Bugün salim kafayla düşündüğümüzde, ekonomik krizin siyasi sistemin getirdiği çarpıklığın ürünü olduğunu görebiliriz. Ekonomik krize niye düşülmüştür? Devlet gelirleri çar-çur edildiği için veya bankalar sistemi siyasete bağımlı kılındığı için veya aşırı borçlanıldığı için vs... Bunların hepsi ve ilave edebileceğimiz daha pek çok faktör ekonomik krizin doğmasına sebep olmuş veya esasen doğmuş veya doğacak krizin büyümesine yol açmıştır. Herhalde buna kimsenin itirazı yoktur. Yalnız burada unutulan husus, ekonomik krizin sebep değil, netice olduğudur.
O halde, gelin bir doktor gibi düşünelim ve karşımıza hasta olarak getirilen Türkiye'yi bir muayene edelim:
Önce neye bakacağız? Karşımıza getirilen kişinin gerçekten hasta olup olmadığını anlamak gerekir. Bunun için onu muayene edeceğiz. İlk bakacağımız, hastanın ateşidir. Eğer hasta olarak getirilen kişinin ateşi yüksekse, yüksek ateş bir hastalık belirtisidir. O halde, o kişinin hasta olma ihtimali değil, hasta olduğu gerçeği vardır. Türkiye'nin ateşi de enflasyondur. Enflasyon yüksekse ekonomi hastadır. Ancak, her ateş tehlikeli bir hastalığın habercisi olmayabilir ve aspirin gibi basit ilaçlarla bile düşürülebilir.
O zaman, yapacağımız şey, yüksek ateşin yanında başka bulguların olup olmadığını araştırmamız gerekir ki, hem hastalığın cinsini anlıyalım, hem de tedaviye başlıyabilelim. Bunun için de, tahliller yapacağız, kan ve idrar örnekleri alacağız. Önce kan tahlilini yapalım: Türkiye'nin kanı da paradır. Eğer, paranız yeterince yoksa yani tedavüldeki paranız yetersizse, kansızlık çekiyorsunuz demektir. Nitekim Türkiye'nin tedavüldeki parası son derecede kısıtlı olduğundan, piyasalarda bir talep daralması vardır. Buna yüksek enflasyonu da eklerseniz talep daralması daha artmaktadır. Bu da piyasaların sıkışmasına yol açmaktadır. Halbuki Türkiye'nin hem iç hem de dış talebi artırması gerekmektedir. Yüksek enflasyon sebebiyle iç talep daraltılırken, dövizin baskı altında ve düşük kurda tutulması sebebiyle Türk mallarına olan dış talep de daraltılmış idi. Şimdi bu dş talep, dövizin fiyatının dalgalanmaya bırakılmasıyla bir miktar genişletilebilir. Ama halen hastamızın kansızlığı devam etmektedir.
Hastamızın idrar tahlilini yaptığımızda da, idrarında hastalık belirtileri tesbit edilmektedir. Bunlar da yolsuzluk ve hırsızlıktır. Gerçekten, kan tahlilinde gözükmeyen bazı hastalıkların idrar tahlilinde gözükmesi gibi, ekonomiyle hiç alakası yokmuş gibi gözüken hırsızlık ve yolsuzluk, ekonomiyi bugün felç olma noktasına getirmiştir. Nitekim, hiç bir iktisatçı, ekonomik modelleri ve bu modellerde kalkınmayı veya kalkınamamayı tarif ederken, hırsızlık ve yolsuzluğu kalkınmanın veya kalkınamamanın sebepleri arasında göstermez. Ama Türkiye öyle bir noktaya gelmiştir ki, yolsuzluk ve hırsızlık hem geri kalmışlığımızın hem de ekonomik ve siyasi krizin sebeleri arasına girmiştir.
Hastamızın tetkikleri bitti mi? Bitmedi, daha sırada akciğer röntgeni var, emarlar var. Türkiye'nin ciğerleri de hukuk ve demokrasidir. Akciğeri hukuk, karaciğeri de demokrasidir. Akciğerlere baktığımızda röntgende lekeler görüyoruz. Bunlar hukuk ihlalleridir. Ciğerin pek çok yerinde bu lekeleri görüyoruz. Kimisi türban olmuş, kimisi toplantı hürriyeti, kimisi sendika hakkı vs... O halde hastamızın ciğerleri de rahatsız. Henüz bu lekeler kansere dönüşmemiş ama gereken ilgi gösterilmez ve ilacı verilmezse kansere dönüşmesi uzak değil...
Karaciğere bakıyoruz; yetersizlik var. Safra kesesi fonksiyonunu yerine tam olarak getiremiyor. Emara sıra geldiğinde beyinde ve omurlarda hasar tesbit ediyoruz. Beyin, mevcut sistemdir. Çünkü bütün vücudu o yönlendiriyor. Omurlara baktığımızda da hem omurda eğrilik, hem de bu eğrilik sebebiyle sinirlerin daraldığını görüyoruz. Türkiye'nin omurları siyaset kurumudur. Omuriliği de TBMM'dir. Siyaset öylesine eğrilmiştir ki, Türkiye çarpık yürümekte ve kamburlaşmaktadır. Bu çarpılma ve kamburlaşma ise, o omurların içinde yer alan TBMM'yi sıkıştırmaktadır. Hatta yer yer felç gelen bölgeler vardır.
İşte karşımızdaki kişinin röntgenini ve emarlarını çekip ateşini ölçtüğümüz ve tahlillerini yaptığımız zaman karşımıza çıkan tablo budur. Bu tabloya kulak burun boğaz, göz, hariciye vs... gibi bölümleri de eklediğimizde her bir klinik bulgu bizi başka bir hastalığa götürmektedir. Yani karşımızdaki kişi gerçekten hastadır ve ölmek üzeredir.
