Baş Hoca hakkında geçmiş zamanda konuşmak bizi kahrediyor. Ben onunla beraber olduğum için kendimi bahtiyar sayıyorum, gurur duyuyorum. Biz elde ettiğimiz her şey için ona borçluyuz. Sovyetler döneminde yaşamış bir insanın din-iman sahibi olması da onun sayesindedir. Allah ona rahmet eylesin. Mekânı Cennet olsun. Bize ise düşen, Hocamızın başlattığı büyük işleri sonuna kadar devam ettirmektir.
Türkoğlu, Nobel mükâfatına aday, Allah yolcusu, dostumuz Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız sadece Milli Ekonomi Modeli değil, tüm eserleri bir, tam olan yeni sistemdir, onların içeriği kodlandırılmış yeni fikirler ansiklopedisidir, desek hiç de yanılmayız. O, iktisat ilmini sistemleştirmiş, yenilemiş, daha yüksek düzeye çıkarmış, yeni bir ilim yaratmıştır.
Türk dünyasının iktisat fikirlerinin hiçbir yerde denilmemiş yalnız bir yönünü değerli okuyucuların dikkatine sunmak istiyorum. O da şu: "Kaynakların sınırsız, ihtiyaçların sınırlı olduğu" tezi. Tüm dünya iktisatçılarından farklı olarak Hocamız, "Kaynakların sınırsız, ihtiyaçların ise sınırlı" olduğunu tespit etmiştir. Şu iktisat ilminde yeni bir fikirdir.
XX. yüzyılın sonlarında küreselleşmenin hızlanması ile insanoğlunun işleri küresel boyut aldı. O, kozmosa doğru ilerlemeye başladı. Bu ise toplumsal kalkınmanın her bir senaristini hem genişlenirdi, hem de sınırlandırdı. Onun kalkınma yönlerine büyük etki gösterdi. İnsanoğlunun sınırsız ihtiraslarının sonucu olarak küresel ısınma, ozon katlarındaki değişmeler, biyosferdeki uygunsuzluklar, birtakım hayvanat ve bitkisel kollarının yok olması şimdi tüm uygarlık için tehlike kaynağıdır. Dünyada en yüce düzeye ulaşmış enformasyon mekanizmasının ile doğanın tüm zenginlikleri, özel olarak insanoğlunun yaşam tarzı, ahlakı küresel güçlerin çıkarlarına, daha dakik deyimle iktisadi aç gözlülüğe, tamahına uygun şekilde yönetiliyor. Bugün dünyanın başta gelen tehlikesi küresel aç gözlülük desek hiç de yanılmayız.
Yıllardır mevcut olmuş manevi ortamın yok olması için direk tehdit yaratmıştır. Sosyal durumda ortaya çıkan farklılık ve sosyal-ekonomik çelişkiler daha çok derinlik sergiliyor.
Özetlesek, söylemek kaçınılmazdır ki, XX. yüzyılın ikinci yarısından uygarlık tam olarak yeni ortamda yaşıyor ve onun işlerinin tüm yönlerinde (ekolojik, enformasyon, sosyal) istikrarsızlık durmadan artıyor. Bunların da kökünde küresel hırs dayanıyor.
Zamanımızdaki gelişmiş ülkelerde birtakım ahlaki değerlerinden kaçılması, keyif çekmek hırsı ve her şeyin reva görülmesi düşüncesi gündelik hayatın bir parçasıdır. Aynı düşüncelerin şeytan tarafından kabul ettirilmesi iddia ediliyor. Şeytan her türlü hilelerle kendisinin haklı olduğunu insanları inandırıyor. Yalan dünya meydana geliyor, yalan olan amaçlar gündeme geliyor, Şeytan ise her zaman melek durumunda oluyor. Onlara hizmet edenler ise hak yolcuları gibi görünüyorlar.
Ayrıca tüm üretim alanlarını, hatta hizmet alanlarını tekelleştirdi. Sonuçta, bugün dünya ekonomisi az sayıda, ancak çok büyük uluslararası şirketlerin kontrolü altındadır. Yalnız ileri teknoloji alanları değil, mal ve hizmet ticareti de birkaç şirketin tekeline geçmiştir. Küresel tekeller, ulusal pazarların kontrolünü ele geçirerek, küçük işletmeleri yok etmekte ya da onları küresel bir dağıtımcının ağına dahil etmektedir. Dünya piyasalarındaki tekelci yayılmaların geleneksel biçimleri "şirketlerin satın alınması" ya da "birleşmesidir". Tekel karlarının çekiciliği, şirketlerin şiddetli bir rekabet ortamında sürekli olarak büyümesini zorunlu kılar. Büyümenin tek yolu, aynı alanda çalışan şirketlerin hangi yöntemle olursa olsun etkisiz kılınmasıdır. Bu da satın almaya da birleşme yolu ile sağlanmaktadır.
