Sessiz zikir bid’ati ve cehrî zikir -1-
Allah, nübüvvet nurunu Peygamber Efendimizde (s.a.a.), velâyet nurunu da Peygamber Efendimiz (s.a.a.) kanalıyla Hz. Ali’de cem etmiştir. Bu, Allah’ın seçtiği bir yoldur
18.12.2024 08:05:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Allah, nübüvvet nurunu Peygamber Efendimizde (s.a.a.), velâyet nurunu da Peygamber Efendimiz (s.a.a.) kanalıyla Hz. Ali'de cem etmiştir. Bu, Allah'ın seçtiği bir yoldur.
Peygamber Efendimizden sonra, velâyet İmam Ali Efendimize Rabbimizin bir ihsanıdır. Hz. Ali (k.v.) hakikate açılan kapıdır. İlim sahasının hem zâhirde, hem bâtında Peygambere (s.a.a.) açılan kapısıdır.
İmam Ali'den (radiyallahu anh); "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır."
Peygamber Efendimiz Hz. Cebrail'den aldığını, öğrendiğini Hz. Ali Efendimize öğretiyor.
Eğer Hakk tanınmak isteniyorsa; Ali (k.v.) kapısından geçilmesi gerekmektedir. O kapı Peygamber deryasına, oradan da Derya-yı Ehadiyyete açılıyor. Yani Ali'siz (k.v.) o kapıdan girilmez.
Tasavvuf ehlinin tamamı velâyetin başı olan Hz. Ali'ye (k.v.) bağlıdır. Hz. Ali (k.v.) ve bütün Ehl-i Beyt İmamları cehrî zikir yapmışlardır.
Abdu'l-Hâlik Gecduvânî'yi Nakşî gelenekte önemli hâle getiren temel husus, Resûlullah'tan (s.a.a.) beri yapılagelen cehrî zikir usulünü değiştirerek "sessiz usul" ihdas etmesidir. Bu başlı başına büyük bir bid'attir.
Nakşi meşayihinden olan, Kasım Kufralı şunları söylemektedir:
"Yûsuf el-Hemedânî'nin tarikatinde esas ittihaz ettiği zikir usulü, cehrî olarak Hoca Ahmed Yesevî ile Türkistan'da yayılırken, Abdü'l-Hâlik Gecduvânî bu hususta sessiz yolu ihdas eylemiştir. Menkıbeye göre; Hızır, Gecduvânî'ye havuza dalarak zikretmesini söylemiştir. Bu hâlde, ancak kalp ile zikredildiğini anlayan Gecduvânî de bu yolda zikre koyulmuştur."
Yesevî kaynaklarının yanı sıra, "Reşahat" ve "Hazarâtu'l-Kuds" gibi Nakşî metinlerde bile Yûsuf Hamadanî'nin cehrî zikir yaptığı beyan edilmektedir.
Hamadanî ve Ahmet Yesevî'nin açık bir şekilde cehrî yani sesli zikir metodunu uygulamasına rağmen, Hamadanî'nin hâlifesi olarak takdim edilen Gecduvânî'nin kendinden önce gösterilen mürşitlerin ve Ehl-i Beyt evladının metodunu bir tarafa bırakıp, Hızır ile görüştüğünü iddia ederek sessiz zikri benimsemesi, tarihte yaşanan en ciddi bid'atlerdendir.
Nitekim Gecduvânî'nin hâlifeleri bile Gecduvânî'yi takip etmemişler, cehrî zikri devam ettirmişlerdir.
İslam tasavvuf tarihi ve Nakşîbendîlik ekolü uzmanı Prof. Dr. Necdet Tosun, Nakşîbendî kaynaklarından şunları aktarıyor:
"Nakşîbendîyye tarikatının ulularından Abdu'l-Hâlik Gecduvânî'ye nispet edilen 'Makamât-ı Yûsuf-i Hamadanî' isimli eserde şeyhi Yûsuf Hamadanî'nin dilinden şu sözler nakledilmiştir; Bu zikir telkini, önce Hz. Ebu Bekir'in (ö:m.634) gönlüne olmuştur. Ondan Salman-i Farisî'ye (ö:m.656) ulaşmış, ondan Ca'fer-i Sâdık'a (ö:m.765), ondan Bayezid Bestamî'ye (ö:m.875), ondan Ebu'l-Hasan Harakanî'ye (ö:m. 1033), ondan büyük şeyh Ebu Ali Farmedî'ye (ö:m.1084) ve ondan da bana ulaşmıştır."
