mezhepsel ya da etnik bir çatışma ülkelerle sınırlı kalmayıp tüm İslam coğrafyasına sıçrayacağından, bu şekilde arzı mevut projesini daha kolay hayata geçireceklerini tahmin ediyorlar.
Umarız ki Türk siyasiler bu yanlıştan döner ve Türkiye daha büyük bir bataklığın içine sürüklenmez.
ABD kaynaklı bu ve benzeri açıklamalardan anlaşılıyor ki, Türkiye’nin İslam ülkeleriyle kapışması ve bunu “görüntü olarak” kendi isteğiyle yapması isteniyor. Tabi, bu açıklamaların öncesinde ve sonrasında yapılan ziyaretlerden, aba altından gösterilen sopalardan, perde arkasında çekilen kulaklardan, her türlü tehdit ve şantajlardan bahseden yok.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, hiçbir ülke -buna Türkiye de dahil- kendisini hedefe oturtacak bir füze kalkanını ya da komşusuyla savaşmasına neden olacak bir adım atmayı kendi isteğiyle asla istemez.
Türk siyasiler her ne kadar taşeronlukta zirve yapmış olsalar da, dikkat ederseniz, oldukça önemli tehdit ve şantajlar yaşanıyor.
Örneğin soykırım meselesi… Her yıl 24 Nisan yaklaştığında ABD Başkanı soykırım diyecek mi demeyecek mi tartışmaları yapılıyor, Türkiye’den taviz üstüne taviz kopartılıyor ve Başkan her türlü hakareti yapmasına rağmen soykırımı yine es geçiveriyor.
Bu en büyük taviz koparma mekanizmasını devre dışı bırakmıyor, bir sonraki seneye yeniden gündeme getirmek için rafa kaldırıyor.
Bu sayede adamlar yıllardır İncirlik Üssü’nün süresini uzatıp durdular.
Diğer sopa ise ekonomi… IMF ve Dünya Bankası kanalıyla Türkiye’ye cari açığı doğal olarak artırıcı adımlar attırıyorlar, Türkiye bu açığı kapatmak için Batılı ülkelere el açtığında ise yine taviz üstüne taviz kopartıyorlar.
Bir önemli konu da siyasi irade üzerinde kurulan baskı…
ABD, Türkiye’de kendi adına iş yaptırabileceği siyasi iradeyi her türlü kanalı kullanarak iktidara taşıyor. Milyarlarca dolar para seçim öncesi ülkeye akıyor, Soros fonları bütün basın ve medya köşe taşlarını tutuyor, kılcal damarlara kadar yerleştirilen ajanlar fısıltı gazetesini devreye koyarak gündemi oluşturuyor…
Ve netice, kandırılan millet ve ABD adına iş yapacak siyasilerin iş başına geçmesi…
Bu şekilde, yani ABD’nin taşıma suyuyla değirmenini döndüren siyasiler ABD adına iş yapma konusunda sapma gösterdikleri anda, onlara o koltuğa nasıl oturtulduğu sık sık hatırlatılıyor, “deliğe süpürme” muhabbetleri yapılıyor, alternatifler sürekli gündemde tutuluyor. Bütün bunlar siyasi irade üzerinde baskı oluşturuyor.
Yani ne Wikileaks belgelerinin iddia ettiği gibi Türkiye füze kalkanını kendisi talep ediyor, ne de Suriye ve İran konusunda Türkiye özgür bir ülke…
Peki, ABD’nin bu tür açıklamalarla muradı nedir, niçin böyle bir yöntem uyguluyor?
İslam ülkeleri ABD ve İsrail kaynaklı bir taarruza maruz kaldıklarında bir şekilde gardlarını alıyorlar ve bu ABD için pahalıya mal oluyor. Bir de Suriye ve İran konusunda Rusya ve Çin’in net duruşu onları endişelendiriyor. Ayrıca Türkiye’nin kendi isteğiyle bu tür eylemleri yapıyor gözükmesinin, İslam dünyasını daha kolay parçalayacağını, Türkiye’nin Sünni dünyayı temsil etmesi hasebiyle, Şii-Sünni çatışmasına zemin hazırlayacağını düşünüyorlar.
Mezhepsel ya da etnik bir çatışma ülkelerle sınırlı kalmayıp tüm İslam coğrafyasına sıçrayacağından, bu şekilde arzı mevut projesini daha kolay hayata geçireceklerini tahmin ediyorlar.
Umarız ki Türk siyasiler bu yanlıştan döner ve Türkiye daha büyük bir bataklığın içine sürüklenmez.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Küresel kumar masasında Türkiye / 12.06.2024
- ‘Resmi’ işsizlik azalıyor, ‘hissedilen’ işsizlik artıyor / 11.06.2024
- Buğday üreticisiyle resmen dalga geçiliyor! / 08.06.2024
- Hem AB, hem BRICS olabilir mi? / 07.06.2024
- AB sürecinde sorun bekletende değil, bekleyende! / 01.06.2024
- ABD’nin BM’de veto hakkı iptal edilmelidir / 31.05.2024
- Hükümetin ‘yeni anayasa’dan maksadı nedir? / 29.05.2024
- Açlık sınırı ‘ulaşılamayan’ hedef oldu / 28.05.2024
- Şimşek’in programı vatandaşa zarar! / 25.05.2024
- Dünya savaşa sürükleniyor Türkiye ne yapmalı? / 24.05.2024
- ‘Resmi’ işsizlik azalıyor, ‘hissedilen’ işsizlik artıyor / 11.06.2024
- Buğday üreticisiyle resmen dalga geçiliyor! / 08.06.2024
- Hem AB, hem BRICS olabilir mi? / 07.06.2024
- AB sürecinde sorun bekletende değil, bekleyende! / 01.06.2024
- ABD’nin BM’de veto hakkı iptal edilmelidir / 31.05.2024
- Hükümetin ‘yeni anayasa’dan maksadı nedir? / 29.05.2024
- Açlık sınırı ‘ulaşılamayan’ hedef oldu / 28.05.2024
- Şimşek’in programı vatandaşa zarar! / 25.05.2024
- Dünya savaşa sürükleniyor Türkiye ne yapmalı? / 24.05.2024