Peygamberimiz, Allah’ı en çok zikredenler için güzel örnektir
Peygamber Efendimize (s.a.a.) insan olarak baktığımız zaman, O’na yakışacak olan en güzel vasıf, insan-ı kâmil vasfıdır. Zâten bütün kemâller Peygamber Efendimiz (s.a.a.) de yansımıştır
04.12.2024 18:20:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Peygamber Efendimize (s.a.a.) insan olarak baktığımız zaman, O'na yakışacak olan en güzel vasıf, insan-ı kâmil vasfıdır. Zâten bütün kemâller Peygamber Efendimiz (s.a.a.) de yansımıştır.
Cenâb-ı Hakk, O'nu en güzel bir örnek olarak seçmiş, beşeriyete hediye olarak vermiştir. Kur'ân-ı Kerim'de O'nun bu yüce şahsiyeti için, "usvetün hasene/güzel örnek" denilmektedir.
"And olsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir."
Bu "örnek", insan olma örneğidir. İnsan denildiği zaman mutlaka onun yaşadığı kurumların tamamı akla gelir. Aile kurumudur, ticaret kurumudur, ziraî kurumdur, hukukî kurumlardır, devlet kurumudur.
Bütün bu kurumlar hatırımıza geliyor. Bu kurumların insanlığın menfaatine yürüyebilmesi, çalışabilmesi için, bu kurumları yürütecek olan fertlerin de düzgün olması, fevkalade kazanılmış şahıslar olması lazımdır.
Bundan olsa gerek ki, Peygamber Efendimizin yaşadığı toplumda temsil ettiği kurumlara baktığımız zaman, gerek zamanın, gerekse O'ndan sonra vücuda gelen zamanların en güçlü kurumları olduğunu görüyoruz.
Zaten insan-ı kâmil denilen şahıs, her dönemde, her devirde geçerli bir akçedir. Hele bu bir de peygamber olursa, Hz. Muhammed (s.a.a.) olursa. O'nun geçmeyeceği zaman, geçmeyeceği devir yoktur.
Böyle baktığımız zaman o çok mükemmel bir aile reisidir.
Yine Peygamber Efendimiz (s.a.a.) Medine-i Münevvere döneminde aile reisliğinin ötesinde bir de insanların reisi olarak vazife görmüşlerdir. Bugünkü mânâda O'na biz devlet başkanı diyoruz.
Yani O, bir devletin başı konumundaydı. O, -hayatına baktığımız zaman- gerek kendi dostlarıyla olan hukukunda, gerek dış temaslarında, haricî siyasetinde, yine dünyanın en üstün örneği olmuştur. Yani, O, sadece kendi toplumunun değil, o statüde olan bütün kurumların en üstün örneği olmuştur.
O'ndaki bu mükemmellik, "usvetün hasene/güzel örnek" olmasından kaynaklanıyor. O da ahlâk-ı hamidesidir. Resûlullah'ın ahlâkı için Hz. Aişe validemiz; "O'nun ahlâkı, Kur'ân ahlâkıdır" buyuruyor. Peygamber Efendimiz (s.a.a.), numûne-i Kur'ân'dır.
Medine-i Münevvere'den öncesine, yani Mekke dönemine baktığımız zaman da aynı güzellikleri görüyoruz. Mesela; Hz. Hatice validemizle evlenmeden evvel, onunla bir ticarî münasebeti olmuştur.
Hz. Hatice, O'nu kervanının başına koymuş, Şam'a ticaret için göndermiştir. Hakikaten Resûlullah'ın hayatına baktığımız zaman, "bir dönem geçirmişte ticareti öğrenmiş, ondan sonra da böyle mükemmel bir tüccar veya tacir olmuştur" diyemiyorsunuz.
O'nda öyle bir hamur, öyle bir maya, öyle bir görev var ki, nereye gidiyorsa orada öne çıkartıyor. Ticarette de Hz. Hatice validemiz, kendi beyanıyla, hiçbir ortağında kazanamadığını Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte kazanıyor.
Kısaca, O'na bir tacir olarak baktığımız zaman, mükemmel bir tacir; bir arkadaş olarak baktığımız zaman, en mükemmel bir arkadaş; aile reisi olarak baktığımız zaman, en mükemmel bir aile reisi olarak görüyoruz.
O'nu nereye koyarsak, en ön safa kendiliğinden geçiyor. İşte O'nu öne geçiren o sıfat, o özellik, o cevher O'nun ahlâk-ı hamidesi, kemâlindeki üstünlüğüdür. İnsan-ı kâmil olmasıdır.
