O’nun karşısında kale kapısı da neymiş!
Hayber'de Hz. Ali kale kapısını yerinden çıkarıp kalkan gibi kullandı. Kale teslim olunca fırlatıp attı. Hz. Peygamberin kölesi Ebû Râfi der ki: "Ben, yedi kişiyle beraber o kapıyı kaldırmak istedim, çalıştık fakat yerinden bile kıpırdatamadık"
17.12.2024 11:35:00 / Güncelleme: 17.12.2024 11:54:11
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Hayber, Medine'nin Şam tarafından, şehre dört konaklık bir yerde büyük bir şehirdi. Hurmalıkları çoktu. Kalesi pek sağlam olan bu şehirde, Yahudiler oturmakta ve Kureyş'le birlik olarak Müslümanlara zarar vermekteydi.
Hicret'in yedinci yılında Hz. Muhammed (s.a.a.), dört yüz yaya, iki yüz atlıyla Hayber'e gitti. Kaleyi o gün kuşattı. Fakat bir türlü fetih müyesser olmuyordu.
Hz. Peygamber (s.a.a), sancağı Ömer'e verip göndermiş, ertesi günü Ebu Bekr'e verip yollamış fakat bir sonuç elde edilememişti.
Hz. Ali (a.s.), göz ağrısından mustaripti. Hz. Peygamber (s.a.a), "Yarın sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki Allah'ı ve Peygamberini sever, Allah ve Peygamberi de onu sever, döne-döne saldırır, hücum eder de kaçmaz. Allah, kaleyi onun elleriyle açmadıkça geri dönmez" buyurdu.
Ertesi sabah, herkes, huzurda toplandı. Hz. Peygamber (s.a.a.), "Ali'yi çağırın" buyurdu. Hz. Ali gelince, "Neyin var" buyurdu.
"Gözlerim ağrıyor, başımda bir ağrı var" dedi.
Hz. Peygamber, Hz. Ali'nin başını dizine koydu, tükürüğüyle gözlerini sıvazladı ve buyurdu: "Allah'ım onu sıcaktan da koru, soğuktan da..." Sonra sancağı Hz. Ali'ye verdi.
Hz. Ali, sancağı alıp meydana girerek hünerler göstermeye başlayınca karşısına Merhab çıktı.
"Hayber'i bildiğin gibi beni de bil ki, ben, tecrübe görmüş bir silâh eriyim, kahraman bir yiğidim. Vuruşum öyle bir vuruştur ki karşıma arslanlar çıksa onlar bile tutuşur, yanar" meâlinde bir recez okudu.
Hz. Ali, onun recezine karşı buyurdu ki:
"Benem ol merd-i meydân'ı şecâat kudret-i Bâri Anani ilhâm-ı Hak'la kıldı ismim Hayder-i Saf-der. Elimde seyf-i sârım şöyle saldırdım mı a'dâya, Kıyâmetler kopar, saflar sinar, yer yer eser sarsar. Mekânım bişe-i kahr-ı Hudâ şir-i Jiyanım ben, Göründüm mü cihan lerzân olur gökler bile titrer. Çalınca Zül-Fekaar'ı kelle-i a'dâye berk-âsâ, Kazâ ahsentü der, şâpâşımı takdir eder ezber."
Derken birbirlerine saldırdılar.
Emirü'l-Mü'minin, Merhab'ın başına öyle bir kılıç vurdu ki miğfer yarıldı, kılıç başına değdi, baş yarıldı, dişlerine kadar kafasını ikiye böldü. Merhab şiddetle bir bağırdı ve atından yere yıkıldı. Bağrışını duyanlar, ürküp kaleye sağındılar, kapıyı örttüler.
Hz. Ali, kaleye yaklaştığı sıralarda bir Yahudi, Hz. Ali'nin kalkanına vurdu, kalkan elinden yere düştü. Bunun üzerine kalenin hendeğini atlayıp kapıya sarıldı. Yerinden çıkarıp kalkan gibi kullandı. Kale teslim olunca fırlatıp attı.