Şimdi geçelim küresel hırs mekanizmine. Şu mekanizmanın başında küresel tekelleşme, uluslararası şirketler duruyor. Uluslararası şirketlerin dünya için büyük tehditlerini şöyle tespit etmek mümkündür:
1- Ulus-ötesi şirketler son derecede değişik yapılanmalara, ulusal yasalardan kaçınma yeteneğine, büyük siyasi ve mali güce sahiptirler.
2- Ulus-ötesi şirketler yatırım yaptıkları ülkeye, kendi ürettikleri malları ihraç ettirmezler. Milli hükûmetlere döviz kazandıracak gerçek ihracat politikaları uygulamalarına imkân sağlamazlar. İhracat kısıtlaması, uluslararası şirketlerin ve örgütlenme biçimlerinin doğal bir sonucudur. Çünkü onlar dünyanın tüm piyasalarında var olmak için ve bölgeler düzeyinde sık-sık örgütlenmişlerdir. Uluslararası şirketler ihracata yönelik yatırımlar yolu ile milli devletlerin dış ticaretini denetimleri altına alırlar.
3- Uluslararası şirketler vergi vermezler, mali açıdan denetlenemezler. Vergiden kurtulmak için küresel ticareti "Şirket içi ticaret" hâline getirmişlerdi. 50 yıldan çok zaman içinde oluşturulan yenidünya düzeni bu şirketlere vergiden kaçmalarını durduracak sayısız olanaklar sağlamaktadır.
Küreselleşmenin neoliberal görüşlere dayanan yeni dünya düzeni Keynes'in getirdiği devletçi iktisat politikası uygulamalarını ve ülkelerin ulusal bağımsızlığını ortadan kaldırmayı hedefler. Ekonomik, politik ve askeri yapılanmalar ile şu yapılanmaları düzenleyen uluslararası anlaşmaların tümü, küreselleşmenin, dolayısı ile ulus-ötesi şirketlerin ulus-devlete karşı olan tutumu üzerine inşa edilmiştir. Özetle ulus-ötesi şirketler ulus devletin düşmanıdır. Ulus-ötesi şirketler ülkenin siyasal egemenlik ve bağımsızlığını da zedeler. Büyük ekonomik güçlerle "devlet içinde devlet" konumuna gelirler.
Sonuç olarak Fransız İhtilalinden bugüne kadar temel siyasi aktör olan ulus-devlet, halen mevcudiyetini koruyor olsa da, temelini oluşturan pek çok dayanağını kaybetmiş, klasik anlamdaki egemenlik yetkisini büyük ölçüde yitirmiş ve küreselleşmenin devleti olma yönünde önemli bir dönüşüme uğramıştır.
Şunu da kaydetmek gerekiyor ki, dünyada barışın ve insan haklarının korunması yönünde kurulan tüm uluslararası kuruluşlar da bu şirketlerin etkisi altına girmeye başlamışlar. Ekonomide küreselleşme yönünde atılan tüm adımlar bu şirketlerin büyümesine ve gelişmesine neden olmaktadır. Alınan her türlü karar ve uygulamada bu şirketlerin menfaattarı ön planda tutulmaktadır. Bu şirketlerin dünya ekonomik piyasasında yayılması ve büyümesi rekabet gücü düşük milli şirketlerin dağılmasına ve batmasına sebep olmaktadır. Ekonomik yönden kuvvetli şirketler küçük şirketlerin ekonomik piyasasını almakta ve onların daha da küçülmesine ve sonunda yok olmalarına sebep olmaktadır.
Kalkınmış ülkeler, yeni küresel güçler kalkınmakta olan ülkeleri onların yüz yıllardır senyoraj hakkını ele geçirmekle, özelleştirme ve borçlandırma mekanizması yolu ile sömürürler, ulusal kaynaklarını talan ederler.
Senyoraj hakkı her bir ülkenin para basılmasından kazandığı gelirin, ilk önce ABD tarafından ele geçirilir.
Tüm dünyada Dolar kâbusu dolanmaktadır. Sadece kâğıt parçasından oluşan Dolar öyle bir sihirli, daha doğrusu gerçek güç kazanmıştır ki, o dünyanın tüm zenginliklerini, tüm servetlerini, insan emeğinin ürünlerini, tarihi abideleri, dünyanın düşünen beyinlerini ele geçirsin, düşünen beyinleri ise kendi amaçlarına uygun olarak çalıştırsın.
