Dünyanın en büyük kentlerinden biri olan New York'ta Toplu Taşıma İşçileri Sendikası'nın başlattığı grev kentte günlük yaşamı adeta felç etti. New York'ta çeyrek asırdır bu denli büyük bir grev gerçekleşmediği için, özellikle genç nesil böyle bir greve kolay kolay anlam verememiştir. Ayrıca 25 yıl öncesinin New York'uyla bugünün New York'u arasında dağlar kadar fark var. Hem nüfus olarak, hem toplu taşıma araçlarındaki gelişmişlik ve onların hayatın çok önemli bir parçası olması özelliğiyle dünle bugün arasında çok ciddi farklar var. Bugün kentteki bu grevle birlikte, toplu taşıma araçlarını kullanan yaklaşık 7 milyon kişi kendisine alternatif araçlar bulmak zorunda kaldılar, birçoğu da yürümek mecburiyetinde kaldı.Bu grevle birlikte kapitalizmin kalesi ABD'nin simgesel şehri New York'un gerçek yüzüyle de tanışmış olduk. Bir başka işkolundaki grev New York'un bu yüzünü görmemizi sağlar mıydı bilmiyoruz ama sözkonusu metrolar olunca; metro istasyonlarında hayatlarını geçiren onbinlerce evsizin sokakta kaldığına şahit olduk. Bu onbinlerce evsizin durumu; ABD kapitalizminin halı altına sakladığı pisliklerinin gün yüzüne çıkmasını sağladı. Peki özgürlükler diyarı(!) ABD'de işçiler en doğal hakları grevleri gönül rahatlığıyla yapabiliyorlar mı? Hayır!New Yorklu işçiler bu grevlerinin faturasını ağır bir şekilde ödeyecekler. Kentte bir mahkeme, grevin yasadışı olduğuna hükmederek, sendikayı grevin her günü için 1 milyon dolar para cezasına çarptırmıştı. ABD de, tıpkı kendisi gibi özgür ve demokratik olduğunu iddia eden onlarca Batı ülkesi gibi bu tip özgürlüklere tahammül gösteremiyor. Birçok Avrupa ülkesinde de benzer grevler olduğu zaman yargı ve hükümetler benzer tavırlar takınarak, yapılan işin yasadışılığına işaret ediyorlar. İşçiler, en doğal haklarını kullanarak grev yapıyor, maddi ve sosyal şartlarının iyileştirilmesini talep ediyorlar.Ama kapitalist sistem, insanı ve doğal olarak işçiyi bir metadan farksız gördüğü için, tamamen insani gerekçelerle gerçekleştirilen bu grevler, iyi işlemekte olan bir makinanın bazı parçalarının işlememesi olarak telakki ediliyor. Bu makina işlemediği zaman kapitalist sistemde arıza baş gösteriyor ve hesaplar bozuluyor. Grevler, özellikle günümüzde bazı işkollarında gerçekleştirildiğinde hayatı felç edebiliyor. Türkiye de benzer grevlerle zaman zaman aynı sıkıntıyı yaşamış bir ülke. Ve işçilere grev hakkı verilip- alınması yakın siyasi tarihimizin önemli olayları arasında zikredilebilir. Özellikle 1960, 1971 ve 1980 askeri darbeleri öncesi ve sonrasında grev tartışmaları Türkiye'nin önemli gündem maddeleri arasında yer alıyordu. Kimilerine göre kargaşa ve kaosun kaynağı, kimilerine göre ise özgürlük ve sosyalizmin kendini ifade etme biçimiydi grevler...Osmanlı da grevlerle ilk tanıştığı sıralarda benzer tartışmaları yaşamıştı. 1908 Jön Türk Devrimi'nin ardından gelen özgürlük ortamında imparatorluğun birçok kentinde bir anda yüzlerce grev baş göstermişti. Osmanlı yöneticileri ve halkı bir anda birkaç ay öncesine kadar anlamını dahi bilmedikleri grevlerle karşı karşı kalmışlardı. O dönemde Osmanlı'da hayatı felç eden en önemli grevler Şimendifer ve Reji (tütün) işçilerinin grevleriydi. Her iki işkolundaki grevler hem ekonomik hayatı, hem de sosyal hayatı ciddi şekilde sekteye uğratıyordu. Ama ilk aylarda Osmanlı'nın grevlere yaklaşım biçimi daha insani ve sosyal olurken, daha sonraları grev yapılan işkollarının sahipleri emperyalizmin ve kapitalizmin Osmanlı'ya uzanmış kolları olduğu için sertleşmek zorunda kaldı. Yabancı işyeri sahipleri uluslararası baskılarla birlikte Osmanlı'nın bu grevleri kanunlarla engellemesini istedi. Osmanlı da 1909 yılında meşhur Tatil-i Eşgal Kanunu'nu çıkararak bu grevlerin önünü almaya çalıştı. Tabi grev hadisesini değerlendirirken, bu iş bırakma eylemini doğuran sebepleri kavrayabilmenin önemine değinmeliyiz. Eğer işçiler sendikal örgütlenme durumlarını istismar etmek suretiyle keyfi isteklerini dayatmıyorlarsa- ki birçoğunda böyle bir keyfi dayatma sözkonusu değil- işçilerin taleplerini tamamen insanî olarak değerlendirilmeli. İşçi evine ekmek götüremiyorsa, götürdüğü ekmek karınlarını doyurmuyorsa, çalışma saatleri bir insanın çalışma kapasitesinin çok çok üstündeyse bu tür grevler kaçınılmaz hale gelir. Kapitalizmin gülen yüzü de, gülmeye yüzü de bu doğal sonuca çıkar. İşçi, insan olarak görülmediği, bir meta olarak değerlendirildiği için, onların hakkını vermek de düşünülemez bu sistemde.Sorunun kaynağını bilmek, çözümün yarısıdır?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012