Türk Milli futbol takımı Dünya Kupası'nda grubundaki ilk maçına bugün çıkıyor.
Doğrusu maçın sonucundan kendi adıma fazlaca bir kaygı duymuyorum. Futbolumuzdaki gelişme şayet inanç motivasyonuyla beslenebilirse, Senegal'in Fransa sürprizine bizde Brezilya ile imza atabiliriz.
Benim endişem Mesut Yılmaz ve TÜSİAD'la ilgili...
Allah muhafaza milli takımımız kötü bir sonuçla sahadan ayrılırsa, Yılmaz-TÜSİAD ve şürekası mağbuliyetin nedenini AB'ye giremeyişimize bağlayabilirler.
Aslında ben Yılmaz ve TÜSİAD'ın yerinde olsam maçın sonucunu beklemeden gazetelere Yılmaz adına bir demeç, TÜSİAD adına da şöyle bir ilan verirdim:
"Futbolumuzun geleceği AB'dedir. Futbolda yaşadığımız sıkıntılar, hazırlık maçlarındaki mağlubiyet krizleri, AB'ne girmemize engel olunulmasından kaynaklanmaktadır."
Hatta ilanın veya demecin neyse, sonuna da dramatik bir final yazardım:
"Kimsenin Türkiye'nin geleceğiyle oynamaya hakkı yoktur."
Yazdıklarımızın şaka olduğunu ya da Pazartesi neşesi olduğunu sakın zannetmeyin. Ben şahsen böyle bir tavrı özellikle Yılmaz'dan bekliyorum. Kim bilir belkide şu makalenin yayınlandığı bugün, özellikle maçtan sonra futbolla yakından ilgili başbakan yardımcımız, yukarıda bahsettiğimiz demeci patlatı verir.
Açı farkı 180 derece
Doğrusu AB ile ilgili gelişmeleri büyük bir ibretle izliyoruz. Yılmaz'ın neredeyse Türkiye'nin son 15 yılında kendisi yokmuş gibi bir tavırla, yaşadığımız ekonomik krizleri AB'ye giremeyişimize bağlamasına ne denilir bilemiyorum. Ama şu tespiti de yapmakta da zorlanmıyorum.
"AB aslında tükenişin diğer adıdır..."
Türk halkıyla arasındaki açı farkı 180 dereceye ulaşanlar, içerde ne söylerse vatandaşın samimiyet testinden sıfır çekecek olanlar, şimdi kapağı dışarıya atıverdiler. İçeride bulamadıkları ikbali ve itibarı Avrupa'nın kapılarında arıyorlar...
Oysa hemen şunu da ekleyelim ki Türkiye, Avrupa kapılarında bekleyecek kadar küçük ve onursuz bir ülke değildir.
AB'ye girmezsek Türkiye batar psikolojisi, hem bunu söyleyen siyaset sınıfının topyekün iflasıdır hem de bu ülke insanının geçmişinden bir nebze olsun haberdar olamamaktır.
Tarih, ah tarih...
İşin nasipsizliği bir yana, 1838 İngiliz-Osmanlı serbest ticaret anlaşmasıyla Türk ekonomisinin nasıl çöktüğünü anlamak için, tarihe şöyle bir ibret gözüyle dahi bakmak yeter.
Sömürge altınlarıyla güçlenmiş ve neredeyse sıfır gümrükle donatılmış İngiliz mallarının, Osmanlının henüz palazlanma aşamasındaki sanayisini nasıl yoketiğini tarih bize rakamlarıyla anlatıyor. Ne kadar ilginçtir ki gümrük birliğinden bu ülke saniyinin kaybıda, 70 Milyar dolara ulaşmıştır.
DYP Genel Başkanın engin ferasetiyle imzaladığımız ve AB'ye girmeden Gümrük Birliği'ne giren tek ülke rekoruna sahip sanayimiz, şimdi ve tıpkı 1838 İngiliz-Osmanlı serbest ticaret anlaşmasından sonra olduğu gibi çökme aşamasında bulunmaktadır.
Siz bakmayın TÜSİAD'ın sanayici ve iş adamı kılığıyla gazeteler verdiği ilanlara...
TÜSİAD'ın zenginleri artık ve sadece birer taşerondur, sanayici değil. Onlar şimdi yabancı firmaların Türkiye mümessili kartvizitinden başka bir kimlik taşıyamıyorlar.
Öyle olmasa hangi sanayici kaybedeceği başından belli, üstelik kendi ülkesinde bir rekabeti destekler. Maalesef bugün TÜSİAD AB bayraktarlığı yaparken aslında, yabancı sahipleri adına konuşmaktadır. Yoksa yerli ve milli sanayi adına değil...
AB taşeronu, ANAP
Mesut Yılmaz'da öyle değil mi?
Bir zamanlar müteahhit partisi olan ANAP, şimdi AB taşeronluğuna sınıf atlamış durumda. Yılmaz "dışarının içerideki sesi" rekabetini, Sayın Derviş'le bu sıfatla yaşıyor.
