"Medya törürü" kavramı herhalde en özel anlamıyla, bizim ülkemiz için geçerlidir. Her şeyden üstün ve 3 erkten de önce gelen, en azından zayıf siyaset üzerinde oluşturdukları bu zehapla kendilerini, tırnak içinde güçlü imajına sokan medya ve basın, hızla itibar kaybediyor.
Aydın Doğan'ın RTÜK Yasası'nın ardından yabancı basına bu marifetin altındaki imza bana aittir yollu sözleri, Başbakan yardımcılarının geceleri uykusuz kalarak Kurul'da tuttukları nöbet, belki bu imaja katkıda bulunabilir. Ancak şunu da unutmamak lazım.
Birincisi, zirveden sonrası uçurumdur. İkincisi medyanın kendisini en güçlü ilan ettiği an dikkat edilirse, siyasetinde tükendiği bir zamana denk geliyor. Halktan kopan siyasetçi kaybettiği itibarını tabanda aramak yerine, bir tavan hareketi kolaycılığıyla gazete köşelerinde aradığı için, bu sanal aktörlere hem malzeme oluyor, hem de güç veriyor. Meclis yoksa, parti genel başkanlığı yoksa bende yokum, psikolojisindeki siyasetçi, adeta basının kötü emellerine alet oluyor.
Bu süreçte tükenen sadece siyasetçi değil. Basın ve medyada yaptığı büyük yanlışlarla, en az siyaset sınıfı kadar itibar yitiriyor. Dolayısıyla bu iki çıplak bir hamama yakışıyor belki ama, iki eksiden bir artı üretemiyorsunuz.
Dizi dizi kulplar
Şimdi durup dururken bu basın eleştirisine niçin girdik. Dünya futbol şampiyonası nedeniyle gözlerimizin önünde yaşananlar, bu kavga ve kavgada yazılanlar, çizilenler çünkü, bir analizi fazlasıyla gerekli kılıyor.
Öncelikle şunu söylemek gerekiyorsa spor kamuoyu, basının en zayıf bölümünü oluşturuyor.
İşkembeden at, istediğin kadar yat, sonra da para kazan mantığıyla işleyen bu kesimde kavgalarda, işin çapsızlığından hareketle kalın hatlarla yaşanıyor. Belki şöyle de denilebilir. Spor dışı basında yaşananları bu kesim, kalitelerine de uygun bir şekilde dışarıya yansıtma konusunda fazlasıyla cömertler.
Bir televizyon kanalında program yapan mahşerin 4 atlısının, canlı yayında birbirlerini bilumum hayvan isimlerini kullanarak anmaları rutin bir örnek...
Bir şey biliyormuş gibi görünerek, basit kavgadan reyting üretmek üzerine kurulu bu anlayış, zihniyetinin tüm sivri ve ahlak dışı yanlarını da Kore'ye götürdü.
Maçlar boyunca izledik. Önce ağız birliği içinde Milli futbolculara ve antrenörüne sövgü yarışına girdiler. Futbolcular namaz kılıyor diye olmadık iftiralar attılar. En sonunda ise dünyanın en iyi 16 ülkesi arasına giren Milli takım için, bu sonuç Brezilya sayesinde kazanıldı dediler. Yani bu medyaya karşı kazanma şansınız yok. Ne yaparsanız yapın dizi dizi kulplar hazır...
Normali bile anlayamayanlar
İnanın Çin maçından önce hangi skor averajıyla, Türkiye'nin bir üst tura çıkacağını dahi bilmeyen ünlü (!) spor yazarları vardı. Hele Kosta Rika maçından sonra söyledikleri. Bu takım ancak bizim ikinci ligimizde oynarmış... Çarpık kafalara bir de sarhoşluk eklenince işte ortaya böylesine müthiş teknik buluşlar çıkıyor. Daha neler neler... Oysa çok açık ve nettir ki ilk tur maçlarında 4 takım toplam 9 maç oynuyor! Yani sonuç sizin oynadığınız 3 maça göre değil, toplam 9 maça göre ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Brezilya-Kosta Rika maçı da bu anlamda, grupta fazladan oynanmış bir karşılaşma değil...
İkincisi; Türkiye'nin içinde bulunduğu ilk dört takım arasında her şey, aslında normal ve olması gerektiği gibi yaşandı.
Türkiye Brezilya'ya yenildi. Bundan daha normal bir sonuç olabilir mi? Dünyanın en iyi takımına karşı alınmış, en iyi averajlı bir mağlubiyet. Kosta Rika'yla beraberlik ve farklı Çin galibiyeti. Brezilya ise her üç takımı da yendi. Kosta Rika'nın aldığı sonuçlar içinde söylenecek tek şey "normal" kavramı olabilir. Yani her şey olması gerektiği gibiydi. Sürpriz yoktu ve hiç kimse herhalde, sürpriz yok diye suçlanamaz.
Her maç iki kere oynandı
Bu kadar normal sonuçlar kamuoyu tarafından öylesine çarpıtıldı ve takım öylesine yıpratıldı ki her maçı Milli Takım, sanki iki kere oynadı.
Bir maçı yabancılarla yaptılar bir maçta içerdekilerle...
Yaşları henüz 20-25 yaş civarında bulunan, para ve üne kavuşmuş bu futbolculardaki bu olgunluğun onda biri Allah aşkına, bizim şu renkli medyada var mı? Maçlar henüz oynanmadan ve takım gruptaki maçlarını tamamlamadan başlattıkları kampanya, tükenen basınımız için birkez daha alınması gereken mesajlarla dolu değil mi?
