Osmanlı sultanlarından II. Selim'in padişahlığında iki önemli porje dikkat çeker. Bunlardan birincisi, Don ve Volga nehirleri arasında kanal açarak Hazar denizini Karadeniz'e bağlama fikridir. Dolayısıyla Orta Asya ve İpek Yolu da Azak Denizine bağlanacaktır. Böyle bir kanalın açılması durumunda, yayılmacı Rusya'ya karşı doğal bir set çekilmiş olacak, Volga havzasını ele geçirip Asya ticaretine el atmaları önlenecek İran'la olası bir savaşta Rus ittifakı coğrafi olarak engellenmiş olacaktı. Ayrıca hac kafilelerinin güvenliği sağlanacak, Türkistan'la doğrudan temasa geçilebilecekti. Bu proje ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman'ın fikriydi.
Diğer bir fikrî oluşum ise Süveyş Kanalı projesiydi. Eğer Kızıldeniz Akdeniz'e bağlanabilirse Akdeniz'deki Osmanlı donanması Hint okyanusuna açılabilecek, böylece Hindistan kıyıları Portekiz tahakkümünden kurtarılacaktı. (Gerçi Süveyş'te büyük bir tersane vardı) Süveyş kanalını açmak ise ilk Yavuz Sultan Selim'in aklına gelmişti. "Her iki proje de Osmanlı'nın gücüne güç katabilecek çaptaydı. Gerçekleşmesi halinde dünya ticaretinin büyük miktarda Osmanlı toprakları üzerinden yürüyeceği muhakkaktı" (Osmanlı Ansiklopedisi, Ağaç Yay. c. 3, s. 103).
Böylesine önemli çalışmalar için Divan-ı Hümayun'da görüşmeler yapılmış, Sokollu Padişaha öncelikle bu projeleri önermişse de devletin ileri gelenlerinden Lala Mustafa Paşa, Piyale Paşa ve Ebussuud Efendi gibi zatlar Kıbrıs Adasının fethini ileri sürmüşlerdir. Yine de bu projelerin fizibiliteleri yapılmış fakat gerek Kırım Hanlığı'nın muhalefeti, gerek çalışmaları yürüten Kasım Bey'in beceriksizliği, biraz da mevsimin kışa yaklaşması sebebiyle Don-Volga kanalı projesinin üçte biri tamamlanmasına rağmen bitirilememiştir. (Daha sonraları 1952'de bu iki nehir bir kanalla birleştirildi) Süveyş kanalı projesi ise sebebi bilinmeyen nedenlerle ertelenmiştir.
Devletin ikbali açısından böylesine önemli çalışmalar sonraki zamanlarda da ele alınamayacaktır. Gerek hariçte İranlılarla oniki yıl, Avusturyalılarla on üç yıl sürecek savaşlar, gerek içerde Celali ve Yeniçeri isyanları memleket meselelerinin selim akılla düşünülmesini engelleyecektir.
Osmanlıların kuruluş dönemlerinde Orhan Bey ve II. Murad gibi padişahlar sabahları saray kapısı önünde yüksek bir yere çıkarak doğrudan doğruya halkın şikayetlerini dinliyor ve hüküm veriyorlardı (Aydın Taneri, Türk Devleti Geleneği, s.163). Ayrıca duraklama zamanlarına kadar her padişah da devleti her yönüyle ele alıyor ve gerekli düzenlemeler yapılıyordu. Bunların içinde Fatih Kanunameleri ve Kanuni S. Süleyman'ın düzenlemeleri en önemlileridir.
"Fatih S. Mehmet, veziri Mahmut Paşa ile devlet işlerini tanzim ederken zamanına kadar mevcut olmayan bir kanun ile herşeyi nizama koydu. Fatih; bu kanuna bağlı olduktan sonra devletin zevaline ihtimal olup olmadığını sorar. Vezir ona: Evladınızdan bir padişah gelip "Kanun nedir? Ben ittim kanun oldu?" der ve kul taifesi işine yabancı karışırsa, o zaman tehlikenin mevcut bulunduğunu ifade eder. Nitekim Tarihçi Ali, Yeniçeri Ocağından kudretli müessese olmadığı halde 1583 yılında ocağa yabancı alındıktan ve kalem ehli arasında rüşvet başladıktan sonra Allah korusun mülk ve devletin zevalinden endişe edileceğini belirtir" (Tarihçi Ali'den nakleden Osman Turan Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi, c. 2, s. 202).