Türkoğlu, Nobel mükâfatına aday, Allah yolcusu, dostumuz Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız sadece Milli Ekonomi Modeli değil, tüm eserleri bir, tam olan yeni sistemdir, onların içeriği kodlandırılmış yeni fikirler ansiklopedisidir, desek hiç de yanılmayız. O, iktisat ilmini sistemleştirmiş, yenilemiş, daha yüksek düzeye çıkarmış, yeni bir ilim yaratmıştır.
Türk dünyasının iktisat fikirlerinin hiçbir yerde denilmemiş yalnız bir yönünü değerli okuyucuların dikkatine sunmak istiyorum. O da şu: "Kaynakların sınırsız, ihtiyaçların sınırlı olduğu" tezi. Tüm dünya iktisatçılarından farklı olarak Hocamız, "Kaynakların sınırsız, ihtiyaçların ise sınırlı" olduğunu tespit etmiştir. Şu iktisat ilminde yeni bir fikirdir.
XX. yüzyılın sonlarında küreselleşmenin hızlanması ile insanoğlunun işleri küresel boyut aldı. O, kozmosa doğru ilerlemeye başladı. Bu ise toplumsal kalkınmanın her bir senaristini hem genişlenirdi, hem de sınırlandırdı. Onun kalkınma yönlerine büyük etki gösterdi. İnsanoğlunun sınırsız ihtiraslarının sonucu olarak küresel ısınma, ozon katlarındaki değişmeler, biyosferdeki uygunsuzluklar, birtakım hayvanat ve bitkisel kollarının yok olması şimdi tüm uygarlık için tehlike kaynağıdır. Dünyada en yüce düzeye ulaşmış enformasyon mekanizmasının ile doğanın tüm zenginlikleri, özel olarak insanoğlunun yaşam tarzı, ahlakı küresel güçlerin çıkarlarına, daha dakik deyimle iktisadi aç gözlülüğe, tamahına uygun şekilde yönetiliyor. Bugün dünyanın başta gelen tehlikesi küresel aç gözlülük desek hiç de yanılmayız.
Yıllardır mevcut olmuş manevi ortamın yok olması için direk tehdit yaratmıştır. Sosyal durumda ortaya çıkan farklılık ve sosyal-ekonomik çelişkiler daha çok derinlik sergiliyor.
Özetlesek, söylemek kaçınılmazdır ki, XX. yüzyılın ikinci yarısından uygarlık tam olarak yeni ortamda yaşıyor ve onun işlerinin tüm yönlerinde (ekolojik, enformasyon, sosyal) istikrarsızlık durmadan artıyor. Bunların da kökünde küresel hırs dayanıyor.
Zamanımızdaki gelişmiş ülkelerde birtakım ahlaki değerlerinden kaçılması, keyif çekmek hırsı ve her şeyin reva görülmesi düşüncesi gündelik hayatın bir parçasıdır. Aynı düşüncelerin şeytan tarafından kabul ettirilmesi iddia ediliyor. Şeytan her türlü hilelerle kendisinin haklı olduğunu insanları inandırıyor. Yalan dünya meydana geliyor, yalan olan amaçlar gündeme geliyor, Şeytan ise her zaman melek durumunda oluyor. Onlara hizmet edenler ise hak yolcuları gibi görünüyorlar.
Ayrıca tüm üretim alanlarını, hatta hizmet alanlarını tekelleştirdi. Sonuçta, bugün dünya ekonomisi az sayıda, ancak çok büyük uluslararası şirketlerin kontrolü altındadır. Yalnız ileri teknoloji alanları değil, mal ve hizmet ticareti de birkaç şirketin tekeline geçmiştir. Küresel tekeller, ulusal pazarların kontrolünü ele geçirerek, küçük işletmeleri yok etmekte ya da onları küresel bir dağıtımcının ağına dahil etmektedir. Dünya piyasalarındaki tekelci yayılmaların geleneksel biçimleri "şirketlerin satın alınması" ya da "birleşmesidir". Tekel karlarının çekiciliği, şirketlerin şiddetli bir rekabet ortamında sürekli olarak büyümesini zorunlu kılar. Büyümenin tek yolu, aynı alanda çalışan şirketlerin hangi yöntemle olursa olsun etkisiz kılınmasıdır. Bu da satın almaya da birleşme yolu ile sağlanmaktadır.
