Vesile
İslam akaidine göre, mahlûkatın vücut bulmasında yaratıcı, yalnız Cenâb-ı Vâcibu’l-Vücud’dur. Fâil-i Hakiki mutlak olup, tektir. O bakımdan Allah’tan başka fâil aramak küfürdür
07.12.2024 08:41:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





İslam akaidine göre, mahlûkatın vücut bulmasında yaratıcı, yalnız Cenâb-ı Vâcibu'l-Vücud'dur. Fâil-i Hakiki mutlak olup, tektir. O bakımdan Allah'tan başka fâil aramak küfürdür.
Cenâb-ı Hakk Zâtını gizlemek için bazı sebepler silsilesini araya koymuştur. Bu yüzdende sebepleri vesile edinmek şart olmuştur.
Allah'tan başka, maddî ve mânevî bütün mevcudat mahlûktur/ yaratılmıştır. Maddî ve mânevî yaratılmışların vücut bulması(var olması, meydana gelmesi) Cenâb-ı Hakk tarafından birtakım sebeplere bağlanmıştır. Bu sebeplere sarılmak (esbaba tevessül) Allah'ı inkâr değildir. Ancak yaratılmışa Fâil-i Hakiki (gerçek fâil, yaratan) nazarı ile bakmak küfürdür.
Sünnetullah (Allah'ın değişmez kanunu) olan maddi olaylarda, Allah'ın adını zikretmeden ve de inkâr etmeden, "Dünyayı aydınlatan güneştir. Yağmuru yağdıran buluttur. Nebatı yeşerten sudur. Zaman insanı ihtiyarlatır. Bitkiyi bitiren topraktır. Meyveyi ağaç verir" gibi cümleleri kurmak küfrü gerektirmez.
Biz biliriz ki, bu zikredilen fiillerde Fâil-i Hakiki Allah'tır. Dünyayı aydınlatmada güneşi yaratan Allah'tır. Yağmur için bulutu yaratıp hareket ettiren Allah'tır. Meyvenin meydana gelmesinde ağacı vesile kılan Allah'tır.
Fakat bu saydıklarımızda Fâil-i Hakiki olan Allah'ın adı zikredilmemiş, sebep cihetinden vesile olanlar zikredilmiştir. Mü'min bilir ki, sebeplerin Hakiki Fâil'i de Allah'tır. Bu bilgi mü'minin kalbinde devamlı bir tasdik hâlinde mevcut olduğundan mü'min sebepleri zikrettiğinde Allah'ı anmış gibi olur.
Bu gerçeği bir misal daha verip açmak gerekirse; bir şahıs başka bir şahsa, "Bana şunu ver" diyerek bir eşya istese, bu talep küfür olmaz.
Âdet odur ki, "Rabbim bana şunu ver" diye ihtiyacını Rabb'inden istemezde, sebeplere sarıldıktan sonra verenin Allah olduğunu bilir. Sebeplere sarılmak o kadar önemlidir ki, sebeplere tevessül etmeden kulun tevekkül etmesi yanlıştır.
Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur ki, kâinatta Fâil-i Hakiki yalnız Cenâb-ı Hakk olmasına rağmen sebepler silsilesini (sünnetullahı) zikretmek küfür olmaz.
Maddî sahada durum bu iken mânevî sahada da durum aynıdır. Mânevî mümkün veya mevcudun varlığında yine sebepler silsilesi vardır. Bu sebeplerin zikredilmesi veya kulun o sebeplere tevessülü asla Fâil-i Hakiki'yi inkâr değil, bilakis sünnetullaha ittibadır.
Bu hakikat; "Ey iman edenler! Allah Teâlâ'dan korkunuz ve O'na vesile arayınız ve O'nun yolunda cihadda bulununuz ki, kurtuluşa erebilesiniz" emri ile sabittir. Bu emri yerine getirmek ibâdettir.
Nitekim Cehennem'de azap, Cennet'te nimet vardır. Aslında azap da, nimet de Allah'tandır. Ama Cennet nimete, Cehennem azaba vesiledir.
Kulların hayır ve şerrini tespit eden Allah'tır. Cenâb-ı Hakk bu iş için Kirâmen Kâtibîn'i vesile kılmıştır:
"Ve O, kullarının üzerinde tasarruf sahibidir. Ve sizin üzerinize (amellerinizi yazan) hafaza meleklerini gönderir. Nihâyet sizden birinize ölüm gelince onun canını bizim gönderdiğimiz melekler alırlar ve onlar vazifelerinde kusur etmezler."