Yılmaz, AB'yi bir iman gibi ortaya koyarken hiç değilse kendi içinde tutarlı bir ilke olarak, bir ideale inanmış bir genel başkan olarak hareket etmemektedir. Onun oyunu yukarıda bahsettiğimiz misyondur ve de baraj altı korkusudur. Başkada bir şey değil.
Bu arada ülke, ekonomi, tarih, gelecek elden gidiyormuş, bunlar o kadar da önemli değil...
Yılmaz'ın kariyerini bir hatırlayalım. İspatı orada bulacağız.
Özal'ın elinden tutmasıyla ANAP'a girmiş, bakan olmuş, şu olmuş bu olmuş. Sonra... Sonra Özal'a ihanet ederek, belkide Özal'ı kahrından öldürmüş...
Sonra Özal'la sarmaş dolaş olmuş, ailenin katkılarıyla genel başkan seçildikten sonra ilk fırsatta bağları koparmış...
-Refahyol döneminde tırnak içinde en koyu statükocu olmuş, son dönemde ise TSK için söyledikleri ve imalarıyla neredeyse birkaç cilt kitap çıkacak sözler sarfetmiş...
-Demirel'le baba oğul gibi yaşamış, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise 9. Cumhurbaşkanının, Brütüs'ü olu vermiş.
Söylemek istediğimiz şey şu: Yılmaz adına bir ilkeden söz edilemez. (O nedenle en liberallerin bile desteğini alamıyor) Onun için önemli olan şahsi iktidarıdır.
Seçim kıyameti yaklaşırken ipine sarıldığı AB'ninde anlamı sadece ve sadece budur.
BTP'den alınacak ders
Türkiye'yi AB kapılarında dilenci haline getirenlere, en kritik meselelerde AB adına taviz koparmaya çalışanlara sözümüz şudur:
"Türkiye'ye dışardan yön ve istikamet arayın. Türkiye, Türkler tarafından ve Türkiye'den yönetilecektir..."
BTP'nin Türkiye buluşmaları bunun işaretleridir. Halkın desteği ve heyecanı Türkiye'nin has evlatlarınca yönetilmesini isteyen bu milletin, adeta kalk borusudur.
Bağımsız Türkiye Partisi "dışarıdan" onay almadan, "dışarının" adamı olmadan da iktidar olunabileceğinin adıdır, projesidir...
Doğrusu maçın sonucundan kendi adıma fazlaca bir kaygı duymuyorum. Futbolumuzdaki gelişme şayet inanç motivasyonuyla beslenebilirse, Senegal'in Fransa sürprizine bizde Brezilya ile imza atabiliriz.
Benim endişem Mesut Yılmaz ve TÜSİAD'la ilgili...
Allah muhafaza milli takımımız kötü bir sonuçla sahadan ayrılırsa, Yılmaz-TÜSİAD ve şürekası mağbuliyetin nedenini AB'ye giremeyişimize bağlayabilirler.
Aslında ben Yılmaz ve TÜSİAD'ın yerinde olsam maçın sonucunu beklemeden gazetelere Yılmaz adına bir demeç, TÜSİAD adına da şöyle bir ilan verirdim:
"Futbolumuzun geleceği AB'dedir. Futbolda yaşadığımız sıkıntılar, hazırlık maçlarındaki mağlubiyet krizleri, AB'ne girmemize engel olunulmasından kaynaklanmaktadır."
Hatta ilanın veya demecin neyse, sonuna da dramatik bir final yazardım:
"Kimsenin Türkiye'nin geleceğiyle oynamaya hakkı yoktur."
Yazdıklarımızın şaka olduğunu ya da Pazartesi neşesi olduğunu sakın zannetmeyin. Ben şahsen böyle bir tavrı özellikle Yılmaz'dan bekliyorum. Kim bilir belkide şu makalenin yayınlandığı bugün, özellikle maçtan sonra futbolla yakından ilgili başbakan yardımcımız, yukarıda bahsettiğimiz demeci patlatı verir.
Açı farkı 180 derece
Doğrusu AB ile ilgili gelişmeleri büyük bir ibretle izliyoruz. Yılmaz'ın neredeyse Türkiye'nin son 15 yılında kendisi yokmuş gibi bir tavırla, yaşadığımız ekonomik krizleri AB'ye giremeyişimize bağlamasına ne denilir bilemiyorum. Ama şu tespiti de yapmakta da zorlanmıyorum.
"AB aslında tükenişin diğer adıdır..."
Türk halkıyla arasındaki açı farkı 180 dereceye ulaşanlar, içerde ne söylerse vatandaşın samimiyet testinden sıfır çekecek olanlar, şimdi kapağı dışarıya atıverdiler. İçeride bulamadıkları ikbali ve itibarı Avrupa'nın kapılarında arıyorlar...
