Prof. Dr. Haydar Baş'ın gazetemizde 03.07.2001 tarihli yayımlanan yazısıdır
Her şeyden evvel şunu ifade edelim ki, ülkemiz siyasi, ekonomik, hukuki ve kültürel açıdan son derece ciddi bir işgal tehdidi ve tehlikesiyle karşı karşıyadır. Belki de tarih boyunca milli kimlik ve şahsiyetin, birlik ve beraberliğin, devlet ve milletin bu derece içine düştüğü kötü manzara hiç müşahade edilmemiştir.
İçeriden ve dışarıdan kuşatılmışlık daha ziyade "AB'ye tam üyelik" ve "AB'ye uyum" şart ve hedefi etrafında cereyan etmektedir.
Ülkemize yönelik siyasi işgal tehdidi bir siyasal birlik olan AB'nin Kopenhag Kriterleri doğrultusunda "egemenliğin devri"ne kadar uzanmış ve bu noktaya odaklanmıştır.
Keza, Helsinki Zirvesi'nin sonucu olarak hazırlanıp Türkiye'ye kabul ettirilen Katılım Ortaklığı Belgesi'ne göre; Kıbrıs, Ege, Güneydoğu, BM veya Lahey Adalet Divanı'nın inisiyatifine terk edilerek ülkemizden koparılmak istenmektedir.
Doğu'muz Ermenilere, Karadeniz Rumlara, Suriçi İstanbul bir Ortodoks Rum himayesine sokulmak istenmektedir.
Bunun anlamı şudur; Türkiye İkinci Sevr'in hayata geçirilmeye çalışıldığı en ciddi bir tehditle karşı karşıyadır.
Ülkemize yönelik bir kültürel işgal de mevcuttur. "Diyalog ve hoşgörü" adı altında bir inkültürasyon projesi uygulanmakta, milletin inanç değerleri hedef alınarak insanımızın manevi dinamizmi ve savunma direnci kırılmak istenmektedir. Bu çalışmanın bir boyutu kültürel bir tehdit ise de, esasında milli bütünlüğümüzün bozulması gayesi güdülmektedir.
Hukuki manada da bir işgal tehdidi mevcuttur. AİHM ve Lahey Adalet Divanı gibi iç hukuku tanımayan kuruluşların kararları Türkiye'yi bağlamakta, Tahkim ile hukuk sistemimiz dışarıya endekslenmektedir. Hukuki yapımız egemenliğimizin en önemli parçalarından birisi olup, bu yöntemle bağımsızlığımıza ipotek konulmaktadır.
Ekonomik manadaysa içler acısı durumumuz hiçbir izahı gerektirmeyecek kadar açıktır. Bir yıl içinde on milyar dolar, bağış değil kredi alabilmek için IMF ve Dünya Bankası direktifleriyle onlarca kanunun çıkarılması şart koşulmakta, bu yolla Türkiye teslim alınmaya çalışılmaktadır. Nitekim bu kanunlar çıkartılmıştır.
Kısaca bir kez daha ifade etmek gerekirse, ülkemiz tarihinin en sorunlu ve zor dönemlerinden birisini geçirmektedir. Kıyaslamak gerekirse bu tabloyu olsa olsa Kurtuluş Savaşı koşullarıyla karşılaştırabiliriz.
Bu şartlar birlik ve beraberlik, iç barış, kardeşliğin vurgulanması ve moralin yüksek tutulması gibi temel meselelerde basına büyük görevler yüklerken, maalesef tam aksi bir tabloyla karşı karşıyayız.
Özellikle devlet ile milletin, asker ile sivilin arasını açmak, birlik beraberliğe ve iç dayanışmaya zarar verici yayınlarla şahsımı konu edinen mesnetsiz iddialara yer verilmekte ya da üretilmektedir.
Kamuoyunun ve yüce milletimizin çok iyi bildiği gibi biz bu ülkede "Birlik ve Beraberlik Tezinin" hem sahibi hem de takipçisiyiz. Bu tezin bir gereği olarak da ülke üzerinde oynanan oyunlara her zaman dikkat çekmişizdir. Bu cümleden olarak;
Cumhuriyetin kurulması ile birlikte başlayan Saltanat-Cumhuriyet tartışması bir rejim-din çatışması gibi gösterilmiştir. Bu ise devlet ile milletin, asker ile sivilin kaynaşmasını engellemiş, iç barışa zarar vermiş, yıkıcılık ve bölücülüğe kapı açmıştır. Bu çerçevede son derece tabii olan ve tâli önemdeki farklılıklar körüklenerek çatışmalara zemin hazırlanmıştır.
