Yanyana iki buğday tarlası düşünelim; birisi gayet bakımlı, ekildiği günden beri gerekli bakımı yapılmış, ayrık otları temizlenmiş, rüzgâr vurduğu zaman sadece dolu dolu buğday başakları dalgalanıyor.
Diğer tarla ise, tohumu serpilmiş ve bir daha semtine uğrayan olmamış, her çeşit ayrık otların, dikenlerin istilasına uğramış, dikkatle bakıldığı zaman ancak tek-tük buğday başakları seçilebiliyor, uzaktan bakınca adeta diken tarlası.
Şimdi bu iki tarla sahibi tartışıyorlar; tarlası düzenli olan, düzgün ve bakımlı olan, atadan-dededen böyle gördüğünü, verim almak için tarlaya-tohuma hizmet gerektiğini ve tecrübe edilmiş olan kurallara mutlaka uymak gerektiğini söylüyor.
Tembelliği meslek edinmiş olan, tohumu attıktan sonra bir daha tarlasının tumbuna uğramayan adam ise, bu işin kuralı, kaidesi falan olmadığını, ilkbaharda ekilip sonbaharda da biçileceğini savunup duruyor.
Bakımlı, düzenli ve haliyle verimli olan tarla sahibi inandığı doğruları hayata geçirmiş, ecdattan gelen tecrübeler ışığında gayret etmiş, yani inandığı gibi yapmıştır, diğeri ise yapılması gereken hiç bir şeyi yapmadığı gibi üstüne üstlük bir de kucağında yuvarlandığı yanlışların doğru olduğuna inanmış, yani, yaşadıklarına inanmaya başlamıştır.
İnandığımız değerler, hayatımızda olmazsa olmaz ölçüler, asla vazgeçemeyeceğimiz kırmızıçizgiler birer birer hayatımızdan el-etek çekince, kaybettiğimiz değerler için 'ah, vah, eyvah' etmek yerine mevcut durumu kabullenmiş ve hazmetmiş görünüyoruz.
Yaşadığımız yanlışlar, düştüğümüz hatalar, işlediğimiz cürümler, tecavüz ettiğimiz hak ve hukuklar bizim için yavaş yavaş normalleşmeye başladı.
İnandığımız gibi yaşamayı beceremeyince yaşadığımız gibi inanmak gibi bir garabetin içinde bulduk kendimizi.
Sosyal hayatımız aykırı ve ayrık otlarla dolu ama biz normal görüp asla rahatsızlık duymuyoruz.
Psikolojik dünyamız bize ait olmayan tanımların ve kavramların istilasına uğramış biz normal görmeye devam ediyoruz.
Ekonomik hayatımız, ticaretimiz, alışımız-satışımız, üretim ve tüketim tarzımız sayılamayacak kadar ayrık otların, aykırı kuralların istilasına uğramış ama biz, bize bu hayatı dayatanları alkışlamaya devam ediyoruz.
Aile hayatımız, eğitim dünyamız, istikbalimizin ve istiklalimizin teminatı olan çocuklarımız binbir hile ile binbir tuzak ile karşı karşıya ama bizler asla bir tehlike görmüyoruz ve asla bir tedirginlik duymuyoruz.
Tamamen görmeyenlerden oluşan bir köy halkının içine karışıp da güneşten, renklerden, kara kaştan, ela gözden bahsedenlerin acil servisine kaldırılacak kadar hasta kabul edildiği gibi, yaşadığımız toplumda da helal-haram hassasiyetinden, hak ve hukuka, ehliyet ve liyakate riayetten söz edenlere artık tuhaf tuahaf bakılıyor, adeta uzaydan gelmiş muamelesi yapılıyor.
Yaşamakta olduğu tüm yanlışların doğruluğuna inanan bir toplum olduk çıktık vesselam.
Diğer tarla ise, tohumu serpilmiş ve bir daha semtine uğrayan olmamış, her çeşit ayrık otların, dikenlerin istilasına uğramış, dikkatle bakıldığı zaman ancak tek-tük buğday başakları seçilebiliyor, uzaktan bakınca adeta diken tarlası.
Şimdi bu iki tarla sahibi tartışıyorlar; tarlası düzenli olan, düzgün ve bakımlı olan, atadan-dededen böyle gördüğünü, verim almak için tarlaya-tohuma hizmet gerektiğini ve tecrübe edilmiş olan kurallara mutlaka uymak gerektiğini söylüyor.
Tembelliği meslek edinmiş olan, tohumu attıktan sonra bir daha tarlasının tumbuna uğramayan adam ise, bu işin kuralı, kaidesi falan olmadığını, ilkbaharda ekilip sonbaharda da biçileceğini savunup duruyor.
Bakımlı, düzenli ve haliyle verimli olan tarla sahibi inandığı doğruları hayata geçirmiş, ecdattan gelen tecrübeler ışığında gayret etmiş, yani inandığı gibi yapmıştır, diğeri ise yapılması gereken hiç bir şeyi yapmadığı gibi üstüne üstlük bir de kucağında yuvarlandığı yanlışların doğru olduğuna inanmış, yani, yaşadıklarına inanmaya başlamıştır.
İnandığımız değerler, hayatımızda olmazsa olmaz ölçüler, asla vazgeçemeyeceğimiz kırmızıçizgiler birer birer hayatımızdan el-etek çekince, kaybettiğimiz değerler için 'ah, vah, eyvah' etmek yerine mevcut durumu kabullenmiş ve hazmetmiş görünüyoruz.
Yaşadığımız yanlışlar, düştüğümüz hatalar, işlediğimiz cürümler, tecavüz ettiğimiz hak ve hukuklar bizim için yavaş yavaş normalleşmeye başladı.
İnandığımız gibi yaşamayı beceremeyince yaşadığımız gibi inanmak gibi bir garabetin içinde bulduk kendimizi.
Sosyal hayatımız aykırı ve ayrık otlarla dolu ama biz normal görüp asla rahatsızlık duymuyoruz.
Psikolojik dünyamız bize ait olmayan tanımların ve kavramların istilasına uğramış biz normal görmeye devam ediyoruz.
Ekonomik hayatımız, ticaretimiz, alışımız-satışımız, üretim ve tüketim tarzımız sayılamayacak kadar ayrık otların, aykırı kuralların istilasına uğramış ama biz, bize bu hayatı dayatanları alkışlamaya devam ediyoruz.
Aile hayatımız, eğitim dünyamız, istikbalimizin ve istiklalimizin teminatı olan çocuklarımız binbir hile ile binbir tuzak ile karşı karşıya ama bizler asla bir tehlike görmüyoruz ve asla bir tedirginlik duymuyoruz.
Tamamen görmeyenlerden oluşan bir köy halkının içine karışıp da güneşten, renklerden, kara kaştan, ela gözden bahsedenlerin acil servisine kaldırılacak kadar hasta kabul edildiği gibi, yaşadığımız toplumda da helal-haram hassasiyetinden, hak ve hukuka, ehliyet ve liyakate riayetten söz edenlere artık tuhaf tuahaf bakılıyor, adeta uzaydan gelmiş muamelesi yapılıyor.
Yaşamakta olduğu tüm yanlışların doğruluğuna inanan bir toplum olduk çıktık vesselam.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025