Ve bir soru: "Teşekkürler Türkiye" diyeceklerine "Teşekkürler Brezilya" diyenler, şu bizim AB imanlılara fazlasıyla benzemiyorlar mı?
Aydın Doğan'ın RTÜK Yasası'nın ardından yabancı basına bu marifetin altındaki imza bana aittir yollu sözleri, Başbakan yardımcılarının geceleri uykusuz kalarak Kurul'da tuttukları nöbet, belki bu imaja katkıda bulunabilir. Ancak şunu da unutmamak lazım.
Birincisi, zirveden sonrası uçurumdur. İkincisi medyanın kendisini en güçlü ilan ettiği an dikkat edilirse, siyasetinde tükendiği bir zamana denk geliyor. Halktan kopan siyasetçi kaybettiği itibarını tabanda aramak yerine, bir tavan hareketi kolaycılığıyla gazete köşelerinde aradığı için, bu sanal aktörlere hem malzeme oluyor, hem de güç veriyor. Meclis yoksa, parti genel başkanlığı yoksa bende yokum, psikolojisindeki siyasetçi, adeta basının kötü emellerine alet oluyor.
Bu süreçte tükenen sadece siyasetçi değil. Basın ve medyada yaptığı büyük yanlışlarla, en az siyaset sınıfı kadar itibar yitiriyor. Dolayısıyla bu iki çıplak bir hamama yakışıyor belki ama, iki eksiden bir artı üretemiyorsunuz.
Dizi dizi kulplar
Şimdi durup dururken bu basın eleştirisine niçin girdik. Dünya futbol şampiyonası nedeniyle gözlerimizin önünde yaşananlar, bu kavga ve kavgada yazılanlar, çizilenler çünkü, bir analizi fazlasıyla gerekli kılıyor.
Öncelikle şunu söylemek gerekiyorsa spor kamuoyu, basının en zayıf bölümünü oluşturuyor.
İşkembeden at, istediğin kadar yat, sonra da para kazan mantığıyla işleyen bu kesimde kavgalarda, işin çapsızlığından hareketle kalın hatlarla yaşanıyor. Belki şöyle de denilebilir. Spor dışı basında yaşananları bu kesim, kalitelerine de uygun bir şekilde dışarıya yansıtma konusunda fazlasıyla cömertler.
Bir televizyon kanalında program yapan mahşerin 4 atlısının, canlı yayında birbirlerini bilumum hayvan isimlerini kullanarak anmaları rutin bir örnek...
Bir şey biliyormuş gibi görünerek, basit kavgadan reyting üretmek üzerine kurulu bu anlayış, zihniyetinin tüm sivri ve ahlak dışı yanlarını da Kore'ye götürdü.
Maçlar boyunca izledik. Önce ağız birliği içinde Milli futbolculara ve antrenörüne sövgü yarışına girdiler. Futbolcular namaz kılıyor diye olmadık iftiralar attılar. En sonunda ise dünyanın en iyi 16 ülkesi arasına giren Milli takım için, bu sonuç Brezilya sayesinde kazanıldı dediler. Yani bu medyaya karşı kazanma şansınız yok. Ne yaparsanız yapın dizi dizi kulplar hazır...
Normali bile anlayamayanlar
İnanın Çin maçından önce hangi skor averajıyla, Türkiye'nin bir üst tura çıkacağını dahi bilmeyen ünlü (!) spor yazarları vardı. Hele Kosta Rika maçından sonra söyledikleri. Bu takım ancak bizim ikinci ligimizde oynarmış... Çarpık kafalara bir de sarhoşluk eklenince işte ortaya böylesine müthiş teknik buluşlar çıkıyor. Daha neler neler... Oysa çok açık ve nettir ki ilk tur maçlarında 4 takım toplam 9 maç oynuyor! Yani sonuç sizin oynadığınız 3 maça göre değil, toplam 9 maça göre ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Brezilya-Kosta Rika maçı da bu anlamda, grupta fazladan oynanmış bir karşılaşma değil...
İkincisi; Türkiye'nin içinde bulunduğu ilk dört takım arasında her şey, aslında normal ve olması gerektiği gibi yaşandı.
Türkiye Brezilya'ya yenildi. Bundan daha normal bir sonuç olabilir mi? Dünyanın en iyi takımına karşı alınmış, en iyi averajlı bir mağlubiyet. Kosta Rika'yla beraberlik ve farklı Çin galibiyeti. Brezilya ise her üç takımı da yendi. Kosta Rika'nın aldığı sonuçlar içinde söylenecek tek şey "normal" kavramı olabilir. Yani her şey olması gerektiği gibiydi. Sürpriz yoktu ve hiç kimse herhalde, sürpriz yok diye suçlanamaz.
Her maç iki kere oynandı
Bu kadar normal sonuçlar kamuoyu tarafından öylesine çarpıtıldı ve takım öylesine yıpratıldı ki her maçı Milli Takım, sanki iki kere oynadı.
Bir maçı yabancılarla yaptılar bir maçta içerdekilerle...
Yaşları henüz 20-25 yaş civarında bulunan, para ve üne kavuşmuş bu futbolculardaki bu olgunluğun onda biri Allah aşkına, bizim şu renkli medyada var mı? Maçlar henüz oynanmadan ve takım gruptaki maçlarını tamamlamadan başlattıkları kampanya, tükenen basınımız için birkez daha alınması gereken mesajlarla dolu değil mi?
Ve bir soru: "Teşekkürler Türkiye" diyeceklerine "Teşekkürler Brezilya" diyenler, şu bizim AB imanlılara fazlasıyla benzemiyorlar mı?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Erimhan / diğer yazıları
- Sahili olmayan umman / 14.04.2022
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021