Hz. Peygamber'in kölesi Ebû-Râfi der ki: "Ben, yedi kişiyle beraber o kapıyı kaldırmak istedim, çalıştık fakat yerinden bile kıpırdatamadık. Hayber'den dönüşte Vâdi-i Kurâ savaşında da sancak, Hz. Ali'nin elindeydi.
Hicret'in yedinci yılında Hz. Muhammed (s.a.a.), dört yüz yaya, iki yüz atlıyla Hayber'e gitti. Kaleyi o gün kuşattı. Fakat bir türlü fetih müyesser olmuyordu.
Hz. Peygamber (s.a.a), sancağı Ömer'e verip göndermiş, ertesi günü Ebu Bekr'e verip yollamış fakat bir sonuç elde edilememişti.
Hz. Ali (a.s.), göz ağrısından mustaripti. Hz. Peygamber (s.a.a), "Yarın sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki Allah'ı ve Peygamberini sever, Allah ve Peygamberi de onu sever, döne-döne saldırır, hücum eder de kaçmaz. Allah, kaleyi onun elleriyle açmadıkça geri dönmez" buyurdu.
Ertesi sabah, herkes, huzurda toplandı. Hz. Peygamber (s.a.a.), "Ali'yi çağırın" buyurdu. Hz. Ali gelince, "Neyin var" buyurdu.
"Gözlerim ağrıyor, başımda bir ağrı var" dedi.
Hz. Peygamber, Hz. Ali'nin başını dizine koydu, tükürüğüyle gözlerini sıvazladı ve buyurdu: "Allah'ım onu sıcaktan da koru, soğuktan da..." Sonra sancağı Hz. Ali'ye verdi.
Hz. Ali, sancağı alıp meydana girerek hünerler göstermeye başlayınca karşısına Merhab çıktı.
"Hayber'i bildiğin gibi beni de bil ki, ben, tecrübe görmüş bir silâh eriyim, kahraman bir yiğidim. Vuruşum öyle bir vuruştur ki karşıma arslanlar çıksa onlar bile tutuşur, yanar" meâlinde bir recez okudu.
Hz. Ali, onun recezine karşı buyurdu ki:
"Benem ol merd-i meydân'ı şecâat kudret-i Bâri Anani ilhâm-ı Hak'la kıldı ismim Hayder-i Saf-der. Elimde seyf-i sârım şöyle saldırdım mı a'dâya, Kıyâmetler kopar, saflar sinar, yer yer eser sarsar. Mekânım bişe-i kahr-ı Hudâ şir-i Jiyanım ben, Göründüm mü cihan lerzân olur gökler bile titrer. Çalınca Zül-Fekaar'ı kelle-i a'dâye berk-âsâ, Kazâ ahsentü der, şâpâşımı takdir eder ezber."
Derken birbirlerine saldırdılar.
Emirü'l-Mü'minin, Merhab'ın başına öyle bir kılıç vurdu ki miğfer yarıldı, kılıç başına değdi, baş yarıldı, dişlerine kadar kafasını ikiye böldü. Merhab şiddetle bir bağırdı ve atından yere yıkıldı. Bağrışını duyanlar, ürküp kaleye sağındılar, kapıyı örttüler.
Hz. Ali, kaleye yaklaştığı sıralarda bir Yahudi, Hz. Ali'nin kalkanına vurdu, kalkan elinden yere düştü. Bunun üzerine kalenin hendeğini atlayıp kapıya sarıldı. Yerinden çıkarıp kalkan gibi kullandı. Kale teslim olunca fırlatıp attı.
Hz. Peygamber'in kölesi Ebû-Râfi der ki: "Ben, yedi kişiyle beraber o kapıyı kaldırmak istedim, çalıştık fakat yerinden bile kıpırdatamadık. Hayber'den dönüşte Vâdi-i Kurâ savaşında da sancak, Hz. Ali'nin elindeydi.