İmam Ca'fer es-Sâdık'ın akide ve fıkhını, Hz. Ebu Bekir'e biat etmeyen Salman-i Farisî'nin hilafet görüşünü kabul etmeyen Nakşîbendîlerin, onları güya "silsile-i sadat" halkalarına almaları sadece uydurma değil, bir istismardır.
Emir Külâl'in,cehrî zikre karşı çıktığı için dergâhtan men ettiği Nakşîbend, üveysî yolla kendi postnişinliğini ilan ediyor ve Gecduvânî'nin sessiz zikir bid'atini ihya ediyor.
Ancak Nakşîbend'in mürşidi diye gösterilen Seyyid Emir Külâl'in Bahaeddin Nakşîbend'i cehrî zikre muhâlefeti yüzünden dergâhtan men etmesi elbette mânidârdır. Bu konu ile ilgili olarak, Abdulmecid Hanî, "el-Hadâiku'l-Verdiyye" adlı kitabında şunları naklediyor:
"Şah-ı Nakşîbendî (d: 718h. 1318m.) üveysîdir. Kendisini Abdu'l-Hâlik Gecduvânî'nin (ö:595h. 1199m.) ruhaniyeti terbiye etmiştir. Dedem Muhammed, el-Behçetü's-Seniyye isimli kitabında belirttiğine göre Şah-ı Nakşîbend, bu yolun başına geçtiğinde işin zor yönünü seçti.
Şeyh Mahmud Encir Fağnevî'nin devrinden Seyyid Emir Külâl'e kadar cehrî zikir yapmak üzere cemaat toplanır, cehrî zikir yapılırdı. Nakşîbend, işin başına geçtiğinde (o döneme kadarki uygulamanın aksine) gizli zikre karar kıldı.
Seyyid Emir Külâl'in müridleri toplanıp cehrî zikre başladıklarında, Nakşîbend oradan ayrılırdı. Bu sebeple diğerleri (Emir Külâl'in sohbetine devam eden müridân) Nakşîbend için iyi şeyler düşünmezlerdi…
Nitekim bir gün Emir Külâl ona hitaben, 'Sana izin veriyorum, kendine meşayih ara ve onlardan istifade et' diyerek yol verdi."
Bunun yanı sıra, deverân ve cehrî zikri muhâliflere karşı savunan Nakşî-Müceddiyye meşâyihinin varlığı da mânidârdır. Sonraki dönem bazı Nakşîbendî-Müceddiyye meşâyihi, sesli zikri ve deverânı, muhâliflere karşı savunan risâleler kaleme almışlardır. (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Peygamber Efendimizden sonra, velâyet İmam Ali Efendimize Rabbimizin bir ihsanıdır. Hz. Ali (k.v.) hakikate açılan kapıdır. İlim sahasının hem zâhirde, hem bâtında Peygambere (s.a.a.) açılan kapısıdır.
İmam Ali'den (radiyallahu anh); "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır."
Peygamber Efendimiz Hz. Cebrail'den aldığını, öğrendiğini Hz. Ali Efendimize öğretiyor.
Eğer Hakk tanınmak isteniyorsa; Ali (k.v.) kapısından geçilmesi gerekmektedir. O kapı Peygamber deryasına, oradan da Derya-yı Ehadiyyete açılıyor. Yani Ali'siz (k.v.) o kapıdan girilmez.
Tasavvuf ehlinin tamamı velâyetin başı olan Hz. Ali'ye (k.v.) bağlıdır. Hz. Ali (k.v.) ve bütün Ehl-i Beyt İmamları cehrî zikir yapmışlardır.
Abdu'l-Hâlik Gecduvânî'yi Nakşî gelenekte önemli hâle getiren temel husus, Resûlullah'tan (s.a.a.) beri yapılagelen cehrî zikir usulünü değiştirerek "sessiz usul" ihdas etmesidir. Bu başlı başına büyük bir bid'attir.
Nakşi meşayihinden olan, Kasım Kufralı şunları söylemektedir:
"Yûsuf el-Hemedânî'nin tarikatinde esas ittihaz ettiği zikir usulü, cehrî olarak Hoca Ahmed Yesevî ile Türkistan'da yayılırken, Abdü'l-Hâlik Gecduvânî bu hususta sessiz yolu ihdas eylemiştir. Menkıbeye göre; Hızır, Gecduvânî'ye havuza dalarak zikretmesini söylemiştir. Bu hâlde, ancak kalp ile zikredildiğini anlayan Gecduvânî de bu yolda zikre koyulmuştur."