"Tarihçi Ali'nin gündeme getirdiği husus, sadece Osmanlı zamanında değil, Osmanlı'dan önceki İslamî idarelerde de ortaya çıkan bir durumdur. Bu halde fert, his ve menfaati doğrultusunda hareket etmektedir. Osmanlı devlet idaresinde meydana gelen çözülme sebeplerinin "prensipler"de değil, "insan unsuru"nda aranması gerektiğine parmak basmak icab eder. Çünkü insan faktörü zaman içinde yozlaşmaya başlamış, bünyedeki çözülme ve dağılma bu dönemden itibaren kendini hissettirmiştir" (Osmanlı'da Siyasi Çözülme, Sami Şener s. 37).
Diğer bir fikrî oluşum ise Süveyş Kanalı projesiydi. Eğer Kızıldeniz Akdeniz'e bağlanabilirse Akdeniz'deki Osmanlı donanması Hint okyanusuna açılabilecek, böylece Hindistan kıyıları Portekiz tahakkümünden kurtarılacaktı. (Gerçi Süveyş'te büyük bir tersane vardı) Süveyş kanalını açmak ise ilk Yavuz Sultan Selim'in aklına gelmişti. "Her iki proje de Osmanlı'nın gücüne güç katabilecek çaptaydı. Gerçekleşmesi halinde dünya ticaretinin büyük miktarda Osmanlı toprakları üzerinden yürüyeceği muhakkaktı" (Osmanlı Ansiklopedisi, Ağaç Yay. c. 3, s. 103).
Böylesine önemli çalışmalar için Divan-ı Hümayun'da görüşmeler yapılmış, Sokollu Padişaha öncelikle bu projeleri önermişse de devletin ileri gelenlerinden Lala Mustafa Paşa, Piyale Paşa ve Ebussuud Efendi gibi zatlar Kıbrıs Adasının fethini ileri sürmüşlerdir. Yine de bu projelerin fizibiliteleri yapılmış fakat gerek Kırım Hanlığı'nın muhalefeti, gerek çalışmaları yürüten Kasım Bey'in beceriksizliği, biraz da mevsimin kışa yaklaşması sebebiyle Don-Volga kanalı projesinin üçte biri tamamlanmasına rağmen bitirilememiştir. (Daha sonraları 1952'de bu iki nehir bir kanalla birleştirildi) Süveyş kanalı projesi ise sebebi bilinmeyen nedenlerle ertelenmiştir.
Devletin ikbali açısından böylesine önemli çalışmalar sonraki zamanlarda da ele alınamayacaktır. Gerek hariçte İranlılarla oniki yıl, Avusturyalılarla on üç yıl sürecek savaşlar, gerek içerde Celali ve Yeniçeri isyanları memleket meselelerinin selim akılla düşünülmesini engelleyecektir.
Osmanlıların kuruluş dönemlerinde Orhan Bey ve II. Murad gibi padişahlar sabahları saray kapısı önünde yüksek bir yere çıkarak doğrudan doğruya halkın şikayetlerini dinliyor ve hüküm veriyorlardı (Aydın Taneri, Türk Devleti Geleneği, s.163). Ayrıca duraklama zamanlarına kadar her padişah da devleti her yönüyle ele alıyor ve gerekli düzenlemeler yapılıyordu. Bunların içinde Fatih Kanunameleri ve Kanuni S. Süleyman'ın düzenlemeleri en önemlileridir.
"Fatih S. Mehmet, veziri Mahmut Paşa ile devlet işlerini tanzim ederken zamanına kadar mevcut olmayan bir kanun ile herşeyi nizama koydu. Fatih; bu kanuna bağlı olduktan sonra devletin zevaline ihtimal olup olmadığını sorar. Vezir ona: Evladınızdan bir padişah gelip "Kanun nedir? Ben ittim kanun oldu?" der ve kul taifesi işine yabancı karışırsa, o zaman tehlikenin mevcut bulunduğunu ifade eder. Nitekim Tarihçi Ali, Yeniçeri Ocağından kudretli müessese olmadığı halde 1583 yılında ocağa yabancı alındıktan ve kalem ehli arasında rüşvet başladıktan sonra Allah korusun mülk ve devletin zevalinden endişe edileceğini belirtir" (Tarihçi Ali'den nakleden Osman Turan Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi, c. 2, s. 202).
"Tarihçi Ali'nin gündeme getirdiği husus, sadece Osmanlı zamanında değil, Osmanlı'dan önceki İslamî idarelerde de ortaya çıkan bir durumdur. Bu halde fert, his ve menfaati doğrultusunda hareket etmektedir. Osmanlı devlet idaresinde meydana gelen çözülme sebeplerinin "prensipler"de değil, "insan unsuru"nda aranması gerektiğine parmak basmak icab eder. Çünkü insan faktörü zaman içinde yozlaşmaya başlamış, bünyedeki çözülme ve dağılma bu dönemden itibaren kendini hissettirmiştir" (Osmanlı'da Siyasi Çözülme, Sami Şener s. 37).
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.