Biz aynı zamanda hep şunu ifade ettik ki, Türkiye'de resmi, hukuki ve de fiili anlamda bir tarikat mevcut değildir. Ve tezimizin gereği olarak her zaman şunu da söyledik;
Milli ve manevi varlığımız birbirini tamamlar. Bunlar et ve kemik, ruh ve beden gibi birbirinden ayrılamazlar. Milli ve mukaddes değerler milli varlığımızı ve milli bütünlüğümüzün teminatıdır.
Her zaman bu unsurlar üzerine vurgu yaptık. Vatan, Bayrak, Sancak, Asker, Milli ve Manevi değerler her türlü tartışmanın üzerinde tutulmalıdır. Hayatımız boyunca ve basınla iştigalimizin özellikle yoğunlaştığı yirmi yıldan bu tarafa hep bunu gündem ettik. İnandığımızı söyledik ve söylediğimizi yaşamaya çalıştık.
Bizi bu keyfiyetin dışına çekme gayretleri boşunadır.
Bu çerçevenin altını bir kez daha kalın harflerle çizerek, yazılı basında ve internet gazetelerinde yer alan bir takım itham ve iddiaları cevaplandıracağım.
Yazılanlara bakılırsa MGK toplantısında bir ifadeye göre Başbakanlık Takip Kurulu, bir başka ifadeye göre ise askerlerin hazırladığı rapor denilerek, tarikat ve mezheplerin önde gelen isimleriyle diyalog kurulduğu ve bu grupların "Devlet ve hukuk sistemi içine çekilmesi ve devletin yanında yer almaları açısından önemli mesafeler alındığı" iddia edilmektedir.
İnternet ortamında gazetecilik yapan bir haber kuruluşunda ise Meltem TV'nin sahibi iddiasıyla, MGK Genel Sekreteri Org. Cumhur Asparuk'la görüştüğüm ileri sürülmüştür. Güya bu görüşmede yeni bir parti kurulması iddiası da yer almaktadır. Ve de güya kurulması kararlaştırılan yeni parti ile FP tabanının bölünmeye çalışıldığı yorumlarına yer verilmiştir.
Bizi tanıyan, tezimizi bilen ve geçmişimizden haberdar olan milletimiz, bu iddiaların niçin çıkarıldığını ve ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir.
Şimdi ifade etmek isterim ki, Türkiye'miz üzerinde oynanan oyunlar içinde en kritik ve en zarar verici olanı devlet ile milletin, asker ile sivilin sanki farklı cephelerdeymiş gibi gösterilmeye çalışılarak birlik ve beraberliğimizin bozulmak istenmesidir.
Yukarıda sözü geçen iddia, haber ve yorumlar, tam da bu noktada yeni bir ayrımcılığa kapı açma oyunudur. Ve de ülkemiz üzerinde tezgahlanan senaryoların değişik bir versiyonudur. Bu noktada bir kaç hususu kamuoyuna arz etmek istiyorum;
1- MGK'da konuşuldu konuşulmadı iddiaları bir yana, MGK adına bu yanlış bilgileri sızdıranlar kim veya kimlerdir? Maksatları nedir? Bu nokta sorgulanmalıdır. Ayrıca MGK toplantıları ile ilgili açıklama yapmanın bir suç olduğunu da hatırlatalım.
2- Haber ve yorumlarda tarikat iddialarına yer verilmiştir.
Biz bu haberleri yayınlayan medya grubunun daha önce de def'aten mahkeme kararıyla cezalandırılmalarını, tazminat ödemelerini sağladık. Bir kez daha aktaralım. Türkiye'de tarikat yoktur. Olmayan bir şey üzerine varsayımla iddia bina etmek, hayali suç ihdas edip sonra da yargılamaya kalkmak, basın ahlakı ve vicdan hassasiyetiyle asla bağdaşmaz.
3- Türkiye'de siyasi parti kurmanın şartları bellidir. Siyasi partiler kanununa bakıldığında bunu görmek mümkündür.
Devletle askeri kucaklayan bir siyasi oluşu askerden icazet almış gibi göstermek, siyasetin askere rağmen askere düşman olarak yapılması saplantısına dayanmaktadır. Bu saplantının milletle-askerin arasını açmak isteyen odakların tezgahı olduğu açıktır.