Hastamızın, yani Türkiye'nin durumu ağırdır ve ölüm döşeğindedir. Ama biz doktoruz, hastayı bu halde bırakacak değiliz. Doktor olarak yapmamız gerekenlerin neler olduğunu, bir sonraki yazımızda ele alalım.
Sacit Kayasu
O halde, gelin bir doktor gibi düşünelim ve karşımıza hasta olarak getirilen Türkiye'yi bir muayene edelim:
Önce neye bakacağız? Karşımıza getirilen kişinin gerçekten hasta olup olmadığını anlamak gerekir. Bunun için onu muayene edeceğiz. İlk bakacağımız, hastanın ateşidir. Eğer hasta olarak getirilen kişinin ateşi yüksekse, yüksek ateş bir hastalık belirtisidir. O halde, o kişinin hasta olma ihtimali değil, hasta olduğu gerçeği vardır. Türkiye'nin ateşi de enflasyondur. Enflasyon yüksekse ekonomi hastadır. Ancak, her ateş tehlikeli bir hastalığın habercisi olmayabilir ve aspirin gibi basit ilaçlarla bile düşürülebilir.
O zaman, yapacağımız şey, yüksek ateşin yanında başka bulguların olup olmadığını araştırmamız gerekir ki, hem hastalığın cinsini anlıyalım, hem de tedaviye başlıyabilelim. Bunun için de, tahliller yapacağız, kan ve idrar örnekleri alacağız. Önce kan tahlilini yapalım: Türkiye'nin kanı da paradır. Eğer, paranız yeterince yoksa yani tedavüldeki paranız yetersizse, kansızlık çekiyorsunuz demektir. Nitekim Türkiye'nin tedavüldeki parası son derecede kısıtlı olduğundan, piyasalarda bir talep daralması vardır. Buna yüksek enflasyonu da eklerseniz talep daralması daha artmaktadır. Bu da piyasaların sıkışmasına yol açmaktadır. Halbuki Türkiye'nin hem iç hem de dış talebi artırması gerekmektedir. Yüksek enflasyon sebebiyle iç talep daraltılırken, dövizin baskı altında ve düşük kurda tutulması sebebiyle Türk mallarına olan dış talep de daraltılmış idi. Şimdi bu dş talep, dövizin fiyatının dalgalanmaya bırakılmasıyla bir miktar genişletilebilir. Ama halen hastamızın kansızlığı devam etmektedir.
Hastamızın idrar tahlilini yaptığımızda da, idrarında hastalık belirtileri tesbit edilmektedir. Bunlar da yolsuzluk ve hırsızlıktır. Gerçekten, kan tahlilinde gözükmeyen bazı hastalıkların idrar tahlilinde gözükmesi gibi, ekonomiyle hiç alakası yokmuş gibi gözüken hırsızlık ve yolsuzluk, ekonomiyi bugün felç olma noktasına getirmiştir. Nitekim, hiç bir iktisatçı, ekonomik modelleri ve bu modellerde kalkınmayı veya kalkınamamayı tarif ederken, hırsızlık ve yolsuzluğu kalkınmanın veya kalkınamamanın sebepleri arasında göstermez. Ama Türkiye öyle bir noktaya gelmiştir ki, yolsuzluk ve hırsızlık hem geri kalmışlığımızın hem de ekonomik ve siyasi krizin sebeleri arasına girmiştir.
Hastamızın tetkikleri bitti mi? Bitmedi, daha sırada akciğer röntgeni var, emarlar var. Türkiye'nin ciğerleri de hukuk ve demokrasidir. Akciğeri hukuk, karaciğeri de demokrasidir. Akciğerlere baktığımızda röntgende lekeler görüyoruz. Bunlar hukuk ihlalleridir. Ciğerin pek çok yerinde bu lekeleri görüyoruz. Kimisi türban olmuş, kimisi toplantı hürriyeti, kimisi sendika hakkı vs... O halde hastamızın ciğerleri de rahatsız. Henüz bu lekeler kansere dönüşmemiş ama gereken ilgi gösterilmez ve ilacı verilmezse kansere dönüşmesi uzak değil...
Karaciğere bakıyoruz; yetersizlik var. Safra kesesi fonksiyonunu yerine tam olarak getiremiyor. Emara sıra geldiğinde beyinde ve omurlarda hasar tesbit ediyoruz. Beyin, mevcut sistemdir. Çünkü bütün vücudu o yönlendiriyor. Omurlara baktığımızda da hem omurda eğrilik, hem de bu eğrilik sebebiyle sinirlerin daraldığını görüyoruz. Türkiye'nin omurları siyaset kurumudur. Omuriliği de TBMM'dir. Siyaset öylesine eğrilmiştir ki, Türkiye çarpık yürümekte ve kamburlaşmaktadır. Bu çarpılma ve kamburlaşma ise, o omurların içinde yer alan TBMM'yi sıkıştırmaktadır. Hatta yer yer felç gelen bölgeler vardır.
İşte karşımızdaki kişinin röntgenini ve emarlarını çekip ateşini ölçtüğümüz ve tahlillerini yaptığımız zaman karşımıza çıkan tablo budur. Bu tabloya kulak burun boğaz, göz, hariciye vs... gibi bölümleri de eklediğimizde her bir klinik bulgu bizi başka bir hastalığa götürmektedir. Yani karşımızdaki kişi gerçekten hastadır ve ölmek üzeredir.
Hastamızın, yani Türkiye'nin durumu ağırdır ve ölüm döşeğindedir. Ama biz doktoruz, hastayı bu halde bırakacak değiliz. Doktor olarak yapmamız gerekenlerin neler olduğunu, bir sonraki yazımızda ele alalım.
Sacit Kayasu
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.