Ayrıca insanı koruyan Allah olduğu hâlde, bunda da melekleri vesile kılmıştır: "Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır..."
Keza, Allah Bedir Harbi'nde Hz. Peygamber'in ordusuna melekleri vasıtasıyla yardım etmiştir. Bu hususta Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur:
"Hatırlayın ki, siz Rabb'inizden yardım istiyordunuz. O da, 'Ben peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim' diyerek duanızı kabul buyurdu."
"Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabb'iniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder."
"Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır."
Bunlardan çıkardığımız netice şudur: Cenâb-ı Hakk maddî ve mânevî işleri sebeplerle halk ederken, acaba kullarının hidâyetinde maddî ve mânevî vesileler koymuşmudur?
Şüphesiz ki, hidâyet Allah'tandır. Ancak resûller, nebiler ve veliler bu hidâyete vesiledir. Aksi takdirde,Cenâb-ı Hakk'ın peygamberleri göndermesine lüzum olmazdı.
Peygamber Efendimiz nefsi tezkiyeye, Allah'a yürümeye bir vesiledir. Eğer O Peygamber olmasaydı nefisler tezkiye edilemeyecek, Kur'ân öğrenilemeyecek, Allah'a yürünülemeyecekti.
Günümüze taşırsak; bizimde Allah'a yürüyebilmemiz için, O Peygamberin yaptığına vâris, bizim nefsimizi terbiye eden, Kur'ân'ı, hikmeti öğreten biri olmalıdır. Yani bir vesile olmalıdır ki, bizi de o yolla Cenâb-ı Hakk'a taşısın.
Bu konuyla ilgili olarak, "Allah ile kul arasına kimse giremez" şeklinde insanları yanıltmaya, yanlışa sürüklemeye yönelik, saptırmalar söz konusudur.
Namazda kul, Allah'ın huzurundadır. Namazlarda tahiyyat okuyoruz. Bu okuduklarımızın metinleri kudsi hadistir. Okuduklarımızla sadece Peygamber Efendimize selâm vermekle kalmıyoruz, ceddine ve âline de salavât okuyoruz.
Allah ile kul arasına tabii ki kimse giremez, ancak onların adını zikretmemizi Cenâb-ı Hakk istiyor. Onlar, Allah'ın dostudur. Onları zikretmek de Allah'ı zikretmekdir. Onları sevmek Allah'ı sevmektir. Onlara buğzetmek Allah'a buğzetmektir." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Cenâb-ı Hakk Zâtını gizlemek için bazı sebepler silsilesini araya koymuştur. Bu yüzdende sebepleri vesile edinmek şart olmuştur.
Allah'tan başka, maddî ve mânevî bütün mevcudat mahlûktur/ yaratılmıştır. Maddî ve mânevî yaratılmışların vücut bulması(var olması, meydana gelmesi) Cenâb-ı Hakk tarafından birtakım sebeplere bağlanmıştır. Bu sebeplere sarılmak (esbaba tevessül) Allah'ı inkâr değildir. Ancak yaratılmışa Fâil-i Hakiki (gerçek fâil, yaratan) nazarı ile bakmak küfürdür.
Sünnetullah (Allah'ın değişmez kanunu) olan maddi olaylarda, Allah'ın adını zikretmeden ve de inkâr etmeden, "Dünyayı aydınlatan güneştir. Yağmuru yağdıran buluttur. Nebatı yeşerten sudur. Zaman insanı ihtiyarlatır. Bitkiyi bitiren topraktır. Meyveyi ağaç verir" gibi cümleleri kurmak küfrü gerektirmez.
Biz biliriz ki, bu zikredilen fiillerde Fâil-i Hakiki Allah'tır. Dünyayı aydınlatmada güneşi yaratan Allah'tır. Yağmur için bulutu yaratıp hareket ettiren Allah'tır. Meyvenin meydana gelmesinde ağacı vesile kılan Allah'tır.
Fakat bu saydıklarımızda Fâil-i Hakiki olan Allah'ın adı zikredilmemiş, sebep cihetinden vesile olanlar zikredilmiştir. Mü'min bilir ki, sebeplerin Hakiki Fâil'i de Allah'tır. Bu bilgi mü'minin kalbinde devamlı bir tasdik hâlinde mevcut olduğundan mü'min sebepleri zikrettiğinde Allah'ı anmış gibi olur.