4- Oynanan oyun askerle-sivilin arasını açmaktadır. Bizim öteden beri dediğimiz ve istediğimiz, devletle-milletin, askerle-sivilin barışıp kaynaşması, bütünleşmesi, hep birlikte vatana ve millete hizmet etmesidir.
Hele başta ifade ettiğimiz ülkemizin vahim manzarası bunu daha da şart ve zaruri kılmaktadır.
İşte bu birliktelik isteği ve arzusundan rahatsızlık duyanların, neye hizmet ettikleri ve milleti nasıl bir badireye sürükledikleri açıktır.
5- Biz ilmî ve akademik çalışmalarımızda, basın hayatımızda, TV programlarımızda ısrarla hep bir şeyi vurguluyoruz:
"Devlet-millet, asker-sivil, köylü-kentli, kadın-erkek, genç-ihtiyar hep birden farklılıkları değil, birlik ve beraberliğimizin öne çıkarılmasının zaruretinde birleşelim. Sen-ben kavgasına düşmeyelim."
Dikkat edilirse bu cümlede en ufak bir ayrılık noktası yoktur. Hiç bir kişi, hiç bir kesim, hiç bir kurum ve hiç bir tabanla özelde hiç bir hesabımız yoktur.
Aksi iddialar kanaatimizce birlik ve beraberliğimizin sağlanmasından korkuya kapılanların telaşından kaynaklanan bir oyundur.
6- Bu milletin bir tek dayanağı ve de savunmasının teminatı vardır o da ordusudur. Ordumuzun da bir tek dayanağı, kaynağı ve derinliği vardır ki o da milletin kendisidir.
Biz ise ordu-millet kaynaşmasının hep yanında olduk ve bu uyumu ve kaynaşmayı bozmaya çalışanların da hep karşısında olduk. Olmaya devam edeceğiz.
7- Yukarıda anlatmaya çalıştığımız çerçeveye şunu da eklemeliyiz ki: Bu yönlendirici ve bozucu olmaya çalışan haberlerde bazı basın ve yayın organlarıyla siyasiler el eledir.
Çeşitli oy hesapları içine düşmüş, milletin milli ve manevi bütünlüğünü göz ardı eden, kendi basit çıkarları adına ülkenin birlik ve beraberliğinden rahatsız olanlar bu senaryonun oyuncularıdır.
Biz ise konuya ülkemiz ve milletimizin geleceği açısından bakıyoruz. Buna da devam edeceğiz.
Son olarak şu büyük gerçeği vurguluyorum:
Ben, Türk Milletiyim. Türk Devletiyim, Türk Askeriyim, Türk Polisiyim, Türk Çiftçisiyim, Türk Çöpçüsüyüm. Ben bu milletin kendisiyim. O'nu her zaman korumaya ve kollamaya mecbur ve de memurum.
Elbette ki bu milleti koruyanlar ve kollayanlar beni de koruyacak ve kollayacaklardır.
Böyle duyulsun, böyle bilinsin.
Aziz Milletime selam olsun.
Prof. Dr. Haydar Baş / diğer yazıları
- İmam Ali kimdir? / 03.11.2024
- Yaraya merhem Milli Ekonomi Modelidir / 02.11.2024
- Ne AB, ne ABD; tek çare Bağımsız Türkiye / 01.11.2024
- Atatürk'ün maaşı / 31.10.2024
- Cumhuriyet Bayramı'nda Atatürk'ü anlamak / 30.10.2024
- Cumhuriyet / 29.10.2024
- Atatürk vatandır / 28.10.2024
- Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt / 27.10.2024
- Beytullah’a yönelmek Tevhit içindir / 26.10.2024
- Türk çiftçisine bir hatırlatma / 25.10.2024
- Yaraya merhem Milli Ekonomi Modelidir / 02.11.2024
- Ne AB, ne ABD; tek çare Bağımsız Türkiye / 01.11.2024
- Atatürk'ün maaşı / 31.10.2024
- Cumhuriyet Bayramı'nda Atatürk'ü anlamak / 30.10.2024
- Cumhuriyet / 29.10.2024
- Atatürk vatandır / 28.10.2024
- Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt / 27.10.2024
- Beytullah’a yönelmek Tevhit içindir / 26.10.2024
- Türk çiftçisine bir hatırlatma / 25.10.2024