MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Müsteşar Emre Taner ve eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’i ifadeye çağıran Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı’nın “şüpheleri” beş madde altında toplanabilir:
Bir: PKK’nın paralel devlet yapılanması KCK, PKK içindeki MİT elemanlarının gözetimi altında tamamlanmıştır.
İki: MİT, ajanları vasıtasıyla elde ettiği PKK saldırı ve eylem talimatlarının önlenmesi için güvenlik güçlerini bilgilendirmemiştir.
Üç: MİT, Öcalan’ın eylem talimatlarının Kandil’e iletilmesinde aracı olmuştur.
Dört: Yeni anayasa çalışmalarında, PKK’nın polis gücü olarak kullanılması konusunda vaatte bulunmuştur.
Beş: Birleşmiş Milletler veya NATO’nun bölgeye müdahalesini içeren metinlerde MİT’in parmak izleri vardır.
Nereden bakarsanız bakınız bu beş “şüphenin” bir teki bile doğru ise, Türkiye gerçekten bir “çadır devletine” dönmüş de, ağlayanımız yok demektir.
Hakan Fidan’ın MİT müsteşarı olmadan, Erdoğan’ın danışmanı iken PKK ile görüştüğü haberleri ortalığa düştüğünde, yukarıdaki iddiaların bir kısmı da siyasiler ve bazı gazeteciler tarafından dile getirilmiş, Erdoğan da bu iddialara, “İspat edemezseniz alçaksınız, şerefsizsiniz” tepkisi koymuştu.
Bu bahiste Erdoğan’ın geldiği son nokta, “Bu işler bütün dünyada böyle oluyor” çizgisi oldu ve o görüşmeleri gerçekleştiren Fidan’ı önce MİT Müsteşar Yardımcılığına, ardından da MİT’in başına getirdi. Kim ki Fidan’ı eleştirdi, “Size onu yedirmem” diyen de yine Erdoğan oldu.
Oysa kimse kimseyi yeme derdinde değildi.
Evet, başı bir şekilde terörle derde giren devlet ve milletler elbette terör örgütü yöneticileri ile görüşmüştü. Türkiye de bunu denemişti amma yüzüne gözüne bulaştırmıştı. Mesele buydu.
Daha ilk görüşmede konuşulanlar deşifre olmuştu.
Kimlerdi bu görüşmeleri sızdıranlar?
Bir: Görüşme içindeki PKK unsurları mıydı?
Öyleyse, MİT bunlara niye engel olmamıştı,
olamamıştı?
İki: Yoksa yabancı istihbarat örgütleri miydi?
O zaman da MİT’in yabancı istihbarat örgütlerinden gizli hiçbir şey yapamadığı gerçeği ile yüz yüze değil miydik?
Bütün bu gelişmeler karşısında basına bakıyor,
şaşırıyoruz.
Benzer bir durumda PKK ile böylesine içli dışlı olan bir albay yahut general olsa, askeri yerden yere vurmak için çamurlu saha arayanlar, MİT söz konusu olduğunda, “Özel Yetkili Savcı haddi aştı” manşet ve yazıları döşeniverdiler.
Evet, Türkiye bir Savcılar, Yargıçlar devleti mi?
Türkiye bir Hukuk devleti mi?
Gazete manşetlerini okur, televizyon haberlerini dinlerken sürekli devletin devletle kapıştığına şahit oluyor, AKP’nin “ustalık döneminin” Türkiye’yi bir korku imparatorluğu haline getirdiğini görüyoruz.
Dışarıda:
Neredeyse bütün komşularla savaş halindeyiz.
İçeride:
Asker–hükümet kavgalı, MİT–PKK iç içe, market rafları yabancı ürünlerle dolmuş, topraklar satılıyor, “kredi” adı altında borçlar alınıp Türk insanının alın teri bir müddet sonra Batılı Sermaye Sahiplerinin keselerine akıyor ve Saros gibi spekülatörlerin “Türkiye’nin tek ihraç maddesi ordusudur” sözlerindeki lanet olası gerçeği Libya’dan, Suriye’ye, Irak’tan Afganistan’a hemen her alanda görüyor, kahroluyoruz…
Yazık değil mi bu millete?
Meclis’te gurubu bulunan hangi parti Türkiye’nin geçek ihtiyaçlarını konuşuyor, konuşabiliyor. Herkes birbirine diş gıcırdatmakta, yumruk sallamakta. Bir tekinin bile bir Milli Ekonomi Modeli var mı?
Hiç birinin Milli Sanayi, Milli Tarım modeli var mı? Hiç birinin Milli Eğitim Modeli var mı?
Herkes “kendini zehirleyenin ilacından” medet
ummakta…
Böyle olunca da işte böyle “MİT’li ilâçlar, reçeteler çare” sanılmakta…
Bir: PKK’nın paralel devlet yapılanması KCK, PKK içindeki MİT elemanlarının gözetimi altında tamamlanmıştır.
İki: MİT, ajanları vasıtasıyla elde ettiği PKK saldırı ve eylem talimatlarının önlenmesi için güvenlik güçlerini bilgilendirmemiştir.
Üç: MİT, Öcalan’ın eylem talimatlarının Kandil’e iletilmesinde aracı olmuştur.
