Aslında, teknoloji hayatımıza tam olarak girmeye başladığı yıllar bizi birçok zahmetten kurtaracağını düşünüyorduk. Nitekim öyle de oldu; bizi birçok zahmetten kurtardı ama birçok zahmeti de beraberinde getirdi.
Ne deniyordu buna halk arasında: "Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak." Evet, fakat bir tık fazlasıyla; biz yağmurdan kaçarken sele tutulduk.
Asla teknoloji düşmanı bir bağnaz olduğum anlaşılmasın, zira ben mağarada yaşamıyorum ve şu an bu satırları bile kendi bilgisayarımda yazıyorum. Yani, teknolojiyi kullanıyorum, çünkü işime yarıyor.
Ama sorun şurada ki; teknolojinin bize getirdiği nimetlerden faydalanalım derken bu faydalanma safhası kontrol edilemez bir hale geldi. Oysaki ne çabuk unuttuk suyun bile fazlasının "su zehirlenmesine" yol açtığını.
Mesela, başlarda sevindik artık ilkel yahut uzun süren mesajlaşma yöntemlerini kullanmak zorunda kalmayacağız diye. Büyük bir şevkle etrafımızdaki herkesle mesajlaşmaya başladık, dünyada devasa bir sosyalleşme akımı patladı.
İnternet siteleri kuruldu, forumlar açıldı, mesajlaşma siteleri kuruldu ve ardından sosyal ağlar açılmaya başladı. Artık her hareketimizi paylaşabilir, her düşüncemizden bahsedebilir ve bunlara gelen yorumlar ile insanlarla daha fazla iletişime geçebilir, Amerika'nın-Afrika'nın-Asya'nın en ücra köşesindeki bir haberi bile evimizde oturup kahvemizi yudumlarken alabilirdik.
Bundan daha güzel ne olabilir ki? Daha güzeli olabilirdi belki ama biz işin ucunu kaçırmasaydık!
Evet, biz işin ucunu kaçırdık. Beynimiz sosyalleştikçe daha fazla dopamin yani mutluluk hormonu salgılayan bir organdır. Ne kadar sosyalleşirsek o kadar mutlu oluyoruz. Sosyalleş ve mutlu ol, sosyalleş ve ihtiyacın olan dopamini al…
Ve beynimiz bir müddet sonra, bu işten öylesine zevk almaya başlıyor ki bunu bırakamaz hale geliyor. Bunun sonucunda da etrafımızdan habersiz bir şekilde elimizde bir telefonla Instagram'dan Facebook'tan YouTube'dan başını kaldırmayan milyonlarca teknoloji bağımlısı yığınlar haline geliyoruz.
Peki ya gerçek hayat? Onu ne yapacağız. Biliyorum şu an "E Instagram'daki Facebook'taki YouTube'dakiler gerçek hayat değil mi?" diye soruyorsun bana. Hayır! Ben sana senin hayatından bahsediyorum, sen ise Ayşe'nin yaptığı tatilin fotoğraflarından, Mehmet'in paylaşımlarından, onun şunun bunun hayatından bahsediyorsun.
Hayır, bu senin hayatın değil. Sen başkalarının düşüncesine, yaşamına bağımlı bir hale gelmiş durumdasın ve bu yüzden kendi yaşamın günden güne elinden daha da kayıp gidiyor ve sen bunu fark etmezsen bazı şeyler için geç olabilir.
Mesela, önünde bir üniversite sınavı var belki de, ya da önemli bir iş görüşmesine hazırlanmak zorundasın ya da haftaya önemli bir sunumun var, belki de kendi kişisel hedeflerin var. Her şey olabilir bu. Ama sen ne yapıyorsun? Ben Instagram'da ne paylaşmışım, başka birisi Facebook'ta ne yazmış, başka birisine neler olmuş onlara bakıyorsun…
O halde sana şöyle sorayım: Peki sana ne olacak? Hep bize ne olduğuyla ilgileniyorsun, gerçekten çok iyi kalplisin teşekkür ederim ama hiçbirimizin ilgiye ihtiyacı yok bu kadar. En azından benim yok, ben senin ne olacağını daha çok umursuyorum.