Yesevî kaynaklarının yanı sıra, "Reşahat" ve "Hazarâtu'l-Kuds" gibi Nakşî metinlerde bile Yûsuf Hamadanî'nin cehrî zikir yaptığı beyan edilmektedir.
Hamadanî ve Ahmet Yesevî'nin açık bir şekilde cehrî yani sesli zikir metodunu uygulamasına rağmen, Hamadanî'nin hâlifesi olarak takdim edilen Gecduvânî'nin kendinden önce gösterilen mürşitlerin ve Ehl-i Beyt evladının metodunu bir tarafa bırakıp, Hızır ile görüştüğünü iddia ederek sessiz zikri benimsemesi, tarihte yaşanan en ciddi bid'atlerdendir.
Nitekim Gecduvânî'nin hâlifeleri bile Gecduvânî'yi takip etmemişler, cehrî zikri devam ettirmişlerdir.
İslam tasavvuf tarihi ve Nakşîbendîlik ekolü uzmanı Prof. Dr. Necdet Tosun, Nakşîbendî kaynaklarından şunları aktarıyor:
"Nakşîbendîyye tarikatının ulularından Abdu'l-Hâlik Gecduvânî'ye nispet edilen 'Makamât-ı Yûsuf-i Hamadanî' isimli eserde şeyhi Yûsuf Hamadanî'nin dilinden şu sözler nakledilmiştir; Bu zikir telkini, önce Hz. Ebu Bekir'in (ö:m.634) gönlüne olmuştur. Ondan Salman-i Farisî'ye (ö:m.656) ulaşmış, ondan Ca'fer-i Sâdık'a (ö:m.765), ondan Bayezid Bestamî'ye (ö:m.875), ondan Ebu'l-Hasan Harakanî'ye (ö:m. 1033), ondan büyük şeyh Ebu Ali Farmedî'ye (ö:m.1084) ve ondan da bana ulaşmıştır."
İmam Ca'fer es-Sâdık'ın akide ve fıkhını, Hz. Ebu Bekir'e biat etmeyen Salman-i Farisî'nin hilafet görüşünü kabul etmeyen Nakşîbendîlerin, onları güya "silsile-i sadat" halkalarına almaları sadece uydurma değil, bir istismardır.
Emir Külâl'in,cehrî zikre karşı çıktığı için dergâhtan men ettiği Nakşîbend, üveysî yolla kendi postnişinliğini ilan ediyor ve Gecduvânî'nin sessiz zikir bid'atini ihya ediyor.
Ancak Nakşîbend'in mürşidi diye gösterilen Seyyid Emir Külâl'in Bahaeddin Nakşîbend'i cehrî zikre muhâlefeti yüzünden dergâhtan men etmesi elbette mânidârdır. Bu konu ile ilgili olarak, Abdulmecid Hanî, "el-Hadâiku'l-Verdiyye" adlı kitabında şunları naklediyor:
"Şah-ı Nakşîbendî (d: 718h. 1318m.) üveysîdir. Kendisini Abdu'l-Hâlik Gecduvânî'nin (ö:595h. 1199m.) ruhaniyeti terbiye etmiştir. Dedem Muhammed, el-Behçetü's-Seniyye isimli kitabında belirttiğine göre Şah-ı Nakşîbend, bu yolun başına geçtiğinde işin zor yönünü seçti.
Şeyh Mahmud Encir Fağnevî'nin devrinden Seyyid Emir Külâl'e kadar cehrî zikir yapmak üzere cemaat toplanır, cehrî zikir yapılırdı. Nakşîbend, işin başına geçtiğinde (o döneme kadarki uygulamanın aksine) gizli zikre karar kıldı.
Seyyid Emir Külâl'in müridleri toplanıp cehrî zikre başladıklarında, Nakşîbend oradan ayrılırdı. Bu sebeple diğerleri (Emir Külâl'in sohbetine devam eden müridân) Nakşîbend için iyi şeyler düşünmezlerdi…
Nitekim bir gün Emir Külâl ona hitaben, 'Sana izin veriyorum, kendine meşayih ara ve onlardan istifade et' diyerek yol verdi."
Bunun yanı sıra, deverân ve cehrî zikri muhâliflere karşı savunan Nakşî-Müceddiyye meşâyihinin varlığı da mânidârdır. Sonraki dönem bazı Nakşîbendî-Müceddiyye meşâyihi, sesli zikri ve deverânı, muhâliflere karşı savunan risâleler kaleme almışlardır. (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.