Oysa hemen şunu da ekleyelim ki Türkiye, Avrupa kapılarında bekleyecek kadar küçük ve onursuz bir ülke değildir.
AB'ye girmezsek Türkiye batar psikolojisi, hem bunu söyleyen siyaset sınıfının topyekün iflasıdır hem de bu ülke insanının geçmişinden bir nebze olsun haberdar olamamaktır.
Tarih, ah tarih...
İşin nasipsizliği bir yana, 1838 İngiliz-Osmanlı serbest ticaret anlaşmasıyla Türk ekonomisinin nasıl çöktüğünü anlamak için, tarihe şöyle bir ibret gözüyle dahi bakmak yeter.
Sömürge altınlarıyla güçlenmiş ve neredeyse sıfır gümrükle donatılmış İngiliz mallarının, Osmanlının henüz palazlanma aşamasındaki sanayisini nasıl yoketiğini tarih bize rakamlarıyla anlatıyor. Ne kadar ilginçtir ki gümrük birliğinden bu ülke saniyinin kaybıda, 70 Milyar dolara ulaşmıştır.
DYP Genel Başkanın engin ferasetiyle imzaladığımız ve AB'ye girmeden Gümrük Birliği'ne giren tek ülke rekoruna sahip sanayimiz, şimdi ve tıpkı 1838 İngiliz-Osmanlı serbest ticaret anlaşmasından sonra olduğu gibi çökme aşamasında bulunmaktadır.
Siz bakmayın TÜSİAD'ın sanayici ve iş adamı kılığıyla gazeteler verdiği ilanlara...
TÜSİAD'ın zenginleri artık ve sadece birer taşerondur, sanayici değil. Onlar şimdi yabancı firmaların Türkiye mümessili kartvizitinden başka bir kimlik taşıyamıyorlar.
Öyle olmasa hangi sanayici kaybedeceği başından belli, üstelik kendi ülkesinde bir rekabeti destekler. Maalesef bugün TÜSİAD AB bayraktarlığı yaparken aslında, yabancı sahipleri adına konuşmaktadır. Yoksa yerli ve milli sanayi adına değil...
AB taşeronu, ANAP
Mesut Yılmaz'da öyle değil mi?
Bir zamanlar müteahhit partisi olan ANAP, şimdi AB taşeronluğuna sınıf atlamış durumda. Yılmaz "dışarının içerideki sesi" rekabetini, Sayın Derviş'le bu sıfatla yaşıyor.
Yılmaz, AB'yi bir iman gibi ortaya koyarken hiç değilse kendi içinde tutarlı bir ilke olarak, bir ideale inanmış bir genel başkan olarak hareket etmemektedir. Onun oyunu yukarıda bahsettiğimiz misyondur ve de baraj altı korkusudur. Başkada bir şey değil.
Bu arada ülke, ekonomi, tarih, gelecek elden gidiyormuş, bunlar o kadar da önemli değil...
Yılmaz'ın kariyerini bir hatırlayalım. İspatı orada bulacağız.
Özal'ın elinden tutmasıyla ANAP'a girmiş, bakan olmuş, şu olmuş bu olmuş. Sonra... Sonra Özal'a ihanet ederek, belkide Özal'ı kahrından öldürmüş...
Sonra Özal'la sarmaş dolaş olmuş, ailenin katkılarıyla genel başkan seçildikten sonra ilk fırsatta bağları koparmış...
-Refahyol döneminde tırnak içinde en koyu statükocu olmuş, son dönemde ise TSK için söyledikleri ve imalarıyla neredeyse birkaç cilt kitap çıkacak sözler sarfetmiş...
-Demirel'le baba oğul gibi yaşamış, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise 9. Cumhurbaşkanının, Brütüs'ü olu vermiş.
Söylemek istediğimiz şey şu: Yılmaz adına bir ilkeden söz edilemez. (O nedenle en liberallerin bile desteğini alamıyor) Onun için önemli olan şahsi iktidarıdır.
Seçim kıyameti yaklaşırken ipine sarıldığı AB'ninde anlamı sadece ve sadece budur.
BTP'den alınacak ders
Türkiye'yi AB kapılarında dilenci haline getirenlere, en kritik meselelerde AB adına taviz koparmaya çalışanlara sözümüz şudur:
"Türkiye'ye dışardan yön ve istikamet arayın. Türkiye, Türkler tarafından ve Türkiye'den yönetilecektir..."
BTP'nin Türkiye buluşmaları bunun işaretleridir. Halkın desteği ve heyecanı Türkiye'nin has evlatlarınca yönetilmesini isteyen bu milletin, adeta kalk borusudur.
Bağımsız Türkiye Partisi "dışarıdan" onay almadan, "dışarının" adamı olmadan da iktidar olunabileceğinin adıdır, projesidir...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Erimhan / diğer yazıları
- Sahili olmayan umman / 14.04.2022
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021