Bu yüzden artık bir karar vermelisin.
Sana teknolojiden tamamen uzaklaş, git bir mağarada yaşa demiyorum. Sana demek istediğim şey, seni hedeflerinden ve sorumluluklarından alıkoyan her türlü sosyal medyaya net bir şekilde set çekmendir.
Ve bunun kolay olacağını da iddia etmiyorum, zorlanacaksın ve geri dönmek isteyeceksin çünkü beynin kolay yoldan dopamin kazanabileceği bir yol elde etmişti ve sen ise onun bu zevkini elinden alıyorsun. Elbette buna sinirlenecek ve sana karşı koyacaktır. O yüzden bu süreçte sakin ve emin bir şekilde ilerlemelisin.
Unutma, hedeflerini başarmanın o dayanılmaz mutluluğu ve sorumluluklarını yerine getirmenin verdiği o hafifliği sosyal medyadan alacağın ufak çaplı ve kısa süreli mutluluklar için feda edersen bu hayatında yapacağın en kazançsız seçimlerden biri olacaktır.
Yukarıda da dediğim gibi, eğer bu bağımlılığına karşı savaş açıyorsan o halde bunun kolay olmayacağını baştan kabul etmelisin ve her alışkanlıkta olduğu gibi bu alışkanlıkta da mantıklı bir yol izlemelisin. Mesela, başta yalnızca ufak çaplı değişiklikler yapabilirsin; günün ya da saatin belli aralıklarında sosyal medyaya bakmak ve kalan zamanda kendi işlerine odaklanmak gibi.
Örneğin, her saat başı sosyal medyaya göz atmak için kendine beş dakika verebilirsin. Böylece ondan tamamen mahrum kalmayacak ve iradeni gereksiz yere zorlamak zorunda olmayacaksın. Ve gitgide bu süreyi arttırabilirsin, mesela iki saatte bir on dakikalık sosyal medya izni verebilirsin kendine.
Benim aklıma gelenler bunlar ama eminim senin aklına daha iyi yöntemler gelecektir çünkü sosyal medyaya olan bağımlılığın ne durumda ve nasıldır bunu bilemem. Eğer bir bağımlılığın varsa bunu en iyi şekilde ancak kendin tanımlayabilirsin ve kendin için en iyi yöntemi bulabilirsin.
Eğer bir bağımlılığın varsa, bunun olduğunu hissediyorsan ve bundan kurtularak artık bu boşa geçen vakti amaçlarına ve sorumluluklarına odaklamak istiyorsan o halde kendini bu bağımlılıktan tamamen koparmayacaksın ama yavaş yavaş ve emin adımlarla bu bağımlılıktan vazgeçeceksin. Ve böylece günün birinde belki de artık eskisi kadar umursamadığın o sosyal medyada bir yerlerde birilerinin senin ve başarıların hakkında konuştuğunu bilmek seni mutlu edecektir.
Çünkü bu her zaman böyledir: başkaları hakkında konuşmayı bırakıp kendin için konuşmaya, kendin için yapmaya başladığın zaman o "başkaları" bu sefer senin ve başarıların hakkında konuşmaya başlayacaktır.
Başka bir gezegende ya da paralel bir evrende işler nasıl yürürdü en ufak bir bilgim yok ama bizim gezegenimizde işlerin bu şekilde yürüdüğü konusunda net bir şekilde eminim. Eğer konuşulan insan olmak istiyorsak konuşan insan olmayı bırakmamız gerekiyor.
- İncirlik / 30.04.2018
- Yapılarda güneş panelleri / 09.04.2018
- Yağma yok petrol var / 21.03.2018
- Yap İşlet Devret (YİD) / 14.02.2018