2005 yılı hem Türkiye hem de KKTC için gerçekten de çalkantılı bir yıl olacak.
2004 yılını Avrupa Birliği'nden sözde tarih almakla bitirdik ama asıl önemli dönemeç 2005 ortalarında yaşanacak.
Özellikle Ekim ayı bizim için psikolojik bir eşik teşkil edecek.
Bir taraftan Türkiye ve Kıbrıs Türkü eşikten birkaç adım atabilmek için canhıraş bir gayret gösterirken bir taraftan da onları bu eşikten kapı dışına itmek isteyen çoğu ülke yeni taleplerle pisikolojik yönlendirmeler yapacaklar.
Rum tarafı Ekim ayına kadar Türkler'in adım atması gerektiği ısrarını sürdürüyor.
Rum lider Papadopulos müzakere için imzanın şart olduğunu söyleyerek adeta tehdit ediyor.
Rumlar'ın tehditi karşısında parmak dahi kıpırdatmayanlar, Türkiye'ye dayatmacı yaklaşarak tokat atmaya hazırlanıyor.
2004'ü Hollanda'nın dönem başkanlığında bitirdik. Hollandalı siyasiler bize ince ayar yaparak aylarca oyaladılar.
Bunu yaparken Fransa ve Avusturya'nın ikiyüzlü iç siyasetini ve yaklaşımını gerekçe gösterdiler.
Avusturyalılar şu anda Türk halkına antipatik yaklaşıyor.
Fransızların büyük oranı da Türkler'e karşı.
Chirac AB anayasasının 2005 yazından önce referanduma sunulması gerektiğini söyledi ve Türkiye'ye de "evet" denmesi gerektiğini dile getirdi.
Chirac bunu yaparken Türkiye'yi karşına almak istemiyor. Oysa Chirac'ın tam karşısında kendi halkı var.
Çoğu ülkenin bizi oyalamasına alışık olduğumuz için oyalandığımızın farkına varamadık. Farkına varan bazı Avrupalı ülkeler bile bu tutumdan rahatsız olarak dönem başkanı Hollandalı diplomatlara tepki gösterdiler.
Tepki gösterenleri biz "bizden yanalar" diyerek Türk dostu ilan ettik ama durum hiç de öyle değildi.
"Avrupa Birlikteliği"nde ortak bir kanaat var. Bu yıllardan beri böyle. Aynı sosyal dokunun ürünü olan ve aynı kültürün temsilciliğini yapan milletlerin birbirini bir anda dışlaması olanak dahilinde değil.
Türkiye'ye karşı soğukluk da burada başlıyor.
Doku ve kültür uyumsuzluğu asıl sorunu teşkil ediyor.
Ekonomi, siyaset ve dinin içiçe geçtiği Avrupa kültürünün Türkiye'ye negatif yansımaları da doğal.
Biz ne kadar çok onların Hıristiyanlığını sorgularsak onlar da "bizim Müslümanlığımızı sorgulamaktalar.
İkinci ve en önemli ayak da bu.
2005 gerçekten çalkantılı ve zorlu bir yıl olacak.
Psikolojik eşiklere alışmamız gerek.
2004 yılını Avrupa Birliği'nden sözde tarih almakla bitirdik ama asıl önemli dönemeç 2005 ortalarında yaşanacak.
Özellikle Ekim ayı bizim için psikolojik bir eşik teşkil edecek.
Bir taraftan Türkiye ve Kıbrıs Türkü eşikten birkaç adım atabilmek için canhıraş bir gayret gösterirken bir taraftan da onları bu eşikten kapı dışına itmek isteyen çoğu ülke yeni taleplerle pisikolojik yönlendirmeler yapacaklar.
Rum tarafı Ekim ayına kadar Türkler'in adım atması gerektiği ısrarını sürdürüyor.
Rum lider Papadopulos müzakere için imzanın şart olduğunu söyleyerek adeta tehdit ediyor.
Rumlar'ın tehditi karşısında parmak dahi kıpırdatmayanlar, Türkiye'ye dayatmacı yaklaşarak tokat atmaya hazırlanıyor.
2004'ü Hollanda'nın dönem başkanlığında bitirdik. Hollandalı siyasiler bize ince ayar yaparak aylarca oyaladılar.
Bunu yaparken Fransa ve Avusturya'nın ikiyüzlü iç siyasetini ve yaklaşımını gerekçe gösterdiler.
Avusturyalılar şu anda Türk halkına antipatik yaklaşıyor.
Fransızların büyük oranı da Türkler'e karşı.
Chirac AB anayasasının 2005 yazından önce referanduma sunulması gerektiğini söyledi ve Türkiye'ye de "evet" denmesi gerektiğini dile getirdi.
Chirac bunu yaparken Türkiye'yi karşına almak istemiyor. Oysa Chirac'ın tam karşısında kendi halkı var.
Çoğu ülkenin bizi oyalamasına alışık olduğumuz için oyalandığımızın farkına varamadık. Farkına varan bazı Avrupalı ülkeler bile bu tutumdan rahatsız olarak dönem başkanı Hollandalı diplomatlara tepki gösterdiler.
Tepki gösterenleri biz "bizden yanalar" diyerek Türk dostu ilan ettik ama durum hiç de öyle değildi.
"Avrupa Birlikteliği"nde ortak bir kanaat var. Bu yıllardan beri böyle. Aynı sosyal dokunun ürünü olan ve aynı kültürün temsilciliğini yapan milletlerin birbirini bir anda dışlaması olanak dahilinde değil.
Türkiye'ye karşı soğukluk da burada başlıyor.
Doku ve kültür uyumsuzluğu asıl sorunu teşkil ediyor.
Ekonomi, siyaset ve dinin içiçe geçtiği Avrupa kültürünün Türkiye'ye negatif yansımaları da doğal.
Biz ne kadar çok onların Hıristiyanlığını sorgularsak onlar da "bizim Müslümanlığımızı sorgulamaktalar.
İkinci ve en önemli ayak da bu.
2005 gerçekten çalkantılı ve zorlu bir yıl olacak.
Psikolojik eşiklere alışmamız gerek.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005