Son haftalarda Irak ile Suriye arasındaki diplomasi trafiği yoğunluk kazandı. Bakanlar seviyesinde başlatılan ikili müzakereler Devlet (Hükümet) başkanları seviyesine kadar çıkarıldı.
Şam-Bağdat arasındaki sıcak yakınlaşmaya ivme kazandıran bu turların son ayağını ise Irak Başkan Yardımcısı Taha Yasin Ramazan ile suriye Başbakanı Mustafa Miro'nun biraraya gelmesi oluşturdu.
ABD'li diplomatik çevreler bu görüşme ve sıcak diyaloğu "Bölgede Türkiye-İsrail yakınlaşmasına karşı yeni bir stratejik cephe" olarak tanımlıyorlar.
Haberlere göre Irak ya da Suriye'nin İsrail saldırısına maruz kalması durumunda ülkeler birbirine askeri açıdan destek çıkacaklar. İki ülke arasında savunma ve istihbarat alanlarında dayanışma öngörülüyor. İki ülke başkentinde askeri komuta merkezleri oluşturulacak ve koordineli faaliyetlere gidilecek.
Kısacası ABD patentli haberler bu yakınlaşmayı, bölgedeki menfaatleri için tehdit olarak algılamaktalar.
Gerek Suriye gerek se Irak kendi bölgelerinde ABD'nin askeri ve ekonomik ambargosuna maruz kalan ülkeler. ABD'yi İsrail'e endeksli politika izlemekle suçlayan Irak ve Suriye'nin, şu ortamda ortak hareket ediyor olmalarını da doğal karşılamak gerek. Bir nevi "Düşmanımın düşmanı dostumdur" mantığı bizi bu sonuca götürüyor.
Evet Türkiye'nin güney hinderlandında bu gelişmeler yaşanırken Ankara iç politik manevralarla uğraşmakta.
Şu da bir gerçek ki; Ankara, İran-Irak-Suriye gibi komşularıyla ikili ilişkiler içine girdiğinde Avrupa ve ABD'den tepki alıyor. Bu bölgelerde Türkiye'nin etkinlik kazanması ve başat ülke konumuna gelmesi istenmiyor.
Ankara Ortadoğu'ya Batı cephesinden değerlendirmelerle yaklaşıyor ve kendi algılamasından ziyade Batı'nın algılamalarıyla tavır koyuyor.
Bu tavır da "Dostumun düşmanı düşmanımdır" algılaması.
Uluslararası ilişkiler literatüründe dost-düşman kavramlarını elastik bir değerlendirme olarak baz aldığımızda komşularımıza ve Batı'ya karşı bakış açımız da değişecektir mutlaka. "Dostumun düşmanı benim düşmanım olmak zorunda mıdır?"
İrdelenmesi gereken bir değerlendirme.
Cevat KIŞLALI
Şam-Bağdat arasındaki sıcak yakınlaşmaya ivme kazandıran bu turların son ayağını ise Irak Başkan Yardımcısı Taha Yasin Ramazan ile suriye Başbakanı Mustafa Miro'nun biraraya gelmesi oluşturdu.
ABD'li diplomatik çevreler bu görüşme ve sıcak diyaloğu "Bölgede Türkiye-İsrail yakınlaşmasına karşı yeni bir stratejik cephe" olarak tanımlıyorlar.
Haberlere göre Irak ya da Suriye'nin İsrail saldırısına maruz kalması durumunda ülkeler birbirine askeri açıdan destek çıkacaklar. İki ülke arasında savunma ve istihbarat alanlarında dayanışma öngörülüyor. İki ülke başkentinde askeri komuta merkezleri oluşturulacak ve koordineli faaliyetlere gidilecek.
Kısacası ABD patentli haberler bu yakınlaşmayı, bölgedeki menfaatleri için tehdit olarak algılamaktalar.
Gerek Suriye gerek se Irak kendi bölgelerinde ABD'nin askeri ve ekonomik ambargosuna maruz kalan ülkeler. ABD'yi İsrail'e endeksli politika izlemekle suçlayan Irak ve Suriye'nin, şu ortamda ortak hareket ediyor olmalarını da doğal karşılamak gerek. Bir nevi "Düşmanımın düşmanı dostumdur" mantığı bizi bu sonuca götürüyor.
Evet Türkiye'nin güney hinderlandında bu gelişmeler yaşanırken Ankara iç politik manevralarla uğraşmakta.
Şu da bir gerçek ki; Ankara, İran-Irak-Suriye gibi komşularıyla ikili ilişkiler içine girdiğinde Avrupa ve ABD'den tepki alıyor. Bu bölgelerde Türkiye'nin etkinlik kazanması ve başat ülke konumuna gelmesi istenmiyor.
Ankara Ortadoğu'ya Batı cephesinden değerlendirmelerle yaklaşıyor ve kendi algılamasından ziyade Batı'nın algılamalarıyla tavır koyuyor.
Bu tavır da "Dostumun düşmanı düşmanımdır" algılaması.
Uluslararası ilişkiler literatüründe dost-düşman kavramlarını elastik bir değerlendirme olarak baz aldığımızda komşularımıza ve Batı'ya karşı bakış açımız da değişecektir mutlaka. "Dostumun düşmanı benim düşmanım olmak zorunda mıdır?"
İrdelenmesi gereken bir değerlendirme.
Cevat KIŞLALI
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.