E-Posta: alperen_polat@mynet.comAB şaşırtmadı... Beklediğimiz üzere Türkiye'ye müzakere tarihi vermedi. Aslında hükümet bunu beklemiyordu ama en azından randevu tarihi bekliyordu. AB randevu tarihini verdi vermesine ama... Hem çok geç, hem de şartlı...
3 Kasım seçimlerinden sonra tek başına iktidar olan AK Parti döneminde öyle bir AB rüzgarı estirildi ki, bir önceki dönemde, AB mahdumu Mesut Yılmaz bile böyle bir rüzgar estirememişti.
Türk kamuoyu ciddi anlamda bir havaya sokuldu. Hiçbir dönemde AB için bu kadar olumlu hava estirilmemişti. Bu operasyonunun katalizörü görevindeki aydınların (!) yaptıkları yadsınamaz elbette. Bu aydınların ifâ ettiği en önemli misyon; Türk halkında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bir engel ve baş ağrısı olduğu intibaını uyandırmaktı. Bu misyonda her ne kadar başarılı olduklarını zannetseler de yanılıyorlar...
Danimarka Başbakanı Rasmussen'in; Avrupa Komisyonu'nun Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini yerine getirdiğine inanması halinde, 2004 Aralık ayında Türkiye ile müzakerelere başlama kararının değerlendirileceği açıklamasını iyi tahlil etmek gerekiyor.
60 küsur yıldır, hiçbir konuda inandıramadığımız Avrupa'yı, böyle bir ortamda inandırabileceğimizi kim garanti edebilir. "İnandırmak" soyut bir kavram. Bunu ölçmenin, değerlendirmenin somut hiçbir ölçeği bulunmuyor. Kısacası bu kelimeyle beraber bir kez daha Avrupa'nın vicdanına mahkum edildiğimiz söylenebilir.
Fransa, özellikle de Almanya'nın Türkiye'ye bakışı hayli önemli. Çünkü Almanya'nın ABD için ifade ettiği anlam, Türkiye AB ilişkilerinin seyrini tayin ediyor. ABD Türkiye için bastırtıkça, Almanya direniyor. Bu direniş ve engelleyiş, bu baskı ve ortaklık sürdüğü müddetçe devam edecektir de. Nitekim Türkiye'ye verilen "2004 Aralık şartlı randevu tarihi" de, Almanya'nın dediğinin olduğunu gösteriyor.
Öte yandan, randevu tarihinin 2004 Mayıs'ından sonra olması da ayrı bir anlam ifade ediyor. Çünkü 2004 Mayıs'ından sonra AB artık 10 yeni üye ile, 25 üyeli bir birlik olacak. Kıbrıs Rum Kesimi'nin de aralarında bulunduğu 10 yeni üyenin karar mekanizmasına girmesiyle, Türkiye'nin kaderini 25 üye ülke belirleyecek. Her ne kadar yeni üyeler, Türkiye'nin üyeliğini veto etmeyeceklerini garanti etseler de, bu garantinin bağlayıcı olmadığı ve sadece Rum Kesimi'nin bile bu işi engelleyebilme yetisi olduğu aşikâr.
Türkiye'de AB ilişkileri her geçen gün bir öncekinden daha kötü bir hale geliyor. Dün AB'ye karşı daha rahatken, bugün tam anlamıyla AB vicdanına mahkûm olduk.
Türkiye'deki idareciler ve bir takım AB aydınları, Avrupa'nın gerçek niyetini, AB'nin gerçek lider ülkesinin kim olduğunu, ABD'nin Türkiye'nin AB'ye girmesini neden bu kadar istediğini ve Huntington'ın "Medeniyetler Çatışması" tezinin bugünkü anlamını kavrayamadığı sürece "AB vicdanına mahkumiyet" devam edecektir.
(Not: Huntington'ın "Medeniyetler Çatışması" tezinin bugün ne anlam ifade ettiğine dair yazımız önümüzdeki günlerde yayınlanacaktır.)
3 Kasım seçimlerinden sonra tek başına iktidar olan AK Parti döneminde öyle bir AB rüzgarı estirildi ki, bir önceki dönemde, AB mahdumu Mesut Yılmaz bile böyle bir rüzgar estirememişti.
Türk kamuoyu ciddi anlamda bir havaya sokuldu. Hiçbir dönemde AB için bu kadar olumlu hava estirilmemişti. Bu operasyonunun katalizörü görevindeki aydınların (!) yaptıkları yadsınamaz elbette. Bu aydınların ifâ ettiği en önemli misyon; Türk halkında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bir engel ve baş ağrısı olduğu intibaını uyandırmaktı. Bu misyonda her ne kadar başarılı olduklarını zannetseler de yanılıyorlar...
Danimarka Başbakanı Rasmussen'in; Avrupa Komisyonu'nun Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini yerine getirdiğine inanması halinde, 2004 Aralık ayında Türkiye ile müzakerelere başlama kararının değerlendirileceği açıklamasını iyi tahlil etmek gerekiyor.
60 küsur yıldır, hiçbir konuda inandıramadığımız Avrupa'yı, böyle bir ortamda inandırabileceğimizi kim garanti edebilir. "İnandırmak" soyut bir kavram. Bunu ölçmenin, değerlendirmenin somut hiçbir ölçeği bulunmuyor. Kısacası bu kelimeyle beraber bir kez daha Avrupa'nın vicdanına mahkum edildiğimiz söylenebilir.
Fransa, özellikle de Almanya'nın Türkiye'ye bakışı hayli önemli. Çünkü Almanya'nın ABD için ifade ettiği anlam, Türkiye AB ilişkilerinin seyrini tayin ediyor. ABD Türkiye için bastırtıkça, Almanya direniyor. Bu direniş ve engelleyiş, bu baskı ve ortaklık sürdüğü müddetçe devam edecektir de. Nitekim Türkiye'ye verilen "2004 Aralık şartlı randevu tarihi" de, Almanya'nın dediğinin olduğunu gösteriyor.
Öte yandan, randevu tarihinin 2004 Mayıs'ından sonra olması da ayrı bir anlam ifade ediyor. Çünkü 2004 Mayıs'ından sonra AB artık 10 yeni üye ile, 25 üyeli bir birlik olacak. Kıbrıs Rum Kesimi'nin de aralarında bulunduğu 10 yeni üyenin karar mekanizmasına girmesiyle, Türkiye'nin kaderini 25 üye ülke belirleyecek. Her ne kadar yeni üyeler, Türkiye'nin üyeliğini veto etmeyeceklerini garanti etseler de, bu garantinin bağlayıcı olmadığı ve sadece Rum Kesimi'nin bile bu işi engelleyebilme yetisi olduğu aşikâr.
Türkiye'de AB ilişkileri her geçen gün bir öncekinden daha kötü bir hale geliyor. Dün AB'ye karşı daha rahatken, bugün tam anlamıyla AB vicdanına mahkûm olduk.
Türkiye'deki idareciler ve bir takım AB aydınları, Avrupa'nın gerçek niyetini, AB'nin gerçek lider ülkesinin kim olduğunu, ABD'nin Türkiye'nin AB'ye girmesini neden bu kadar istediğini ve Huntington'ın "Medeniyetler Çatışması" tezinin bugünkü anlamını kavrayamadığı sürece "AB vicdanına mahkumiyet" devam edecektir.
(Not: Huntington'ın "Medeniyetler Çatışması" tezinin bugün ne anlam ifade ettiğine dair yazımız önümüzdeki günlerde yayınlanacaktır.)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012