O'nun bütün mükemmelliklerinin temelinde yatan unsur, nübüvvet ile yükümlü olmasıdır. O'nun nübüvvet özelliğini göremezseniz, adeta boş bir maket inceliyorsunuz mânâsı çıkar.Hâlbuki O'nu Allah'a direkt olarak bağlayan hat, nübüvvettir.
Peygamber Efendimiz (s.a.a.); "Beni Rabb'im terbiye etti. En güzel terbiye ile terbiye etti" buyuruyor. Öyle bir hat ki, Peygamber Allah'tan hiç ayrılmıyor. Rabıtası direkt Allah'a... Allah'ın elinde, yed'i kudretinde. O'nun elinin dışında değil. İnsanlar içinde davranış biçimleri, aile etrafı içerisinde münasebeti, insanlarla hukuku tam bir örnektir. Cenâb-ı Hakk O'nu öyle bir programlamış ki, O'nun mutlak kaderi mükemmel bir insan olmak.
Bazılarının iddia ettiği gibi; "Şurada-burada çalıştı da bunlar oldu. Akıllıi maharetli biriydi de doğru oldu..."
Bu çok yanlış, bâtıl bir iddiadır. O'nda o kabiliyet ve iktidar, sırf o risâletin-nübüvvetin nuru münasebetiyledir. Bütün dünya bir araya gelse, o vadide, o kulvarda, aynı metodla, aynı gayeye varmak için çalışsa, Hz. Muhammed'in (s.a.a.) tırnağı olması mümkün değildir. Bastığı toprak olması mümkün değildir.
Bütün bunlar bir formülün neticesi değildir. Tamamen nasib-i İlâhî, Allah'ın lutf u keremidir.
Âyette; "(Resûlüm!) Biz, Seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik" buyuruluyor. O, âleme rahmet olarak gönderilmiş, yani O bir vazifeyle gönderilmiştir. O matlub, bütün insanlık da taliptir. O Allah'ın matlubu, Allah'ın sevdiği, seçtiğidir.
Peygamber Efendimiz; "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." buyuruyor. Maksat, gaye; güzel ahlâktır.
Peygamber Efendimizin yanına birisi gelip, "Ya Resûlallah, din nedir? Bana öğret" dedi. Hz. Peygamber "İyi ahlâktır" buyurdu. Sonra adam bir sağdan, bir soldan gelerek her sefer aynı soruyu tekrarladı. Peygamberimiz de her seferinde buyurdu: "Din güzel ahlâktır."
Demek ki, güzel ahlâk işin özüdür. Güzel ahlâkın numunesi olarak da Cenâb-ı Fahr-i Kâinat Efendimiz, biz insanlara, bütün beşeriyete canlı bir güzel ahlâk örneği, Kur'ân numunesi olarak takdim edilmiştir.
İbâdetlerden, Allah'ı zikirden asıl maksat temizlenmek, nefsi terbiye, tezkiye etmek böylece ahlâk-ı zemimeyi ahlâk-ı hamideye çevirmek ve Allah'a kavuşmaktır.
Abdulkadir Geylani Hazretleri, "Fethu'r-Rabbanî ve'l-Feyzu'rRahmânî adlı eserinde şöyle buyuruyor:
"Kalp, Aziz ve Celil olan Allah'ı zikre devam ettikçe kendisine mârifet gelir, ilim gelir, tevhid gelir. Ayrıca Allah'tan gayri şeylerden yani masivadan yüz çevirir. Zikrin devamı dünya ve âhiret hayırlarının devamına sebep olur.
Kalp mânâ yönüyle sıhhatli olduğu zaman zikir de daimî olur. Etrafına ve üzerine zikir yazılır. Bu durumda kişinin gözleri uyur fakat kalbi, Aziz ve Celil olan Rabbini zikreder. Bu hâl ona Peygamberinden miras kalmıştır."
Peygamber Efendimizin, hayatının her ânında ve de her mekânda, Cenâb-ı Hakk'ı zikrettiğini, dua ettiğini görürüz.