Şimdi geçelim küresel hırs mekanizmine. Şu mekanizmanın başında küresel tekelleşme, uluslararası şirketler duruyor. Uluslararası şirketlerin dünya için büyük tehditlerini şöyle tespit etmek mümkündür:
1- Ulus-ötesi şirketler son derecede değişik yapılanmalara, ulusal yasalardan kaçınma yeteneğine, büyük siyasi ve mali güce sahiptirler.
2- Ulus-ötesi şirketler yatırım yaptıkları ülkeye, kendi ürettikleri malları ihraç ettirmezler. Milli hükûmetlere döviz kazandıracak gerçek ihracat politikaları uygulamalarına imkân sağlamazlar. İhracat kısıtlaması, uluslararası şirketlerin ve örgütlenme biçimlerinin doğal bir sonucudur. Çünkü onlar dünyanın tüm piyasalarında var olmak için ve bölgeler düzeyinde sık-sık örgütlenmişlerdir. Uluslararası şirketler ihracata yönelik yatırımlar yolu ile milli devletlerin dış ticaretini denetimleri altına alırlar.
3- Uluslararası şirketler vergi vermezler, mali açıdan denetlenemezler. Vergiden kurtulmak için küresel ticareti "Şirket içi ticaret" hâline getirmişlerdi. 50 yıldan çok zaman içinde oluşturulan yenidünya düzeni bu şirketlere vergiden kaçmalarını durduracak sayısız olanaklar sağlamaktadır.
Küreselleşmenin neoliberal görüşlere dayanan yeni dünya düzeni Keynes'in getirdiği devletçi iktisat politikası uygulamalarını ve ülkelerin ulusal bağımsızlığını ortadan kaldırmayı hedefler. Ekonomik, politik ve askeri yapılanmalar ile şu yapılanmaları düzenleyen uluslararası anlaşmaların tümü, küreselleşmenin, dolayısı ile ulus-ötesi şirketlerin ulus-devlete karşı olan tutumu üzerine inşa edilmiştir. Özetle ulus-ötesi şirketler ulus devletin düşmanıdır. Ulus-ötesi şirketler ülkenin siyasal egemenlik ve bağımsızlığını da zedeler. Büyük ekonomik güçlerle "devlet içinde devlet" konumuna gelirler.
Sonuç olarak Fransız İhtilalinden bugüne kadar temel siyasi aktör olan ulus-devlet, halen mevcudiyetini koruyor olsa da, temelini oluşturan pek çok dayanağını kaybetmiş, klasik anlamdaki egemenlik yetkisini büyük ölçüde yitirmiş ve küreselleşmenin devleti olma yönünde önemli bir dönüşüme uğramıştır.
Şunu da kaydetmek gerekiyor ki, dünyada barışın ve insan haklarının korunması yönünde kurulan tüm uluslararası kuruluşlar da bu şirketlerin etkisi altına girmeye başlamışlar. Ekonomide küreselleşme yönünde atılan tüm adımlar bu şirketlerin büyümesine ve gelişmesine neden olmaktadır. Alınan her türlü karar ve uygulamada bu şirketlerin menfaattarı ön planda tutulmaktadır. Bu şirketlerin dünya ekonomik piyasasında yayılması ve büyümesi rekabet gücü düşük milli şirketlerin dağılmasına ve batmasına sebep olmaktadır. Ekonomik yönden kuvvetli şirketler küçük şirketlerin ekonomik piyasasını almakta ve onların daha da küçülmesine ve sonunda yok olmalarına sebep olmaktadır.
Kalkınmış ülkeler, yeni küresel güçler kalkınmakta olan ülkeleri onların yüz yıllardır senyoraj hakkını ele geçirmekle, özelleştirme ve borçlandırma mekanizması yolu ile sömürürler, ulusal kaynaklarını talan ederler.
Senyoraj hakkı her bir ülkenin para basılmasından kazandığı gelirin, ilk önce ABD tarafından ele geçirilir.
Tüm dünyada Dolar kâbusu dolanmaktadır. Sadece kâğıt parçasından oluşan Dolar öyle bir sihirli, daha doğrusu gerçek güç kazanmıştır ki, o dünyanın tüm zenginliklerini, tüm servetlerini, insan emeğinin ürünlerini, tarihi abideleri, dünyanın düşünen beyinlerini ele geçirsin, düşünen beyinleri ise kendi amaçlarına uygun olarak çalıştırsın.
Prof. Dr. Dünyamalı Veliyev / diğer yazıları