Bu gerçeği bir misal daha verip açmak gerekirse; bir şahıs başka bir şahsa, "Bana şunu ver" diyerek bir eşya istese, bu talep küfür olmaz.
Âdet odur ki, "Rabbim bana şunu ver" diye ihtiyacını Rabb'inden istemezde, sebeplere sarıldıktan sonra verenin Allah olduğunu bilir. Sebeplere sarılmak o kadar önemlidir ki, sebeplere tevessül etmeden kulun tevekkül etmesi yanlıştır.
Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur ki, kâinatta Fâil-i Hakiki yalnız Cenâb-ı Hakk olmasına rağmen sebepler silsilesini (sünnetullahı) zikretmek küfür olmaz.
Maddî sahada durum bu iken mânevî sahada da durum aynıdır. Mânevî mümkün veya mevcudun varlığında yine sebepler silsilesi vardır. Bu sebeplerin zikredilmesi veya kulun o sebeplere tevessülü asla Fâil-i Hakiki'yi inkâr değil, bilakis sünnetullaha ittibadır.
Bu hakikat; "Ey iman edenler! Allah Teâlâ'dan korkunuz ve O'na vesile arayınız ve O'nun yolunda cihadda bulununuz ki, kurtuluşa erebilesiniz" emri ile sabittir. Bu emri yerine getirmek ibâdettir.
Nitekim Cehennem'de azap, Cennet'te nimet vardır. Aslında azap da, nimet de Allah'tandır. Ama Cennet nimete, Cehennem azaba vesiledir.
Kulların hayır ve şerrini tespit eden Allah'tır. Cenâb-ı Hakk bu iş için Kirâmen Kâtibîn'i vesile kılmıştır:
"Ve O, kullarının üzerinde tasarruf sahibidir. Ve sizin üzerinize (amellerinizi yazan) hafaza meleklerini gönderir. Nihâyet sizden birinize ölüm gelince onun canını bizim gönderdiğimiz melekler alırlar ve onlar vazifelerinde kusur etmezler."
Ayrıca insanı koruyan Allah olduğu hâlde, bunda da melekleri vesile kılmıştır: "Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır..."
Keza, Allah Bedir Harbi'nde Hz. Peygamber'in ordusuna melekleri vasıtasıyla yardım etmiştir. Bu hususta Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur:
"Hatırlayın ki, siz Rabb'inizden yardım istiyordunuz. O da, 'Ben peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim' diyerek duanızı kabul buyurdu."
"Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabb'iniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder."
"Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır."
Bunlardan çıkardığımız netice şudur: Cenâb-ı Hakk maddî ve mânevî işleri sebeplerle halk ederken, acaba kullarının hidâyetinde maddî ve mânevî vesileler koymuşmudur?
Şüphesiz ki, hidâyet Allah'tandır. Ancak resûller, nebiler ve veliler bu hidâyete vesiledir. Aksi takdirde,Cenâb-ı Hakk'ın peygamberleri göndermesine lüzum olmazdı.
Peygamber Efendimiz nefsi tezkiyeye, Allah'a yürümeye bir vesiledir. Eğer O Peygamber olmasaydı nefisler tezkiye edilemeyecek, Kur'ân öğrenilemeyecek, Allah'a yürünülemeyecekti.
Günümüze taşırsak; bizimde Allah'a yürüyebilmemiz için, O Peygamberin yaptığına vâris, bizim nefsimizi terbiye eden, Kur'ân'ı, hikmeti öğreten biri olmalıdır. Yani bir vesile olmalıdır ki, bizi de o yolla Cenâb-ı Hakk'a taşısın.
Bu konuyla ilgili olarak, "Allah ile kul arasına kimse giremez" şeklinde insanları yanıltmaya, yanlışa sürüklemeye yönelik, saptırmalar söz konusudur.
Namazda kul, Allah'ın huzurundadır. Namazlarda tahiyyat okuyoruz. Bu okuduklarımızın metinleri kudsi hadistir. Okuduklarımızla sadece Peygamber Efendimize selâm vermekle kalmıyoruz, ceddine ve âline de salavât okuyoruz.
Allah ile kul arasına tabii ki kimse giremez, ancak onların adını zikretmemizi Cenâb-ı Hakk istiyor. Onlar, Allah'ın dostudur. Onları zikretmek de Allah'ı zikretmekdir. Onları sevmek Allah'ı sevmektir. Onlara buğzetmek Allah'a buğzetmektir." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.