O'nun her hâli ve her ânı zikirdir. Uykudan uyandığında, elbisesini giyerken, tuvalete girerken, abdest alırken, guslederken, otururken, kalkarken, elbisesini çıkarırken, yemek yerken, yemeği bitirdikten sonra, bir şey içerken, içtikten sonra, mescide girerken, mescidden çıkarken, çarşıya çıkarken, sefere çıkarken, savaşa giderken, harp esnasında, savaştan dönerken, yatmaya hazırlanırken, güneş doğarken, güneş doğduktan sonra, güneş batarken, güneş tam tepedeyken…
Özetle O'nun zikirsiz geçen bir ânı dahi yoktu. Her ânı ve hâli Allah'ı zikirdi. Bu nedenle, Allah'a kavuşmayı uman çokça zikredenler için Resûlullah (s.a.a.) usvetün hasene/güzel örnektir." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Cenâb-ı Hakk, O'nu en güzel bir örnek olarak seçmiş, beşeriyete hediye olarak vermiştir. Kur'ân-ı Kerim'de O'nun bu yüce şahsiyeti için, "usvetün hasene/güzel örnek" denilmektedir.
"And olsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir."
Bu "örnek", insan olma örneğidir. İnsan denildiği zaman mutlaka onun yaşadığı kurumların tamamı akla gelir. Aile kurumudur, ticaret kurumudur, ziraî kurumdur, hukukî kurumlardır, devlet kurumudur.
Bütün bu kurumlar hatırımıza geliyor. Bu kurumların insanlığın menfaatine yürüyebilmesi, çalışabilmesi için, bu kurumları yürütecek olan fertlerin de düzgün olması, fevkalade kazanılmış şahıslar olması lazımdır.
Bundan olsa gerek ki, Peygamber Efendimizin yaşadığı toplumda temsil ettiği kurumlara baktığımız zaman, gerek zamanın, gerekse O'ndan sonra vücuda gelen zamanların en güçlü kurumları olduğunu görüyoruz.
Zaten insan-ı kâmil denilen şahıs, her dönemde, her devirde geçerli bir akçedir. Hele bu bir de peygamber olursa, Hz. Muhammed (s.a.a.) olursa. O'nun geçmeyeceği zaman, geçmeyeceği devir yoktur.
Böyle baktığımız zaman o çok mükemmel bir aile reisidir.
Yine Peygamber Efendimiz (s.a.a.) Medine-i Münevvere döneminde aile reisliğinin ötesinde bir de insanların reisi olarak vazife görmüşlerdir. Bugünkü mânâda O'na biz devlet başkanı diyoruz.
Yani O, bir devletin başı konumundaydı. O, -hayatına baktığımız zaman- gerek kendi dostlarıyla olan hukukunda, gerek dış temaslarında, haricî siyasetinde, yine dünyanın en üstün örneği olmuştur. Yani, O, sadece kendi toplumunun değil, o statüde olan bütün kurumların en üstün örneği olmuştur.
O'ndaki bu mükemmellik, "usvetün hasene/güzel örnek" olmasından kaynaklanıyor. O da ahlâk-ı hamidesidir. Resûlullah'ın ahlâkı için Hz. Aişe validemiz; "O'nun ahlâkı, Kur'ân ahlâkıdır" buyuruyor. Peygamber Efendimiz (s.a.a.), numûne-i Kur'ân'dır.
Medine-i Münevvere'den öncesine, yani Mekke dönemine baktığımız zaman da aynı güzellikleri görüyoruz. Mesela; Hz. Hatice validemizle evlenmeden evvel, onunla bir ticarî münasebeti olmuştur.
Hz. Hatice, O'nu kervanının başına koymuş, Şam'a ticaret için göndermiştir. Hakikaten Resûlullah'ın hayatına baktığımız zaman, "bir dönem geçirmişte ticareti öğrenmiş, ondan sonra da böyle mükemmel bir tüccar veya tacir olmuştur" diyemiyorsunuz.
O'nda öyle bir hamur, öyle bir maya, öyle bir görev var ki, nereye gidiyorsa orada öne çıkartıyor. Ticarette de Hz. Hatice validemiz, kendi beyanıyla, hiçbir ortağında kazanamadığını Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte kazanıyor.
Kısaca, O'na bir tacir olarak baktığımız zaman, mükemmel bir tacir; bir arkadaş olarak baktığımız zaman, en mükemmel bir arkadaş; aile reisi olarak baktığımız zaman, en mükemmel bir aile reisi olarak görüyoruz.
O'nu nereye koyarsak, en ön safa kendiliğinden geçiyor. İşte O'nu öne geçiren o sıfat, o özellik, o cevher O'nun ahlâk-ı hamidesi, kemâlindeki üstünlüğüdür. İnsan-ı kâmil olmasıdır.
O'nun bütün mükemmelliklerinin temelinde yatan unsur, nübüvvet ile yükümlü olmasıdır. O'nun nübüvvet özelliğini göremezseniz, adeta boş bir maket inceliyorsunuz mânâsı çıkar.Hâlbuki O'nu Allah'a direkt olarak bağlayan hat, nübüvvettir.