Dört: Yeni anayasa çalışmalarında, PKK’nın polis gücü olarak kullanılması konusunda vaatte bulunmuştur.
Beş: Birleşmiş Milletler veya NATO’nun bölgeye müdahalesini içeren metinlerde MİT’in parmak izleri vardır.
Nereden bakarsanız bakınız bu beş “şüphenin” bir teki bile doğru ise, Türkiye gerçekten bir “çadır devletine” dönmüş de, ağlayanımız yok demektir.
Hakan Fidan’ın MİT müsteşarı olmadan, Erdoğan’ın danışmanı iken PKK ile görüştüğü haberleri ortalığa düştüğünde, yukarıdaki iddiaların bir kısmı da siyasiler ve bazı gazeteciler tarafından dile getirilmiş, Erdoğan da bu iddialara, “İspat edemezseniz alçaksınız, şerefsizsiniz” tepkisi koymuştu.
Bu bahiste Erdoğan’ın geldiği son nokta, “Bu işler bütün dünyada böyle oluyor” çizgisi oldu ve o görüşmeleri gerçekleştiren Fidan’ı önce MİT Müsteşar Yardımcılığına, ardından da MİT’in başına getirdi. Kim ki Fidan’ı eleştirdi, “Size onu yedirmem” diyen de yine Erdoğan oldu.
Oysa kimse kimseyi yeme derdinde değildi.
Evet, başı bir şekilde terörle derde giren devlet ve milletler elbette terör örgütü yöneticileri ile görüşmüştü. Türkiye de bunu denemişti amma yüzüne gözüne bulaştırmıştı. Mesele buydu.
Daha ilk görüşmede konuşulanlar deşifre olmuştu.
Kimlerdi bu görüşmeleri sızdıranlar?
Bir: Görüşme içindeki PKK unsurları mıydı?
Öyleyse, MİT bunlara niye engel olmamıştı,
olamamıştı?
İki: Yoksa yabancı istihbarat örgütleri miydi?
O zaman da MİT’in yabancı istihbarat örgütlerinden gizli hiçbir şey yapamadığı gerçeği ile yüz yüze değil miydik?
Bütün bu gelişmeler karşısında basına bakıyor,
şaşırıyoruz.
Benzer bir durumda PKK ile böylesine içli dışlı olan bir albay yahut general olsa, askeri yerden yere vurmak için çamurlu saha arayanlar, MİT söz konusu olduğunda, “Özel Yetkili Savcı haddi aştı” manşet ve yazıları döşeniverdiler.
Evet, Türkiye bir Savcılar, Yargıçlar devleti mi?
Türkiye bir Hukuk devleti mi?
Gazete manşetlerini okur, televizyon haberlerini dinlerken sürekli devletin devletle kapıştığına şahit oluyor, AKP’nin “ustalık döneminin” Türkiye’yi bir korku imparatorluğu haline getirdiğini görüyoruz.
Dışarıda:
Neredeyse bütün komşularla savaş halindeyiz.
İçeride:
Asker–hükümet kavgalı, MİT–PKK iç içe, market rafları yabancı ürünlerle dolmuş, topraklar satılıyor, “kredi” adı altında borçlar alınıp Türk insanının alın teri bir müddet sonra Batılı Sermaye Sahiplerinin keselerine akıyor ve Saros gibi spekülatörlerin “Türkiye’nin tek ihraç maddesi ordusudur” sözlerindeki lanet olası gerçeği Libya’dan, Suriye’ye, Irak’tan Afganistan’a hemen her alanda görüyor, kahroluyoruz…
Yazık değil mi bu millete?
Meclis’te gurubu bulunan hangi parti Türkiye’nin geçek ihtiyaçlarını konuşuyor, konuşabiliyor. Herkes birbirine diş gıcırdatmakta, yumruk sallamakta. Bir tekinin bile bir Milli Ekonomi Modeli var mı?
Hiç birinin Milli Sanayi, Milli Tarım modeli var mı? Hiç birinin Milli Eğitim Modeli var mı?
Herkes “kendini zehirleyenin ilacından” medet
ummakta…
Böyle olunca da işte böyle “MİT’li ilâçlar, reçeteler çare” sanılmakta…
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hasan Demir / diğer yazıları
- Artık yeter! / 02.11.2015
- Artık yeter! / 28.09.2015
- Sandıktan ne çıkacak! / 21.09.2015
- Böyle milliyetçilik olur mu? / 12.09.2015
- AKP başımıza neler getirecek! / 11.09.2015
- Şehit ve gaziden korkanlar! / 07.09.2015
- Kripto Ermeniler! / 29.08.2015
- Atatürk sandıktan çıkmadı! / 24.08.2015
- Bu ne biçim üslup böyle! / 22.08.2015
- Asalet nerede? / 16.08.2015
- Artık yeter! / 28.09.2015
- Sandıktan ne çıkacak! / 21.09.2015
- Böyle milliyetçilik olur mu? / 12.09.2015
- AKP başımıza neler getirecek! / 11.09.2015
- Şehit ve gaziden korkanlar! / 07.09.2015
- Kripto Ermeniler! / 29.08.2015
- Atatürk sandıktan çıkmadı! / 24.08.2015
- Bu ne biçim üslup böyle! / 22.08.2015
- Asalet nerede? / 16.08.2015