Peygamber Efendimiz (s.a.a.); "Beni Rabb'im terbiye etti. En güzel terbiye ile terbiye etti" buyuruyor. Öyle bir hat ki, Peygamber Allah'tan hiç ayrılmıyor. Rabıtası direkt Allah'a... Allah'ın elinde, yed'i kudretinde. O'nun elinin dışında değil. İnsanlar içinde davranış biçimleri, aile etrafı içerisinde münasebeti, insanlarla hukuku tam bir örnektir. Cenâb-ı Hakk O'nu öyle bir programlamış ki, O'nun mutlak kaderi mükemmel bir insan olmak.
Bazılarının iddia ettiği gibi; "Şurada-burada çalıştı da bunlar oldu. Akıllıi maharetli biriydi de doğru oldu..."
Bu çok yanlış, bâtıl bir iddiadır. O'nda o kabiliyet ve iktidar, sırf o risâletin-nübüvvetin nuru münasebetiyledir. Bütün dünya bir araya gelse, o vadide, o kulvarda, aynı metodla, aynı gayeye varmak için çalışsa, Hz. Muhammed'in (s.a.a.) tırnağı olması mümkün değildir. Bastığı toprak olması mümkün değildir.
Bütün bunlar bir formülün neticesi değildir. Tamamen nasib-i İlâhî, Allah'ın lutf u keremidir.
Âyette; "(Resûlüm!) Biz, Seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik" buyuruluyor. O, âleme rahmet olarak gönderilmiş, yani O bir vazifeyle gönderilmiştir. O matlub, bütün insanlık da taliptir. O Allah'ın matlubu, Allah'ın sevdiği, seçtiğidir.
Peygamber Efendimiz; "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." buyuruyor. Maksat, gaye; güzel ahlâktır.
Peygamber Efendimizin yanına birisi gelip, "Ya Resûlallah, din nedir? Bana öğret" dedi. Hz. Peygamber "İyi ahlâktır" buyurdu. Sonra adam bir sağdan, bir soldan gelerek her sefer aynı soruyu tekrarladı. Peygamberimiz de her seferinde buyurdu: "Din güzel ahlâktır."
Demek ki, güzel ahlâk işin özüdür. Güzel ahlâkın numunesi olarak da Cenâb-ı Fahr-i Kâinat Efendimiz, biz insanlara, bütün beşeriyete canlı bir güzel ahlâk örneği, Kur'ân numunesi olarak takdim edilmiştir.
İbâdetlerden, Allah'ı zikirden asıl maksat temizlenmek, nefsi terbiye, tezkiye etmek böylece ahlâk-ı zemimeyi ahlâk-ı hamideye çevirmek ve Allah'a kavuşmaktır.
Abdulkadir Geylani Hazretleri, "Fethu'r-Rabbanî ve'l-Feyzu'rRahmânî adlı eserinde şöyle buyuruyor:
"Kalp, Aziz ve Celil olan Allah'ı zikre devam ettikçe kendisine mârifet gelir, ilim gelir, tevhid gelir. Ayrıca Allah'tan gayri şeylerden yani masivadan yüz çevirir. Zikrin devamı dünya ve âhiret hayırlarının devamına sebep olur.
Kalp mânâ yönüyle sıhhatli olduğu zaman zikir de daimî olur. Etrafına ve üzerine zikir yazılır. Bu durumda kişinin gözleri uyur fakat kalbi, Aziz ve Celil olan Rabbini zikreder. Bu hâl ona Peygamberinden miras kalmıştır."
Peygamber Efendimizin, hayatının her ânında ve de her mekânda, Cenâb-ı Hakk'ı zikrettiğini, dua ettiğini görürüz.
O'nun her hâli ve her ânı zikirdir. Uykudan uyandığında, elbisesini giyerken, tuvalete girerken, abdest alırken, guslederken, otururken, kalkarken, elbisesini çıkarırken, yemek yerken, yemeği bitirdikten sonra, bir şey içerken, içtikten sonra, mescide girerken, mescidden çıkarken, çarşıya çıkarken, sefere çıkarken, savaşa giderken, harp esnasında, savaştan dönerken, yatmaya hazırlanırken, güneş doğarken, güneş doğduktan sonra, güneş batarken, güneş tam tepedeyken…
Özetle O'nun zikirsiz geçen bir ânı dahi yoktu. Her ânı ve hâli Allah'ı zikirdi. Bu nedenle, Allah'a kavuşmayı uman çokça zikredenler için Resûlullah (s.a.a.) usvetün hasene/güzel örnektir." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)